Kuşkusuz çok fazla olay yaşanıyor ve bu nedenle hepsini izlemek çok kolay değil. Ama en azından sağlık alanında "kendini kabul ettirmiş örgütler" tarafından gerçekleştirilen, ya da onlarla bağlantılı olan konuları daha yakından izlemeye çalışıyorum.
Bunun içinde yıllarca emek verdiğim bu örgütlere yönelik görevlerimden birisi olduğunu düşünüyorum. Sağlık alanının meslek örgütleri, uzmanlık dernekleri, sağlık çalışanlarının sendikaları ve sağlık açısından önemli olan sivil örgütlenmeleri bunların arasına katmak mümkün. Onların doğrudan ya da dolaylı olarak ilettiği konuların ötesinde, yapabildiğim kadarıyla izlemeye çalışıyorum.
Ülkenin sağlık açısından "daha güç durumda olan" yöreleri ise bu noktada "pozitif ayrıcılıkla" daha yakından izlemeye çalıştığım alanların başında geliyor.
* * *
Önceki gün elektronik posta kutuma bir mesaj düştü. Aslında bu bir basın açıklamasıydı. Toplumu bilgilendirmeye çalışan ve duyarlı olmaya çağıran, altında bir çok örgütün imzası olan bir bildiriydi.
Gerçi "yöresel" gibi görünen bir konuyu ele alıyordu, ama aslında bunun "yöresel" olma özelliği, yapılan işin büyüklüğü ve "örnek oluşturması" nedeniyle, daha genel ve yaygın bir sorunu ortaya koyuyordu.
Açıklamada anlatılanlar kadarıyla kısaca olaydan söz edeyim:
Olay Van'ın sağlık sorunları açısından en öncelikli mahallelerinden olan Bostaniçi Beldesine bağlı Yalım Erez Mahallesinde yaşanmış. Bu bölgede "altı yıl hizmet vermiş, bu hizmetleri ile halkın derin sevgisini ve Van'daki tüm ilgililerin takdirini kazanmış olan" bir doktoru, Dr. Hazan Caner'i severek yaptığı görevinden almışlar ve başka bir yerde görevlendirmişler. Üstelik de bir iş yapmadan "oturtmuşlar". Doktoru seven, kollayan, onun hizmetinden hoşnut olan vatandaş onun başından geçenlere tepki göstermiş ve bazı girişimlerde bulunmuş. Tüm bunlar yaklaşık dokuz ay kadar önce yaşanmış. Yapılan girişimler sorunu çözmeyince, dahası valilik bir de doktor hakkında "idari soruşturma" açınca Dr. Hazan Caner 15 Nisan 2007'de "açlık grevi"ne başlamış.
* * *
Bildiri Mayısın ikinci günü bana ulaştı. Mesajın yazılıp dağıtıldığı zaman, doktorun eski görevine "iade" edildiği günün bir gün sonrası. Yani "yapılan direniş" ve girişimlerin "olumlu sonuç" verdiği an.
Mesajda aralarında Türk Tabipler Birliği (TTB) Merkez Konseyi, Türkiye Mimar Mühendis Odaları Birliği (TMMOB), Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) ve İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) Van Şubeleri başta olmak üzere tam 16 örgütün imzası var. Bunların arasında yöre ve kadın dernekleri de bulunuyor.
Mesajda aynen; "Sivil toplum örgütleri olarak, bundan sonraki sürecin takipçisi olmayı sürdüreceğimiz ve gerek kendisine gerekse diğer sağlık çalışanlarına yapılacak benzer haksızlıklar karşısında sessiz kalmayacağımıza dayanarak..." diye başlayan bir bölüm var.
Bu yazıyı neden yazdım?
Burada imzası olan örgütlerin "ana akım medya"ya da "muhalif" medyaya da uzak yapılar olmadığını biliyorum. Dahası bu tür olayların benzerlerini defalarca yaşamış, belki de şu anda yurdun çeşitli yerlerinde yaşamakta olan örgütler.
Böyle bir durumda nelerin nasıl yapılacağını da aslında bilecek durumda olmadıklarını da kimse iddia edemez. Ama 9 aydır yaşanan ve "açlık grevi" gibi bir noktaya gelen bir olayın ancak, iş sonuçlandıktan sonra kamuoyuna duyurmayı "aklım ve mantığım" almıyor.
Kendimi Dr. Caner'in yerine koyuyorum. İdari nedenlerle basının gündeminde olmaktan çekinsem bile bu konudaki desteği yanımda hissetmek isterdim. Bunun sağlanması noktasında, bana "ek sorun" doğurmayacak yaklaşım ve uygulamaların yapılmasını dilerdim. Hele hele "açlık grevi" gibi bir noktaya gelmişsem, artık "idari" anlamda yapılan işlemlerden bile çekinmez, hizmet verdiğim insanların, meslektaşlarımın, birlikte ve dayanışma içinde toplumsal bir tepkiyi ortaya koymalarını beklerdim.
Bu noktada haberleşme ve iletişimin tüm olanakları yanında, medyanın da desteğinin önemi ortadadır. Ama bu bence, nedeni ne olursa olsun "gecikerek" gündeme getirilmiştir.
* * *
Olanlardan "ders" çıkarmak, belirli olaylara karşı, aslında çoktan yerleşmesi gereken tutum ve davranışları ortaya koymak, bunlar için hazırlıklı olmak, "duyargaçları" sürekli açık ve hazır tutmak, neredeyse "otomatiğe bağlanmış" tepkileri organize etmek ve bu noktada "medyanın" olanaklarından etkin bir şekilde yararlanmak, ama bunu başta olayların aktörleri olmak üzere hiç kimsenin zarar görmeyeceği şekilde gerçekleştirmek herkesin görevi olmalıdır.
Bu görev en başta sağlık ve medyanın meslek örgütlerine,sonrada etkilenen kesimlerin kendi yerel örgütleriyle, tam da çalışma konusu bu olan "sağlık hakkı" ve "hasta hakları" dernekleri tarafından, hem de "ivedilikle" yerine getirilmelidir.
Son söz:
Öncelikle; Sevgili Dr. Hazan Caner'den, yaşadığı bu olaydan haberdar olamadığım için kendi adıma özür diliyor, yaşadığı sıkıntıları paylaşma konusundaki kararlılığımı ve sürecin takipçisi olmayı sürdüreceğimi ifade ediyorum.
İkinci olarak da; "sağlıklı 'sağlık haberleri' okuryazarlığı" konusunda en uç noktada olan, haberin iletildiği toplum kesimlerine yönelip şunları söylemek istiyorum:
Her an "henüz kendinize yansı(tıl)mamış olaylar olduğunu bilmelisiniz. Ayrıca yalnız sizin farkında olduğunuz bu tür olaylar yaşandığında, kendinizi bir "haberci" gibi görerek, ilgili yerleri uyarmalısınız. Unutmayın haberin okuyucusu aynı zamanda olayları yaşayanlar olarak haberin "kaynağıdır".