Henüz Lise öğrencisi iken de turist rehberliği yapmıştım, dolayısıyla Anadolu'nun kimi kentlerini 20-30 yıllık değişim ve gelişimleri içinde gözlemlemeye çalışıyorum.
Aslında genç yaştan beri hep bir 'Kentname' ya da 'Şehirlerimiz/Şehirlerim' başlıklı bir kitap yazmak isterim, kısmet olmadı bir türlü.
Camisi kilisesi, sokağı caddesi, müzesiyle ama esas olarak insanı, mutfağı, müziği, şiiri, gazetesi, radyosu ve televizyonuyla kentlere girmek, girişmek...
Belki bir gün, uzak bir gelecekte. Gelecek mi? Neyse...
Sahilsiz Denizli ama...
Son 10 gün içinde Batman, Denizli ve Erzurum'da üçer gün geçirdim. Batman'dan geçen hafta söz etmiştim.
Denizli'de Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Meclisinin bir toplantısında çalıştım. Pamukkale civarında turistik bir otelde kaldığımız için şehri pek gezemedik ama kentin giriş-çıkış ve havaalanı yolundan anlaşılıyor ki, tekstil sanayii bu kente ağırlığını koymuş.
Vali, Belediye Başkanı gibi yetkililerin konuşma, hal ve tavırlarından da belli ki, sahili olmasa da Denizli, modern bir kent olmak için var gücüyle çalışıyor. İklimin de etkisi olsa gerek, müzikal şiveleriyle Denizlililer, ekonomik-ticari ve mali alanda Türkiye ortalamasının üstünde memnunca seyrediyor gibi...
20 yıl sonra
Avrupa Konseyi'nin bir toplantısı geçen hafta Erzurum'da yapıldı. 70'li yılların başında Trabzon'dan Kars'a geçerken bir gece konakladığımız Dadaş kentiydi Erzurum. Kasaba irisi idi o zamanlar, yazın bile soğuk ve bakir.
Çifte Minareli medreseyi alelacele gezer otele kapanırdık. Ertesi sabah da erkenden yola koyulup Kars'a uzanırdık.
Sarışın, iri yarı, dönemin Türk standartlarına göre yarı üryan Fransız turistlerine uzaylı muamelesi yapardı otelci, lokantacı, yoldaki yaya. O zamandan anımsıyorum, koyu kahverengi bir dindarlık ve muhafazakarlık dolanırdı çevrede.
Kimi zaman Erzurum'dan Kars'a, kimi zaman da Kars'dan Erzurum'a gittiğimiz için, sağdan sola, soldan sağa siyasi bir seyahat de yapıyorduk.
Mecburiyetin durağanlığı
Bu sefer Ramazan olması nedeniyle başka bir durgunluk çökmüştü Erzurum'a. Hele iftara doğru Mecburiyet Caddesinde kolkola girmiş sert bakışlı erkekler, sinirli bir şekilde tespihleriyle oynarken binlerce yıllık tarihine hala çok sadık olduğu görülüyordu Erzurum'un.
Dogmatik bir sadakat. Oltu taşından kolye, yüzük, bileziğin dışında ciddi bir zanaatın gelişemediği bu kentte sanayiinden söz edilmiyor bile. Nene Hatun efsanesi ayakta tutulmaya çalışılırken, Rus işgalinden bu yana geçmişle bir sorun varmış gibi.
Adım başı Ülkü Ocakları bayrağına rastlamak mümkün. 1900-3000 metre rakımlarda dolaşmak mümkün kent içinde ve kayak tesislerinde. Atatürk'ün Erzurum Kongresi'ni topladığı bina dış cepheden iyi korunmuş.
Ama havuzlu meydana bir Mustafa Kemal heykeli dikmişler ki, tanımayan sumo güreşçisi sanır. Kentle ilgili tarihi ya da turistik kitap ve broşürlerde, Ermeni'nin E'si bile geçmiyor.
Ne çabuk unutturulmuş, geçiştirilmiş 90 yıl... Oysa ki taş işlemeciliğinde, kemerlerde hatta etnografya müzesindeki bir sürü eserde Sari (Sarı değil) Gelin'den bin bir iz ağlıyor.
İsmail Hakkı Konyalı'nın 50'lerin sonunda yayınlanan "Erzurum Tarihi" başlıklı çalışmasını herkes biliyor ama galiba kimse okumamış. Nüfusu 400 bine yaklaşan koca kentte tek nüsha, bir tek il kütüphanesinde duruyor sessizce.
Taşhan'da ilahiyatçı bir antikacı 'Vahşet bu yaa...' deyip sunturlu bir küfür savurdu. Elinde Ermenice yazıları kazınmış, Hazreti Meryem cemali çizilmiş gümüş bir kutu vardı. Palandöken yamaçlarında tesettürlü bir genç kadın kayak yaparken resim çektirmiş, pek hoş...
İlahiyatçı antikacıyla bu genç kadın Erzurum'un hoşgörü vesikalığı. Kentin en büyük kitapçısı, İstanbul şivesiyle konuşan müşterisine 'Hocam, Orhan Pamuk'a verirler inşallah Nobel'i' demişti. Yolda rastladığım iki genç de, Sivas'taki BİA seminerinden bu yana olup bitenleri sordu.
Aziziye tabyasında ve kale içinde belli ki Atatürk Üniversitesinin Erzurumlu olmayan kızlı-erkekli öğrencileri, blucinli ve rahat giyimli, iftar öncesinde gizlice sigara içip, alçak sesle aralarında konuşuyorlar.
Öyle pek de sarmaş dolaş olmadan. Kentte ne bir lokanta ne de bir kahve açık Ramazan günlerinde.
Zor, çok zor böyle bir taşra kentinde hayat. Hele gençseniz... (RD/BA)