* Çizim: New York Times
Bu dünyada, bu ülkede var olmak çoğu zaman zordur, ama bir kadın olarak var olmak şüphesiz daha da zordur. Özellikle de ataerkil bir toplumda, her şeyin en iyisini bildiğine sarsılmaz bir inanç duyan erkeklerin arasında var olmaya çalışıyorsanız...
İyi bir üniversitede okumuş, oradan iyi bir dereceyle mezun olmuş olabilirsiniz örneğin. Eğitim gördüğünüz alanda yıllarca çalışmış, farklı diller öğrenmiş, kendinizi geliştirmek için eğitiminize devam etmiş de olabilirsiniz.
Fakat bu bir erkeğin -uzmanlık alanınız da dahil- her konuyu sizden daha iyi bildiğini düşünmesi, size uzun uzadıya açıklamalar yapması, böylece sizi "aydınlatması" için bir engel oluşturmaz çoğu zaman.
Siz yıllarca eğitim alıp çalıştıysanız o da yıllardır sırf erkek olduğu için ataerkinin pohpohlaması ile yaşıyor, girdiği ortamlarda her şeyden önce erkekliğinden aldığı yetkiye dayanarak konuşabiliyordur çünkü.
Buna tepki gösterebilirsiniz elbette, fakat bu sefer de aynı mekanizma ne kadar fevri olduğunuza sizi ikna etmek için işlemeye başlayabilir. Kısacası her durumda mantıksız olan sizsinizdir ve kendi tavırlarınız da dahil hemen her konuda ahkam kesilmeye müsaitsinizdir.
Bu satırları okuyan çoğu kadına fazlasıyla tanıdık geldiğini düşündüğüm bu tavrın dünyada ilk kavramsallaştırılması 2008 yılında Rebecca Solnit'in kaleme aldığı bir makaleden sonra oldu. Solnit bu makalede "bütün kadınların bildiği bir şey"den bahsediyor, makaleyi okuyan başka bir kadın ise bu tavrı İngilizcede erkek (man) ve açıklamak (explain) kelimelerinin kaynaştırılması ile oluşturulan "mansplaining" kelimesiyle tanımlıyordu.
Bu tavra en güzel Türkçe çeviriyi ise okuyucularının geri dönüşlerinden faydalanarak 5harfliler editörleri getirdi: Açüklama. Bir çevirmen olarak bu kelime oyunundaki dehaya hayranlık duymaktan kendimi alamıyorum.
Peki, son dönemde özellikle Pelin Batu'nun bir televizyon programında yaşadıkları üzerinden yeniden gündeme gelen ve "erbilmişlik" veya "erkekleme" olarak da Türkçeleştirilen "mansplaining" tam olarak nedir? Bir kadın böyle bir tavırla karşı karşıya olduğunu nasıl anlar? Bu tavır karşısında nasıl davranmalı? Akademi, medya ve siyasetteki durum nedir?
Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği (CEİD) Kurucu Başkanı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü'nden Prof. Dr. Serpil Sancar ile konuştuk...
Çok temel bir yerden başlayacak olursak, Türkçe'ye çoğunlukla "açüklama" şeklinde çevrilen "mansplaining" nedir? Siz bu kavramı nasıl tanımlarsınız?
Bunu bir söz pratiği, bir iletişim pratiği içinde, eril ya da erkek iktidar kurma tarzlarından biri olarak tanımlamak gerekir. Bu, gündelik hayatta da çok karşılaştığımız, kadın-erkek ilişkilerinde ya da eril dişil konumların karşılıklı iletişiminde iktidar-güç ilişkisinin kurulma biçimlerinden biri. Açüklama için kimin üstün olduğunu, kimin izleyici olduğunu, kimin alt, kimin üst ve yönetme konumunda olduğunu tanımlayan, belirleyen, pratik eden bir iletişim biçimi diyebiliriz.
Yani, sözün, bir anlamda erkin tanımlayıcısı, üstün erkeğe ait aklı, bilgiyi, yönlendirme becerisini vs. temsil ediyor. Gündelik hayatta hepimiz çok karşılaşırız. Her yaşta, her konumda kadınlar bununla muhatap olurlar. Apartman yönetim toplantısından tutun da marketteki sohbete kadar... Bu öyle bir şeydir ki, yaş, statü, eğitim ve konumdan büyük ölçüde bağımsızdır. Araştırmalar da benim kişisel deneyimlerim de bunu gösteriyor. Örneğin, benim kendi erkek öğrencim bana akıl vermeye kalkabiliyor.
Ama daha çok kamusal toplantılarda, görünürlüğü olan toplantılarda, medyatik toplantılarda ve programlarda çarpıcı biçimleri olabiliyor. Bir açık oturumda ya da bir akademik kurul toplantısında, bir partinin toplantısında, bir dernek toplantısında kadınlar konuşurken dinlememe, böyle müstehzi bir şekilde alay etme, söz kesme, susturup konuyu tersine çevirme, bunu yaparken kullanılan ses tonu, mimikler, bir iktidar konumu oluşturmayı hedefler. Buna dair ezberler vardır. Aslında bahsettiğiniz "açüklama" ya da "mansplaining" bu. Bir iletişim pratiği içinde kimin üstün, kimin ikincil olduğunu belirleme biçimi. Bir tür had bildirme, konum bildirme, itaat bekleme ya da dinleme ve izleyicilik konumu talep etme.
Bununla ilgili tipik bir durum vardır örneğin: Erkekler arası bir söz savaşı, çatışma, polemik dinleyebilirsiniz. Bu normaldir, yani erkekler konuşarak birbirleriyle savaşırlar ama iki kadın konuşarak savaşamaz. Kadınlar bu tür yüksek sesle, çatışma diyebileceğimiz şekilde konuştuğu zaman bu anormal bir iletişim pratiği olur. Hırslı kadınlar olursunuz, geçimsiz kadınlar olursunuz, cadaloz kadınlar olursunuz... Dolayısıyla, negatif bir algı hemen yapışır bu kadın iletişim pratiğine. O yüzden hangi yaşta olursanız olun, hangi statüde kadın olursanız olun konuşmaya başladığınızda, "Bence, bana göre, bana kalırsa, aslında, benim fikrim..." şeklinde başkasına da alan açan bir dil de konuşursunuz ya da konuşmak durumunda kalırsınız. Ama erkekler bir ölçüde böyle konuşmak zorunda değildir. Tam tersine, "Öyle değil böyle, bu yanlış, bu doğru" şeklinde konuşurlar ve bu hiç de anormal bir şey olmaz. Erkekler bunu yaptığında hırslı ya da saldırganlık olmuyor. Ama aynı sözler kadınların ağzından çıktığı zaman saldırgan, geçimsiz, cadaloz oluyorsunuz.
"Bu, kadınların ciddi bir dilemması..."
Açüklama kavramını daha genel anlamda ataerki, cinsiyet eşitsizliği ve özellikle kadınlara yüklenen toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında nasıl değerlendirirsiniz?
Bu bir iktidar konumu, bir iktidar pratiği... Söz sırasında, konuşurken bunu yapmanın tarzlarını, ezberlenmiş biçimlerini kullanıyorlar. Medyada da, akademik hayatta da, aile ilişkileri içinde de bu böyle. Hatta arkadaş ilişkileri içinde de böyle. Kadınlar daha çok yumuşak olmayı, dinleyici olmayı tercih ediyorlar, aksi takdirde dışlanıyorlar, eleştiriliyorlar, susturuluyorlar, kaba davranışlarla karşılaşıyorlar. Dolayısıyla, kadınlar kendilerini "normalleştirmek" için yol veriyorlar bu tür davranışlara diyebiliriz.
Çoğu psikolojik şiddet durumunda olduğu gibi açüklayıcı bir tavırla karşı karşıya olduğumuzu anlamak da bazen zor olabiliyor. Birinin bize açüklama yaptığını nasıl anlarız? Sizce böyle bir tavırla karşılaşan bir kadın ne yapmalı?
Bunun kadınların ciddi bir dilemması olduğunu söyleyebilirim. Yani, kadınlarla erkekler arasında duygusal ilişkiler çoğu zaman hiyerarşik iktidar ilişkileri iç içe geçmiş durumdadır. Aşk ilişkisi, sevgi ilişkisi, evlilik ilişkisi çoğu zaman bir üstünlük ve izleyicilik, ikincillik ilişkisi içinde konumlanabiliyor. Dolayısıyla, kadınlar başka duygular peşinde giderken aslında istemeden, farkında olmadan bunlara itaat ediyorlar. Yine erkek dilinin onları ikincilleştirmesini normal karşılıyorlar. Kadının bunu algılaması için tabii ki özel bir çaba gerekiyor. Rahatsız olması, sürekli kendisinin engelleniyor olması, engellenmişlik duygusunu bilince çıkartması, bunu görünür kılması, diğer kadınlarla bunu paylaşması, bu durumun onun cehaleti veya yeteneksizliğiyle ilgili değil, cinsiyetiyle ilgili olduğunu anlamasıyla mümkün.
Tabii bu kadınlık hali bir politik bilinçlenme süreci, eleştirel bir bakış edinme süreci. Bundan nasıl çıkılır? Evet, karşı çıkarak çıkılır, reddederek çıkılır. Had bildirmeye karşı siz de itaatkâr olmayan başka bir tavır alabilirsiniz. Ama tabii aynı dille, aynı şekilde, aynı şiddet diliyle karşılık vermek de her zaman mümkün. Bunun doğrusu yanlışı bence yok. Her kadın kendisine göre bir strateji geliştirir ve bu işin içinden çıkabilir.
Ama şunu göze almak lazım: Erkeklerle her zaman iyi ilişki kuramayabiliriz, yumuşak, düzenli ilişki kuramayabiliriz. Bazı ilişkiler çatışmalı olur, bunu da göze almak gerekir. Kendi yaşama alanımızı korumak için bazen reddetmek gerekiyor bu tür bir iletişimi. Bu, kadınların bildiği bir şey, göze alması gereken bir şey. Mesele göze almak ya da almamak. Bedelini ödemeyi göze alıyorsanız kadınlar bunu rahatlıkla yapıyorlar. Giderek daha fazla sayıda kadın bunu yapıyor aslında.
Artık o kadar ince, detay, gündelik hayata sirayet etmiş bir şey ki bu, hep kadınlar iş işten geçtikten sonra "Vay bu bana böyle dedi, ben ona o zaman buna neden cevap vermedim" diye pişmanlık yaşarlar. Ama olsun, biraz geç de olsa bu bir bilinçlenme halidir ve bir sonraki adımda işe yarar.
"Erkek suskunlukları da masum değil"
Peki, böyle bir tavırdan kaçınmak isteyen bir erkek ne yapmalı? Ya da bir erkek açüklama yaptığını nasıl fark eder?
Erkekler için de aynı şekilde... Cinsiyete dayalı iktidar ilişkilerinin farkına varmak aynı politik bilinçlenme sürecidir. Erkekler de aynı şekilde bu davranışları refleks olarak, ezber davranışlar olarak yapıyorlar.
Kadınlar ne kadar itaati içselleştirmişse erkekler de kendilerinden beklenenin şeyin bu üstünlük, herkese gerçeği bildirme, haddini bildirme davranışı olduğunu sanıyorlar. Bunu değiştirmeleri gerekiyor. İşte erkek özgürlük hareketi de böyle bir politik gündeme sahip. Bence erkeklere burada daha çok söz vermek ve konuşturmak gerekiyor. Keşke bir erkek konuşsa da anlatsa nasıl vaz geçiyor bunlardan.
Erkeklerin kendisinin vazgeçmesi önemli değil, diğer erkeği susturabilmesi, onu engelleyebilmesi önemli. Bir -daha doğrusu sayısız- akademik kurul hatırlıyorum örneğin kendi üniversite hayatımdan. Birebir ilişkilerde gayet akıllı, bilgili kadınlar orada susarlar.
Gayet özgürlükçü erkekler örneğin... Orada böyle herkese had bildiren iki üç tane erkek hoca vardır. Onlar konuşmaya başlar, durmadan konuşurlar ve onları hiçbir şey demeden böyle izlerler. Hiç itiraz etmezler, bulaşmazlar, karşı çıkmazlar... Dolayısıyla, erkeklerin bir tür suç ortaklığı vardır diyebiliriz belki... Öyle değilse bile, sessizce, müdahale etmeden bu tür iktidar pratiklerini geçiştirmeleri kendilerinin de o konumdan yararlanmalarını sağlıyor aslında. Çok masum değil. Yani bu tür erkek suskunlukları da çok masum değil.
"Açüklamanın çok ince pratikleri var"
Uzun yıllar boyunca akademisyenlik yapmış bir kadın olarak Türkiye'de akademiye ilişkin gözlemleriniz neler? Bu açüklayıcı tavır akademisyenler ve öğrenciler arasında kendisini nasıl gösteriyor?
Akademi, akademik konumlara ulaşma açısından eşit yarışma, eşit başarı, bilgi süreçlerini içerdiği için bir başka akademisyenin sizi kadın olduğunuz için dışlaması, aşağılaması o kadar kolay değil. Ama bunun çok ince pratikleri var. Ben defalarca şahit olmuşumdur. Kadın akademisyenler korkarak konuşmaya başlar, etrafındaki erkekler, hatta bazen kadınlar başka kişilerle konuşmaya başlarlar, dinlemezler ve bu şekilde onun önemsiz olduğunu göstermeye çalışırlar. Dolayısıyla, bir söz kesme ya da söz vermeme gibi doğrudan karşı çıkmak yerine dinlememe, başka bir şeyle uğraşma, söylediği söz veya önerdiği bir şey hakkında doğru veya yanlış hiçbir yorum yapmadan, üzerine hiç konuşmadan kendi konuştuğu şey hakkında kaldığı yerden konuşmaya devam etme gibi tavırlar vardır, sanki siz hiç konuşmamışsınız gibi... Bu bir çeşit yok varsaymaktır yani.
Genelde toplantılarda, akademik toplantılarda olur. Birebir ilişkilerde çok fazla olmaz bu, çünkü birebir ilişkilerde karşı çıkabilirsiniz. Ama diyelim ki 30-40 tane hocanın olduğu bir akademik kurulda kadın olarak en fazla yüzde 10-15'tir sayınız. O kadınların bir kısmı da zaten hayatında hiçbir zaman akademik kurullarda konuşmamıştır. Dolayısıyla, öne çıkıp tepki çekmek geçimsiz, hırslı kadın olmak istemeyebilirsiniz. O zaman susmayı tercih edersiniz.
Açüklamanın medya ve siyasetteki tezahürleri için ne söylemek istersiniz?
Aynı şey medyada da geçerlidir. Yani siyasal örgütlerin toplantılarında zaten kadınlar çok fazla kürsüye çıkmazlar, çıktıklarında da dinlenmeyebilirler. Ama tabii bir kadın başka bir güçlü aktörün adına konuşuyorsa, kendi adına değil de bir güç grubunun sözcüsüyse o zaman farklı. O zaman ona göre dinlerler, ona göre cevap verirler...
Hatta şimdi medyada siyasi grupların, aktörlerin adına konuşan, benim "kadın savaşçılar" dediğim kadınlar daha makbul... Yani, sözünü kesen, sürekli sataşan, sürekli karşısındakini eleştiren, böyle medyatik kadınlar var, gazeteci adı altında, akademisyen adı altında... Bunların büyük çoğunlukla orada olmasının en önemli nedeni, dokunulmazlığının nedeni arkasındaki başka siyasi aktörlerin temsilcileri olmaları.
Bunun dışında ben sıradan, sadece kendi adına konuşan kadınların belirli kanallar dışında medyada çok fazla şansının olduğunu düşünmüyorum. Hele bu son yıllarda giderek de azalıyor. Bir tek işte pandemi döneminde kadın uzmanlara, profesörlere söz verildi, onlar da sadece çok teknik bilimsel konularda konuşabiliyor. Onun dışında onların sözleri de dinlenmiyor aslında.
"Aşk ile iktidar ilişkisi iç içe..."
Açüklamanın kamuoyunda yeniden gündeme gelmesi aslında biraz da Pelin Batu'nun yıllar önce bir televizyon programında maruz kaldığı tavrın sosyal medyada paylaşılmasıyla oldu. Bu videoya gelen yorumlardan biri de insanların artık bu gibi durumlara karşı daha bilinçli oldukları ve seslerini daha çok yükselttikleriydi. Siz bu yoruma katılır mısınız? Toplumda gerçekten böyle bir değişim varsa sebebi nedir?
Kadınlar artık daha fazla itiraz ediyorlar. Değişebileceğini gördüler, daha güçlü olabileceklerini fark ettiler. Tüm bu tavrın normal olmadığının farkındalar. Kadınlar hayatlarını değiştirmeye niyet ettikleri ölçüde bunlara da karşı çıkıyorlar ama benzer bir şeyin her gün medyada olduğunu görüyorum ben. Başka programlarda, başka şekilde... Filmlerde oluyor, dizilerde oluyor. Bütün dizilerde erkekler kadınlara had bildiriyor, akıl veriyor, yol gösteriyor. Diziler bu konuda fazlasıyla ataerkil, erkek üstünlüğüne tapan değerlerle yapılıyor. Zaten o dizilerde itiraz eden kadınlar büyük ölçüde kötü kadın rollerindeler. Çok azı bunun dışında olsa gerek...
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Bu, sadece sözde değil; erkeklerin bu tür iletişimlerde duruş, oturuş biçimlerine de yansıyor... Yani şu çok önemli: İktidar sözle, duruşla, sembollerle, birçok şeyle kurulur. Örneğin, bir ara popüler olmuştu metroda ayaklarını açarak oturan erkekler... O da işte bir çeşit güç belirtisi... Alan kaplama...
Bunun bin bir çeşidi var, açüklama da onlardan biri ama en yaygınlarından biri, algılanması zor. Ben bunun büyük ölçüde siyasal ya da medyatik ilişkilerde daha kolay saptanabildiğini düşünüyorum. Ama duygusal ilişkilerde, kadın-erkek ilişkilerinde kadınlar bu konuda çok ciddi handikaplara sahipler. Aşk ile iktidar ilişkisinin nasıl iç içe girdiğini algılamak kolay değil.
Serpil Sancar hakkındaAnkara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümünde siyaset bilimi alanında profesör öğretim üyesi. Akademik kariyerinde siyaset sosyolojisi, küresel siyasal dinamikler, din-siyaset ilişkisi konularında çalıştı ve dersler verdi. Kadın çalışmaları ve toplumsal cinsiyet araştırmaları alanında da akademik çalışmalar yapan Profesör Sancar bu alanda da feminist kuram, cinsiyet ve siyaset, kadın hakları hareketleri, Türk modernleşmesinin cinsiyeti, kadın araştırmalarında yöntem derslerini vererek Ankara üniversitesi kadın çalışmaları yüksek lisans ve doktora programlarının yürütülmesinde aktif olarak yer aldı. Ankara Üniversitesi Kadın Araştırmaları Merkezi'nin (KASAUM) kurucularından olan Profesör Sancar uzun süre de bu Merkez'in müdürü olarak da görev yaptı. Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği (CEİD)in kurucu başkanı olan Profesör Sancar kuruluşundan bu yana bu dernek yönetiminde de aktif olarak çalışıyor. Serpil Sancar'ın yakın dönemde yayınlanmış bazı kitapları şöyle: Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti: Erkekler Devlet, Kadınlar Aile Kurar, 2012, İletişim Yayınları (üçüncü baskı 2020, İletişim Yayınları); 21. Yüzyıla Girerken Türkiye'de Feminist Eleştirinin Birikimi, derleme, bölüm I ve II, 2011, Koç Üniversitesi Yayını; Erkeklik: İmkânsız İktidar/ Ailede, Piyasada ve Sokakta Erkekler, 2009 Metis Yayınları, (üçüncü baskı, 2016 Metis Yayınları); İdeolojinin Serüveni: Yanlış Bilinç ve Hegemonyadan Söyleme, 1997,İmge Yayınevi (dördüncü baskı 2020, İmge Yayınları, Ankara). Din, Siyaset ve Kadın: İran Devrimi, 1990 Belge Yayınları (ikinci baskı 2016, NİKA Yayınları). |
(SD)