Çingeneler bizim yaşamımızdaki ötekilerdir. Onlar toplumda aykırı kabul edilip yoksul bir hayat sürseler de içlerindeki bitmek tükenmek bilmeyen yaşama sevinci onları hayata bağlayan en büyük hazineleridir.
Bizde yani Adıyaman'ın Kahta ilçesinde yaşayanlar ise; yaklaşık beş yüz kişiler. Bundan birkaç yıl öncesine kadar çadırlarda yaşıyorlardı. Son birkaç yıldır şehre yakın yerlerde çadır kurmalarına izin verilmiyor. Çünkü onlar için oluşturulmuş önyargılar var: Hırsızdır, dileniyor, kirlidir, çünkü o bir çingenedir.
Çünkü onlar "bizim gibi" değildir.
Çünkü, buradaki çingeneler de biz Kürtlerin zencileridir! Onlar aşağılıktır, onları aramıza almayız. Başkalarının başka yerlerde bize yaptığını biz de burada onlara yaparız. Birazcık yiyecek için kapımızı çaldıklarında "s..' tiri" çekeriz.
Çingene mahallesinde...
Kafamdaki bu düşüncelerle sohbet etmek için randevulaştım. Çingene Nedim' in evine gidiyorum. Ona sokakta elinde bir keklikle rastlıyorum. Beni başka bir evin bahçesine buyur ediyor.
Ortada geniş bir avlunun olduğu kerpiçten bakımsız bir ev, bahçede yere serdikleri kirli bir kilimin üstünde oturan 4-5 kişinin yanına gösterdikleri yere oturuyorum.
İçmekte oldukları çaydan bana da ikram ediyorlar, tanışıyoruz. İsimlerinin hep Türkçe olması dikkatimi çeken ilk şey oluyor. Daha sonra bir süre ben orda değilmişim gibi kekliklerden konuşuyorlar , bahçede yan yana dizilmiş sekiz keklik sırasıyla birbirini bastırmak için ha bire seslerini yükselterek ötüyorlar.
Onlarda genelde Kurmanci olarak kekliklerini övüyorlar. Kendi dillerinde erkek kekliğin (Nerkevk), dişi kekliğin (Merikevk) olduğunu öğreniyorum.
Daha sonra beni hatırlayıp erkekler açısından; kekliklerin zevk aldıkları ve az da olsa para kazandıkları bir uğraş olduğunu söylüyorlar. Bu arada kekliklerin 10-15 milyon lira arasında alıcı bulduğunu belirtiyorlar.
Ağu içinler
Onlara Kahta'daki Çingenelerin nereden geldiğini soruyorum; bir tanesi
"çingene" denilmesinden hoşlanmayıp "göçmen" dememi istiyor. Nedim ise bunun
ayıp olmadığını kim ne düşünürse düşünsün "Biz çingeneyiz ve bundan da utanç duymuyoruz" diyor.
Sonra geçmişleriyle ilgili fazla şey bilmediklerini, ama Malatya' dan
1950'li yıllarda geldiklerini, Alevi olduklarını , kendilerine Ağu içenler (zehir içenler) dendiğini, ibadet olarak bazen Cem yaptıklarını söylüyorlar.
İmam Cafer mezhebinden olduklarını anlatıyorlar. Bu arada lafa giren Adem, buradakilerin yarısının Sünni olduğunu Kendi dahil-Sünni olanlarında Muş tarafından geldiğini anlatıyor, aralarında Sünni-alevi ayrımı olmadığını, ama iki kesimde de ibadetin yok denecek kadar zayıfladığını konuşmalarından anlıyorum. Onların İran' dan gelip güneydoğu üstünden Mısır' a gitmek için göç edenlerden gitmeyip Anadolu' da kalanlar olduğunu düşünüyorum.
Kuş dili
Onların Kurmanci'yi ve Türkçe'yi çok iyi konuştuklarını söylüyorum. Nedim bir de kuş dili bildiklerini söylüyor. Kuş dilini Çingenece dışında bir dil sanıyorum. Ama kast ettiğinin ana dilleri olan Çingenece olduğunu öğrenince niye Kuşdili olduğunu soruyorum. Bizden başka kimse bilmiyor diyor.
Aklıma küçüklüğümde bizim de anadilimiz olan Kürtçe' yi Kuşdili sanmamız aklıma geliyor...
Sonra Adem Zazaca ve Arapça bilenlerin de çok olduğunu söylüyor. Zaman
zaman başka bölgelere gittiklerinde öğrenmişler.
Onların dilleri kolay öğreniyor olmaları dikkatimi çekiyor. Bahçedeki küçük çocuklarla da Kürtçe, Türkçe, Çingenece konuşuyorlar. İsimlerinin genelde Türkçe olduğunu söylüyorum, kimlik çıkarırken kendi isimlerini yazdıramadıklarını bu nedenle de hep Türk isim kullandıklarını belirtiyorlar.
Kendi dillerinden hiç türkü yada şiir bilmediklerini , aralarında bağlama
çalanların çok olduğunu bunlarında Türkçe yada Kürtçe söylediklerini
anlatıyorlar.
Çadırlardan Kerpiç Evlere
Onlara şu an çadırlarda kalan olup olmadıklarını soruyorum: Kışın kimsenin
kalmadığını ama yazın bir çoğunun kavgayla da olsa yine çadırlarda yaşamaya çalıştıklarını öğreniyorum.
- Çadır kurmanıza bile engel olunuyor, peki bu evlere nasıl yerleşebildiniz diyorum?
Buranın ilçenin en fakir mahallesi olduğunu, buna rağmen de fakir ev
sahiplerinin mecburiyetten kendilerine ev verdiğini , ama fazla ev
bulamadıkları için aynı evde birkaç ailenin beraber oturduklarını söylüyor.
Evlerin kendilerinin olmadıklarını hepsinin kiralık olduğunu anlatıyorlar. Çevre ile ilişkilerinin nasıl olduğunu soruyorum?
Aşağılandıklarını pek dostluk kuramadıklarını insanların onlara güvenmediklerini, bunun için de birbirleriyle arkadaşlık yapmak zorunda kalmışlar.
Çeribaşı'larının olmadığını; son dönemlerde kimseyi çeribaşı olarak kabul
etmediklerini ama yakın zamana kadar Çeribaşı'larının var olduğunu
söylüyorlar.
Kız Karaçi (Çingene) Hatun Olamaz
Yukarıdaki atasözü Kürtlere mahsus Çingene kızlarını aşağılayan iyi bir eş
olamayacaklarını belirtmek için kullanılmaktadır.
Dışarıdan kız alıp veriyor musunuz? diye soruyorum "Kesinlikle, hayır?"
diye cevap veriyorlar. Kendilerinin dışarıdan isteseler de evlenemediklerini,
onlara kız verilmediğini söylüyorlar.
Bir genç araya giriyor. Buruk olduğu belli:" Bir zamanlar birisi vardı ve birbirimizi çok seviyorduk. Fakat bu ayrımcılık yüzünden ayrılmak zorunda kaldık."
Karşı çıkmadıkları halde kendilerinden de kız istenmediğini belirtiyorlar. Tek evlilik mi yapıyorsunuz dediğimde; çoğunlukla birden fazla olduklarını söylüyorlar.
Sebebini sorduğumda Adem Abi (oradakilerin en yaşlısı) gülerek "bunları
(kadınları göstererek) kimse istemiyor bizim dışımızda, sayı olarak da bizden
fazlalar. İhtiyaçları olur, boşta kalmasınlar diye fazla fazla alıyoruz? diyor.
Kadınları dövüyor musunuz? diyorum kadınlar da erkekler de "Hayır"
diyorlar. Nedim "biz onları nasıl döveriz. Onlar bizim her şeyimiz", Adem Abi' de "Valla dayak yok ama zaman zaman kavga ediyoruz. Onda da güçlü olan dövüyor" diyor ve hep beraber gülüyoruz.
Askere Gidiyoruz, Ama İşe Giremiyoruz!
Geçimlerini nasıl sağladıklarını soruyorum, yerleşik hayata geçtiklerinden
beri çok zorlandıklarını, yazın Adana'ya ırgat olarak pamuk toplamaya
gittiklerini bunun dışında ne devletten nede halktan kendilerine iş verilmediği için çalışamadıklarını belirtiyorlar.
Çocukların çırak olarak hiçbir işe alınmadığını bu nedenle de dilencilik yaptıklarını kadınlarında bohçacılıkla para kazanmaya çalıştıklarını söylüyorlar. Birisi anlamlı bir ifadeyle "askere gidiyoruz, cezaevine giriyoruz ama işe giremiyoruz" diyor.
Çocuklarının zaman zaman hırsızlık yaptığını söyleyenler var: "Ne yapsınlar. Canları bir çok şeyi istiyor ama alamıyorlar, bu nedenle istemesek de yapanlar oluyor?"
Kadınlara evde ne gibi eşyalarının olduğunu soruyorum bana evi gezdiriyorlar. Teyp dışında elektronik eşya yok, banyo olarak da yatak odasının bir köşesinde betondan yaklaşık bir metre karelik çimcag (çimecek) dedikleri bir köşeyi kullanıyorlar. İçler acısı bir durum işte. Ama erkeklerin hepsinin cep telefonun olması ve zaman zaman oynuyor olmaları da dikkatimi çekiyor.
Lise Okuyan yok
Çocukların eğitim durumlarını soruyorum imkansızlıktan okuyamadıklarını
yine de ilköğretimi okutmaya çalıştıklarını, bir çok okulun onları çingene
oldukları için kaydetmek istemediklerini, kaydolanların da okullarında diğer öğrenciler tarafından dışlandıklarını, aralarında lise okumuş kimsenin olmadığını da belirtiyorlar.
Çalışmak, devletin ve halkın kendilerine yardımcı olması, iş vermesi, çocukların dilencilik yapmak zorunda kalmayıp, okumak ve yerli halkla kaynaşmak ise onların en büyük istekleri.
Kendilerine bu güzel konuşma için teşekkür ederken onlar da varlıklarının
birileri tarafından fark edilmesine sevindiklerini belirtiyorlar, tekrar
görüşmek üzere ayrılıyoruz.
Kısa Tarih
Çingeneler Nereden Geliyorlar?
İnsanlar yüzyıllar boyu , sürekli refah sunan topraklar aramışlardır... En çok da çingeneler. Onlar yüzyıllar boyu gezmişlerdir, refah aramışlardır. Ama istilacı olmamışlardır. Kimseyi boğazlamamışlardır... Toplumların yakın-uzağında yaşamış. Onlarla kaynaşmaya uzlaşmaya çalışmışlardır.
Hep gülen gözleri, şen şakrak sözleri, kendilerine özgü konuşma tarzlarıyla tanırız onları. Onlara her ülkede farklı isimler takılır. İngilizce' de"Gypsy", İtalyanca' da " Zingari ", Romence' de "Tigani " , Kafkaslarda "Basa ", Suriye' de " Dom ", Türkiye' de " Çingene ", Kürt bölgelerinde " Karaçi ", Trakya' da "Roman " denilir.
İlk yurtları Hindistan olan çingeneler; 11. yüzyılda dinsel, politik ve sosyal nedenlerle İran' a göç etmek zorunda kalır. Burada iki kola ayrılan çingenelerin Kuzeye yönelenleri Kafkasları, Rus kıyılarını aşıp Balkanlara; diğerleri ise Güneydoğu Anadolu, Irak, Suriye ve Filistin' i aşarak Mısır' a giderler.
Yaşamlarını pek değiştirmezler. Çünkü kentten etkilenmeyecek kadar uzak,
ihtiyaçlarını karşılayacak kadar kente yakın çadır kurarlar.
Göçebe ve yerleşik yaşayanlar olarak ikiye ayrılan Çingene'lerin liderliğini "Çeribaşı üstlenir. Bugün etkisi azalsa da hala devam eden Çeribaşı'lık özellikle göçebe alanında etkili ve babadan oğula geçiyor.
Geçim kaynakları olarak; çalgıcılık, kalburculuk erkeklerin; göbek atmak fal bakmak ve dilenmek ise kadınların yaptığı işlerin başında gelir.
Yaşam felsefelerinin temeli neşedir. En büyük mutluluk şarkı söylemek,
oynamak ve dans etmektir.
Dinsiz değildirler. Genellikle bulundukları ülkenin dini inanışlarına uyum
sağlayan Çingenelerin ortak dini yoktur. Çingenelerin dinsiz olduğu söyleminin, onların aşırı özgür davranışlarından kaynaklandığı söylenebilir.
Çingeneler bulundukları bölgedeki halkın dilini öğrenmişlerdir . Bu nedenle
Kuzey Hint dil grubuna ait dillere benzer bir dilbilgisi sistemi bulunan
Çingenece kokteyl bir dil haline gelmiştir. Yazı geleneği olmayan Çingenece, zengin bir sözlü geleneğe sahiptir.
Çingeneliğin Ağırlığı
Çingenelerin yüzyıllar boyu dışlanmalarının altında, tarihin karanlık
dönemlerinde onlar için çıkarılmış uğursuz söylenceler yatıyor. Bunlar
arasındaki en yakışıksız söylenceye göre Çin ve Gene iki kardeştir. Hz. İbrahim' in çevresinde kötülük çemberi oluşturmak isteyenler kardeşleri birleştirirler.
Onlardan doğan çocuklara da Çingene adı verilir. Bu tür hurafelerle yaşadıkları toplumların hak ve özgürlüklerinden mahrum bırakılan Çingeneler, dünyanın bir çok yerinde dışlanırlar, horlanırlar. Genellikle de yergi sözcükleriyle anılırlar. (NA)