Hiç anlamıyorsunuz. Anlamayacaksınız da. Sıra sıra dizilmiş vagonlar gibi bir örnek peşinizden sürüklemek istiyorsunuz bizi. Hakkınızı teslim etmek gerek bu hususta oldukça da dirayetlisiniz, yoksa iffetli mi demeliyim? Evet, çok iffetlisiniz. Bize gelince, öyle boğuluyoruz ki ne yapsak ne etsek olmuyor, kafamız karışıktır az biraz çok; öyle her şeye kolay kolay yatmaz. Sözcük oyunlarına bayılırız örneğin, sonra tutup deli gibi güleriz kahkaha atarız patlatırız koparırız gözlerimizden yaşlar boşalır; lütfen yanlış anlamayın, yatmak dediğimde aklınıza gelebilecek olanlardan ben sorumlu değilim. Sonra tutup bir sigara yakarız tekdüzeliğin içinde bir boşluk yaratmak için, nefes alabilmek için. John Berger; “Sigara parantez açar”,demişti; evet, öyle yapıyoruz bizde. Hayatın içinde parantezlere ihtiyaç duyuyoruz, tıpkı kahkaha atarken olduğu gibi.
Ama ne yapsak olmuyor, anlatamıyoruz. Boğuyorsunuz bizi, zaten kıt olan aklımız iyice karışıyor. Bir parantez, pencere, gedik, oyuk açmak istiyoruz; tutup bir kahkaha atınca hemen karşımızda beliriyorsunuz bir kondüktör çabukluğunda. Çok hızlısınız, hızlı trenleriniz kadar hızlısınız. Bizim de bazı densiz sarsak sakar uyumsuz hallerimiz yok değil; sarhoşken ya da ayıkken olur olmaz birbirimizi eleştiririz aynı masalarda boca ederiz tüm sevinçlerimizi, çoşkunluğumuzu, kızgınlığımızı, içtenliğimizi. Huyumuz soyumuz kurusun, ne yapalım elimizden gelmez içten pazarlıklı olmak. Sonra alırız kırdığımız gönülleri, ki gönül hırsızlıklarında üstümüze yoktur, çelişkilerle doluyuzdur. Çelişkilerin, hırsızlıkların da bin bir türü var; bunu biliyor musunuz ya da hiç düşündünüz mü tüm o iffetliliğinizle?
Hişşşt!
Hayır, Bay Kondüktör içimden konuşuyorum, içimden gülüyorum. Bir Momus pencerem olsaydı içimi görebilirdin belki. Sahi, Hephaistos’u bilir misin Bay Kondüktör. Hani bir efsaneye göre insanın böğrünü içini gösteren bir pencereyle donatmadı diye tanrı Momus ve diğer tanrılar tarafından cennetten kovulan Hephaistos. Diğer bir efsaneye göre de Hera’nın bir başına doğurduğu, herkesçe alaya alınan ve Olimpos’tan aşağı yuvarlanan topal oğlu Hephaistos. Söylenenlere göre annesi epey iffetsiz ve sefih bir hayat sürmüş.
Böylesi daha iyi Bay Kondüktör, içimizi görememen yani. Görebilseydin eğer, zihnimizden neler geçtiğini bilebilseydin eğer, neler düşüneceğin ve neler söyleyeceğin tahmin dahi edilemez. Bir bilsen şu tıkış tıkış vagonlarınızda başımız öylesine dönüyor ki düşüncelerimizin hızına biz bile yetişemiyoruz. Her şeyin sarpa sarıp çıkmaza girmesi yetmezmiş gibi bir de sürekli tepemizde bitiyor, bizimle gizliden gizliye dalga geçiyorsunuz tüm o basmakalıp sözcükleriniz bıyık altından süzülerek zihnimizde çınlıyor. Her an karşımıza çıkıyorsunuz ve satırlarımız her türlü derinlikten yoksun olarak sizlerle dolup taşıyor. Şimdi, Bay Kondüktör; bir pencere açarak, bir parantez açmak için bu hıphızlı treninizden çıkıyorum.
Niçin uluorta gülündüğüne ve gülünmesi gerektiğine ve bunun niçin abes karşılandığıyla başlayalım ilk önce. Gülmek; insanın toplumsal içindeki uyumsuzluğundan, yaşamın makinesel ritmi karşısında hem kendimizle hem de öteki ile sürtüşmesinden doğar. Henri Bergson’a göre yaşamın içinde sanki asılı gibi duran bir beden olarak insan bir gülme nesnesidir. Doğallığını kaybetmiş, çarpılmıştır ve her bir gülme eylemi aslında devrimci bir edimdir. Gülmenin özünde derinlerde pusuya yatmış olan bir aykırılığın bastırılmak istenen o boğuk sesi kendini ele verir.
Öylesine hızlanmış bir evrende dönüp duruyoruz ki sürekli düşüp duruyoruz ve birbirimize gülüyoruz. Oysa işte işin tılsımı da burada saklı: Toplumsal bir ağ tarafından sarıp sarmalanan insanın her bir gülme eylemi aslında içinde bulunduğu bir iktidar evreninde kendi gülünçlüğüne dair bir saptamadır.
Gündelik hayatın hengamesinde karşı duramadığı iktidar ağı gülüşün o beklenmedik yardımıyla yırtılmakta, yaşamın sert darbeleri de gülüşle yumuşatılmaktadır.
Örneğin, binbir şatafatla hizmete açılan bir hızlı tren düşünün; ama aynı zamanda içinde her gün bir iktidar mekanizmasının çarklarını döndürecek olan yolcularla birlikte. Teknolojinin insan üzerindeki acımasız etkilerinin yanı sıra hızın insan doğasında yarattığı tahribatı düşündüğümüzde ortaya çok iyi kotarılmış bir aptallık çıkmakta, durup düşünmenin yok sayıldığı bir dünyada biteviye sürüp giden bir sıradanlık peşi sıra gelmekte. İşte bir gülme gerekçemiz daha var elimizde; yani diyelim ki trende oturmuş hareket anını bekliyoruz ve içeride uyuklamakta olan bir insanın koltuğundan düşüşüne tanık oluyoruz. Gülmemek elde mi? Peki, güldüğümüz kişi bize öteki olarak görünen kendimiz ve gülüşümüz de alt benliğimizin bir başkaldırısı olamaz mı?
Vüsat O. Bener, Buzul Çağının Virüsü adlı yapıtında Oğuz Atay’a; “Bu tutturulan koşular ne”, diye seslenir. Öylesi bir parantezdir ki bu Bay Kondüktör adeta bir ağıttır bu, ki işitsen ağlarsın, içini dağlar. Sahi hiç düşündün mü acaba diye merak etmekteyim, nereye gittiğimizi ya da nereye kadar gidebileceğimizi. Belki de görebilmeliydin kor gibi içimizde neler olup bittiğini, olup bitenler karşısında neler hissettiğimizi.
Belki bir kez olsun şöyle sahici bir kahkaha patlatsaydın o zaman dünyada olup bitenler karşısında gerçekten bir duyumsamaya, sahici bir üzüntüye yer açılırdı içinde. Artık olağanlaşan kadın cinayetlerini, aile içi şiddetin her türlüsünden en fazla pay alan kadınları düşünmekle başlayabilirsin ya da kan gölüne dönen Ortadoğu’yu; şu bir haftalık zaman diliminde yaşanan trafik kazalarındaki ölümleri de düşünebilirsin istersen.
Biz tüm bunları düşündükçe tüm çoşkunluğumuzla bu yaşamı değiştirmek istiyoruz, çünkü görebiliyoruz içindeki çarpıklıkları. Ve ne denli acınası ve gülünç bir yaşamanın içinde olduğumuzu da. İstediğimiz tek şey kahkaha; çünkü yaşamı tüm çıplaklığıyla ve her türlü kiri pasıyla ortaya çıkarıp gözlerimizin önüne seren o güçlü edimdir kahkaha. Soren Kierkegaard’ın aktardığı o meseldeki karekter nasıl ki tanrıların kendisine bahşettikleri her şeyi tepip yerine sadece “Kahkaha benden yana olsun” (1) diyorsa bizde aynı şeyi isteyebiliriz sizden Bay Kondüktör. İçinde ailenin, ahlakın, her türden baskının yer aldığı tüm çarpıklıkları, çirkinlikleri gün yüzüne çıkaran kahkaha. Ve sizin doymak bilmez aç gözlülüğünüze karşın kahkaha bizden yana olsun; ama biz inerken treninizden kulaklarınızı kapayın. Çünkü kahkahalarımız sizi sağır edebilir.
1) Soren Kierkegaard, Kahkaha Benden Yana, Çev. Nedim Çatlı, Ayrıntı Yayınları