Türkiye'de, laikliğin devam ettirilmesi gerekliliği devletin, dinin kamusal alanlarda açığa vurulmasını kısıtlayan düzenlemeler yapmasına yol açtı; devlet, dini kimliği ifade eden sembollerin kamusal alanlarda kullanılmasını yasakladı.
Ancak, birçok kişi için bu din özgürlüğünü kısıtlamak anlamına geldi. Yıllar içinde, bütün bunlar, Türkiye'de din, laiklik, özgürlük ve kimlik arasındaki arayüz hakkında ateşli tartışmalara dönüştü. Ve bu konu hala bir açıklığa kavuşmuş değil.
Sadece fiziksel alan mı, yoksa?
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in "başörtüsünün kamusal alanda yeri yok," sözleri, konuya bir açıklık kazandırmadı: Devlet sektöründen, yani resmi devlet kurumlarından mı bahsediyor? Eğer öyleyse, devlet/resmi kurumlar derken, sadece fiziksel bir alanı mı kastediyor? Yoksa, birbirini etkileyen, etki ve tepkiye dayalı oluşumlardan mı bahsediyor? Yoksa ikisini de mi kastediyor?
Bu tanım, düzenlemelerin sadece o fiziksel alana mı, hizmeti verenlere mi, hizmeti alanlara mı, yoksa bunların bir kombinasyonuna mı uygulanacağına karar vermekte önem taşıyor.
"Kamusal alan"ın tam olarak ne olduğunu açıklamamak veya herhangi bir şekilde bu alanı kısıtlamak, bu alanın istediğiniz kadar geniş olabilmesine neden olur.
Özgürce bir araya gelinen alan
Ancak, "kamusal alan"ın tam olarak ne olduğu konusunda bir belirsizlik olsa da, ortada kesin olan bir şey var ki, bu da, "kamusal alan" her ne olursa olsun, resmi kaynaklara göre, devletin, bu alan üzerinde açık bir hakimiyeti var.
Kamusal alan, en azından demokratik teoriye göre, geleneksel olarak, insanların, yani vatandaşların, birbirleriyle özgürce bir araya geldiği alan olarak tanımlanıyor.
Kamusal alanın bu tanımına yakın terimler arasında, devlet, hükümet, siyasi kurumlar ve sivil toplum geliyor.
Amaç, halkın davranış ve hareket alanını, devletin alanından ayırmak. Dahası, bu, devletin otoriter eğilimlerini dizginlemenin vazgeçilmez bir unsuru olarak algılanmakta.
Kritik denge
Aslında, geleneksel demokratik teorinin ilgi odağı, devlet gücü ve kontrolüyle, kişisel ve sivil özgürlükler arasındaki kritik dengeyi yakalayan kurumları ve oluşumları bulmaktır.
Bugün, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki (ABD) en ateşli tartışmaların başında, sivil yerler ya da kamusal alan olarak algılanan alanlar üzerindeki devlet yetkisi geliyor. Öyleyse, kamusal alanın bu tanım ve türevlerini dikkate aldığımızda, bu terimin Türkiye'de nasıl bir şekil aldığı çok ilginçtir.
Bu terimin belirsizliği, halk, kamusal alan, kamu sektörü gibi birbirinden çok ayrı terimlerin birbirine karışmasına, ve yasal, teorik ve sosyolojik çerçevede eşzamanlı ve birbirine karıştırılarak kullanılmasına neden oluyor.
Bu bağlamda, tartışmalar, konuya açıklık getireceği yerde, daha da karmaşık hale getiriyor. Dahası, ortaya çıkan kavramsal kaos, değişik çevrelerin bu terimi kendi çıkarları için değiştirip kullanmalarını mümkün kılıyor. Ve sonuç olarak, devletin, bu terimi kendi otoritesine işaret edecek, vurgulayacak şekilde ve idari bir kavram olarak kullandığını görüyoruz.
ABD'deki gerilim
Burada ABD örneğine bakmak yararlı olacaktır. Amerika'da da dinin kamu hayatındaki yeri hala sürmekte olan bir sorundur ve gerilim yaratan hassas bir konudur. ABD'de sadece bu konuyla uğraşmak için ortaya çıkmış olan, ideolojik tayfın tüm taraflarındaki görüşleri temsil eden güçlü hareketler, gruplar ve kurumlar vardır.
Yüksek Mahkeme de, devlet çıkarlarını korumak ve dini özgürlükleri gözetmek arasındaki dengeyle ilgili birçok davayı ele almaktadır; bu konu, Türkiye'de olduğu gibi bir süre daha kamu yaşantısının merkezinde kalmaya devam edecek gibi görünüyor.
Eğer durum böyleyse, ABD örneğinden çıkarabileceğimiz dersler var mı? Benim bu soruya cevabım, "evet" olacaktır. Konuya belli bir sonuç ya da çözüm getirdiğinden değil, (çünkü zaten getirmiyor, ve zaten iki ülkenin de soruna kendi çözümlerini getirmeleri gerekir).
Dini düzenleme yaparken
Ama, benim yanıtım "evet," çünkü bu konuların ABD'de ortaya çıkış ve tartışılış biçimlerinden ders alabiliriz. Bakış açılarındaki çeşitlilikten bahsetmiştim. Ama bunun da ötesinde, ABD'de, özellikle devlet düzeyinde, çok sayıda yasal model vardır. Bu yasal modeller birbirlerine derinlik ve değişik bakış açıları katmaktadırlar.
Örneğin, bazı durumlarda, yasa, dini düzenlemeler yaparken, devleti, kaçınılmaz bir çıkarı korumak amacında olduğunu ve bunu yapmak için de en az sınırlayıcı yolu seçtiğini göstermeye mecbur etmektedir.
Başka kriterler, bu yeni düzenlemelerle hangi sabit sosyal ya da ekonomik eşitsizliklerin ne derece tekrarlandığının değerlendirilmesini gerektiriyor.
Önce devlet çıkarı
Burada önemli olan şudur ki, ABD'de bu tartışmalara birkaç farklı açıdan, ve özellikle de halkın bakış açısı üstün tutularak bakılmıştır. Kamusal alan ve adliye, devletten hareketlerinin doğruluğunu ispatlamasını istemekte ve devletin hareket alanını kısıtlayan parametreler inşa etmektedir.
Devlet çıkarlarının nasıl önceliklendirileceğinin de kamusal alanda tartışıldığını ve yasal kararları etkilediğini görüyoruz. Dahası, yasaların bu konuya eşitsizlik ve adaletsizlik boyutlarını kattığını da görüyoruz.
Buna karşılık, Türkiye'de "kamusal alan" ve dinin rolü konularında çok statik ve sınırlı bir tartışmaya şahit oluyoruz.
Ya laik ya değil
"Kamusal alan"ı tarif etmeye çalışmakta belirsizlikler yok, aksine mutlaklara sahip çıkma ve bunu kullanma var. Siyah-beyaz bir senaryonun tekrarladığını görüyoruz: biz ya laik bir ülkeyiz, ya da laik bir ülke değiliz! Bu tarz kutuplaşmalar sadece, ya tamamen kazanma, ya da tamamen kaybetme durumu yaratan duygusal taşmalara sebep olur.
Böyle bir durumda herhangi bir uzlaşma sağlanması da imkansızdır. Ancak biliyoruz ki, siyasette bir tek doğru cevap yoktur, sadece siyah ya da beyaz yoktur. Bu da demektir ki, olabilecek en iyi çözüme ulaşmak için doğru soruların sorulması, ve doğru meselelerin öne çıkarılması gerekmektedir.
Yani, açık bir şekilde tanımlanamayan bir terminolojiye takılmaktansa, bu belirsizliği, bu konuya detay ve nüans katmak için bir fırsat olarak görmeliyiz. Örneğin, Türkiye, aşırılıklara başvurmadan, bu konuya farklı yaklaşımlara tolerans gösterebilir mi? Ve hatta bu yaklaşımları onaylayabilir mi?
Öncelikler ne, kim, nasıl belirliyor?
Türkiye devletinin öncelikleri nelerdir, ve neden? Bu öncelikleri kim, nasıl belirlemektedir? Bu öncelikler birbirleriyle çakıştıklarında, ya da rekabete girdiklerinde, hangisinin ilk sırayı alacağını belirlemek için ne gibi yollara başvurulmaktadır?
Örneğin, üniversite konusunda devletin iki önceliği çakışmaktadır: laikliği gözetmek ve alabildiğine yaygın ve eşit eğitim imkanı sağlamak.
Öyleyse, bu tartışmayı daha güncel ve ölçülü hale getirip, bu soruna getirilecek farklı çözüm modellerinin sonuçlarını incelemek gerekir: Laiklik ne derece tehlikeye girmektedir, insanlar eğitim hakkından ne derece mahrum bırakılmaktadır, bu kararların uzun-vadeli siyasi, sosyal ve ekonomik sonuçları nelerdir?
Tehdit ne?
"Resmi alan"da hangi davranışların uygun olabileceği konusunda geniş kapsamlı açıklamalar yapmak yerine, hangi davranışların gerçekten "resmi alan"ın bütünlüğünü tehdit ettiğini, ve neden tehdit ettiğini sormalıyız.
Bütün bunlar bize gösteriyor ki, açık ve verimli bir tartışma için nüanslı, ayrıntılı bir başlangıç yapmak çok önemlidir. Sadece o zaman yeni normlar ve yönetim anlayışları hakkında fikir birliği sağlanabilir.
Ancak, her şeyden önce, Türkiye'de kimin sadece bu sorulara cevap bulmak değil, aynı zamanda, sosyal ve siyasi normlarımızı ortaya koymak ve tanımlamak yetkisine sahip olduğunu sormamız gerekmektedir.
Ve işte tekrar "kamusal alan"a dönüyoruz. (RZ/EA/NM)
* Rana Zincir. Sabancı Üniversitesi'nde Fulbright araştırmacısı