Seda Sayan adını ilk kez 80'lerin sonunda duyduk. Şarkıcıydı, ama asıl ününü dönemin modası şarkıcı filmleri ile kazandı. Jönlerin yanındaki güzel şarkıcı kadındı. Elinden geleni ardına koymadı, gerçek hayatında da jönlerin yanındaki şarkıcı kadın olmayı başardı. Hatta bir adım daha ileri gitti, artık jönler şarkıcı kadının yanındaki adamlar olarak anılmaya başlandı.
Sesi güzel değildi, kendisi de ahım, şahım sayılmazdı. Ama ne zaman ne yapacağı belli olmayan Türkiyeli televizyon izleyicisi, 90'ların ortalarından itibaren alıp, başlarının üstlerine yerleştirdiler Sayan'ı. Bu kabullenişin mantıklı bir açıklaması vardı elbette. Sayan, iki cümlesinden birinde, Kadırgalılığından, yani fakir çocukluk yıllarından söz ediyordu. İzleyici de Sayan'ı, "ah, ah zavallı kadın, bak neler çekmiş de gelmiş buralara" diye düşünerek, evin "sanal" sakinlerinin arasına yerleştiriyordu.
Sayan'ın karar mekanizması kadınlar üzerindeki etkisini ilk fark eden 90'ların ortalarındaki değişme politikalarıyla birlikte TGRT oldu. Enver Ören, Sayan'daki cevheri keşfetti, önce eğlence programı yaptı Sayan, ama onun asıl yeri sabah kuşağıydı. Türk televizyon tarihinin belki de en çok kazandıran kararıyla, Ören Seda Sayan'a sabah programı yaptırmaya başladı, kadınlar da Seda'yı evlerine alacak kadar sevmeye.
Seda Sayan, "bacılarıyla" sıkı bir ilişki kurdu, öyle ki canlı yayında "canım börek çekti" diyordu, programın sonunda, kadınlar ellerinde börek tepsisiyle kapıda karşılıyorlardı Sayan'ı. Sayan, sabah kuşağında kadınları ekrana çekme başarısıyla bir çığır açtı Türk televizyonlarında, Gülben Ergen ve benzerleri de bu mirası devraldılar. Sayan içinse, artık tam yıldız olma dönemi başlıyordu. Önce yardıma ihtiyacı olan insanlara çözümler bulduğu "Yetiş Bacım" programı geldi, izlenme oranlarıyla ekstra işlere gitmesi paralel biçimde yükseliyordu. Yani artık, Kadırgalı Aysel, çok paralı Seda Sayan'a dönüşmüştü. Ama medya stratejisi gereği, Kadırgalılığını hiç unutmadı. Bacımla başlayan konuşmaları, erkeklerden daha erkek tavırları, ayrıldığı medyatik sevgilisi ile canlı yayında "nasıl erkek olunur," kavgalarıyla hep evimizde oldu. Ama yine de orta halli popülerlerinden biriydi medya dünyasının. Taa ki bundan bir ay kadar önce Marylin Monroe kılığıyla arzı endam edinceye dek....
Bildiğimiz görüntüsü bir anda yok olmuş, estetik cerrahinin son keşfi kaş kaldırma ve saçlarına ufak bir müdahale ile 20. yüzyılın belki de en büyük ikonu Marilyn Monroe'ya dönüvermişti Seda Sayan. Ana haber bültenlerine konu olması kaçınılmazdı bu görüntüsüyle, oldu da zaten. Hatta ana haber bültenleriyle de kalmadı, gazetelerin hafta sonu ekleri de Kadırga'dan Marilyn'e uzanan bu yolu konu etmeye başladılar. Sayan'ın istediği olmuştu, bir adım ileriye gitti, Monroe kılığında bir klip çekti. Monroe'nun unutulmaz ızgara üstü etek kaldıran görüntüsünün kötü taklidi klip, Monroe görüntüleri eşliğinde sunuldu seyirciye magazinciler tarafından. Hemen arkasından da tarihi soru geldi, hangisi daha güzel? Magazincilerin cevabı hazırdı, Monroe kısaydı, üstelik bacakları da çok güzel sayılmazdı, hem de yüzünde ifade yoktu, dolayısıyla Sayan elbette ki Monroe'dan daha güzeldi. Sayan da magazincilerin verdiği gazla hareket etti, Monroe'dan daha güzel olduğunu birinci ağızdan açıkladı. Üstelik kendine Humprey Bogart olarak seçtiği -ki neden Bogart'ın seçildiğini anlamaya imkan yok- "Kuşum" Aydın'ın da Bogart'tan daha bir Bogart olduğunu da söylemeden geçmedi.
Bütün bunlar Türkiye magazin basını için de çok da alışılmadık değil elbette. Ama bugüne kadar kendi içimizde aşık atmaya çalışırken, birden uluslar arası arenaya adım atmak, hem de ölmüşün ardından konuşmak!!! bizi daha da ilerilere taşıyor elbette.
Sonuç olarak, Kadırgadan da Marilyn çıkıyor, hem de en harbicisinden... Delikanlılara duyurulur!