Telaş günler önce başladı, telefonunuza ve posta kuutunuza gönderilen kampanya mesajlarıyla günün önemi hatırlatıldı.
Biz de bugün için farklı bir anneden deneyimlerini dinlemek istedik. 2009'da yayımlanan "Anne ya da Değil? Annelik Etme Meselesi Üzerine" başlıklı makalenin yazarı Evren Balta Paker'in* kapısını çaldık.
Paker bize annelikle ilgili meselesini, yedi yaşındaki kızı Defne ile ilişkisini ve annelik kavramının kurgulanışını anlattı.
Annelik üzerine makale yazma fikri nasıl ortaya çıktı?
20'li yaşlarım annelik pratiğine hazır olup olmadığım, anne olmayı isteyip istemediğim gibi ikilemlerle geçti. Anne olmaya karar verdiğimde, bilinçli bir tercih olduğunu düşünüyordum. Fakat sonra anneliğin hiçbir zaman hazırlanılamayacak bir durum olduğunu anladım.
Annelik muhteşem ve ürkütücü. Çünkü yaşam tarzınız, kariyeriniz ve ilişkileriniz değişiyor. Her şey için sorumluluk ve suçluluk duygusu yaşıyorsunuz. Ama muhteşem de. Dolayısıyla o iki deneyim arasında kalmak, "Nedir bu?" diye sormama yol açtı. Sonra annelik üzerine okumaya ve kafa yormaya başladım.
Yazıda annelik kimliğinin feminist bir kadın olarak baş etmek zorunda kaldığınız her şeyden zor olduğunu belirtiyordunuz. Kızınız büyürken fikirleriniz değişti mi?
İlk üç sene, yeni rolünüze adapte olmaya çalışıyorsunuz. Sonra kendi annelik yapma halinize dair bir ritim tutturuyorsunuz. O ritim normaliniz oluyor.
İlk dönemde mesele kendimle ilgiliydi; Defne okula başladıktan sonra, mesele onun sosyalleşmesine dönüştü. Büyüdüğünde benim değerlerimle onun yaşadığı sosyallik çatışmaya başladı.
Şimdi kendi değerlerimi muhafaza etmeye ve kızıma bu değerleri aktarmaya çalışıyorum ama bir yandan da onun sosyalliğine uyum sağlıyorum. Galiba bu dönemde en zor olan bu, çünkü çoğu zaman benim değerlerimle onu sosyalliği çatışıyor.
Defne büyürken "Asla yapmam" dedikleriniz var mı?
"Barbie almam" demiştim. Ama Barbie'leri var. Hediye geldiğinde çöpe atamadım. Çünkü arkadaşları oynarken dâhil olmak istiyordu.
Hepimiz bir yerlere ait olmak istiyoruz. Çocuklarda bu durum daha belirgin. O güçlü sosyalizasyon mekanizmaları, çocuğunuzun kimliğini sizin dışınızda da belirlemeye başlıyor.
"Kızıma prenses gibi cinsiyetçi laflar kullanmam" demiştim. Kullanmadım, çünkü bu benim elimdeydi. Ama kontrol edemediğim noktalarda, bir şekilde kendi yolunu bulmasını sağlamaya çalışıyorum. Mesela hâlâ o bebeklerin güzel olmadığını, insanların onlar gibi gözükmediğini söylüyorum.
"Annelik pratiğine güvensizlikle başlıyorsunuz"
Kadınlar annelik konusunda nerelerde bocalıyor?
Hamilelikten itibaren bocalıyor. Çünkü 20. yüzyıldan itibaren annelik standardize oldu. Anneliğin her dönemine ilişkin, sizi belirli formatlara sokan kurallar var. Uzmanların görüşleri ve araştırmalarla bu kurallar yenileniyor.
Kadınlar hamile kaldığı andan itibaren, kendini süper bilinçli yetiştirmek zorunda hissediyor. Böylece "Herkes milyonlarca yıldır çocuk yapmış, ben de yapabilirim" düşüncesi ortadan kalkıyor.
Maalesef annelik pratiğine, hiçbir şey bilmediğinizi düşünüp, ciddi güvensizlikle başlıyorsunuz. Ama öğrenmeniz gereken kaynak anneniz değil. Bu yüzden pek çok kadın hamilelik ve çocuk bakımı kitaplarına sarılıyor.
Bu kitaplardan siz de aldınız mı?
Bana hediye geldi. Bu kitaplarda çok standart bir hamilelik ve çocuk büyütme biçimi sunuluyor. Siz de doğallığınızdan çıkarak, güvensizlik ve sorumluluk duygusuyla, yazanları yapmaya başlıyorsunuz.
Çocuğun tuvalet eğitimi, emzik bırakma dönemi kitaplarda satır satır belli. Hiçbir bireysellik ve esneklik yok. Mesela alışveriş ve diyet listeleri bile var. Ama okurken gördüm ki her şey standardize olmasına rağmen, bir de "Kendi doğallığına bırakın" diyorlar.
Kitaptaki ortalamanın dışındakiler, suçlu hissetse de okumaktan kendilerini alıkoyamıyor. Çünkü o kitabı okumamak da annelere normal dışı geliyor.
Annelikle ilgili nasıl baskılar hissettiniz?
İlk baskı hissettiğim an, normal doğum-sezaryen tartışmasıydı. Sezaryenin veya normal doğumun kutsanması, kadınlar açısından iyi değil. Çünkü normal doğum ideolojisi, sezaryenle doğuran kadınlara kendini kusurlu hissettirebiliyor.
Bu ideoloji çok yaygın. Aslında bu mesele sağlık hizmetlerinin örgütlenişiyle ilgili. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) ve Avrupa'da sezaryenin düşük olması, evde doğumun özendirilmesi "iyi" ve "kötü"yü bir yana bırakırsak, sigorta şirketlerinin karşıladığı sağlık hizmetleriyle alakalı. Oysa 30-40 yıl önce kadınlar hastaneye çağrılırdı. Çünkü anne-çocuk ölümleri ile başa çıkmak bir maliyetti.
Emzirme konusunda da baskılar var mıydı?
Emzirmeyle ilgili standartları da yapamayanlardandım. Dolayısıyla ikinci suçluluk duygumdu. Çünkü her yerde ciddi sistemik hastalıkların emzirilme süresiyle alakalı olduğuna dair araştırmalar yayınlanıyor.
Böylece yeterince emziremeyenler kusurlu görülüyor. Ama anne sütünü etkileyen genetik faktörleri veya stresi kontrol edemiyorsunuz. Artık sütannelik gibi eski dayanışma mekanizmaları da yok. Zaten sütünüzün ancak kendi çocuğunuza göre hazırlandığı söyleniyor. Dolayısıyla yardımlaşma seçeneği de ortadan kalktı.
Baskıları nasıl atlattınız?
Herkesin aynı olmadığının farkındaydım ama "Ya haklılarsa?" diye bir soru işareti vardı. O dönemde annelik blogları okumak, benim gibi düşünen kadınlarla bir araya gelmek iyi geldi.
Eskiden başka tür bir sosyallik vardı. Kadınlar çocukları beraber büyütüyordu. Artık o kolektiflik yok. Ama eskiden annelerle kurulan ilişkiyi yüceltmek de istemiyorum. Çünkü onlar da standartlarını bir şekilde dayatıyordu.
Uzmanlar el ele, ideal anneye
İdeal anneyi kim kurguluyor?
Doktorlar, çocuk bakım uzmanları, diyetisyenler, ilaç, mama, sigorta şirketleri hatta anneler kurguluyor diyebiliriz. Ama bütün bu standardizasyona rağmen aktörlerin ve söylemlerin çoğulluğu yüzünden, anneler yine de ne yapacağını şaşırabiliyor.
Çünkü her söylem, kendisinin mutlak doğru olduğunu ve aksini yaptığınız takdirde çocuğunuzun zarar göreceğini iddia ediyor.
Örneğin ben ve pek çok arkadaşım çocukların yalnız uyuma zamanı hakkında çelişkiler yaşadık. Çünkü bu konuda birbiriyle çatışan farklı ekoller vardı.
Hangisi seçerseniz seçin kötü hissedeceksiniz. Çünkü başka bir canlı için sürekli kararlar veriyorsunuz. O yakıcı iktidar ilişkisi yüzünden de bir sürü anne depresyona giriyor.
Mutlak doğru yoksa siz ne yaptınız?
Reçetem yok ama doğruların çocukla kurulan ilişkiye göre değiştiğini kabullenmek lazım. "Bunu yapmadığımda ne olur?" diyebilmek gerekiyor. Örneğin uyku konusunu düşünürsek, eninde sonunda her çocuk bir gün kendi başına uyuyacaktır.
Annelik medya tarafından nasıl şekilleniyor?
Annelik özsel olarak kadına aitmiş gibi gösteriliyor. Onu gerçekleştirmeyen kadınların mutsuz olacağı yanılsaması yaratılıyor. Bir de her annenin kutsal olduğu, kötü anne olamayacağı miti var. Çocuğuyla ilişki kuramayan, çocuğunu terk eden anneler, annelik dışı sayılıyor.
Dolayısıyla iki mit de, buna uymayanları dışarıda bırakıyor. Anne olmak istemeyen, anne olmasa da kadınlık kimliğiyle sorun yaşamayacak bir sürü kadın, annelik ve kadınlığın birlikte olduğu inancı yüzünden baskı görüyor.
Hâlbuki kadın kimliğinin yaşanması sadece annelikle ilgili değil. "Kadınlık=Annelik= Kutsal" kabul ediliyor.
Modern annelik ve çocukluk
Çocuklar önceki yüzyıllarda küçük yetişkinler olarak görülüyordu. Modern zamanlarda annelik ve çocukluk neden önemli hale geldi?
Toplumsal açıdan yaşlanmak, doğal süreçte insanın başına gelebilecek en kötü şeye dönüştü. Sürekli yaşlanmaya karşı kremlerle, estetik operasyonlarla yaşlılığınızı gizlemeniz gerekiyor. Dolayısıyla çocuklar da hayatın başında oldukları için, yeni yıldız adaylarımıza dönüştü.
Bu konunun emek süreçlerinin yeniden örgütlenmesiyle ve tüketim kalıplarının değişmesiyle de ilgisi var. Çocukluğun merkez olmasıyla aileler birer aracı, çocuklarsa bugünün ve geleceğin tüketicileri oldu.
İş süreçlerinin dönüşümü de çok önemli. Kapitalizm artık kalifiye emeğe yatırım yapmadan sahip olmak istiyor. Refah devletlerinin çökmesi ve eğitimin özelleşmesiyle, bunu sağlamak ailelerin sorumluluğu oldu. Ben, bir anne olarak, geleceğin iş dünyasına birkaç dil bilen, iyi okullardan mezun işgücü yetiştirmekle yükümlü kılınıyorum.
Bu, tabii orta ve üst sınıfların çocuk yetiştirme pratiği ve bize pompalanan popüler kültür imgelerinde yerini buluyor. Ama başka bir çocukluk durumu da var. Bu sistemin en altında kalan ailelerin çocuklarının, eski refah devletinin onlara sunduğu eğitimle yükselme gibi imkânları azaldı. Dolayısıyla anneliğin ve çocukluğun yaşanışında ciddi bir eşitsizlik var.
"Anne olunca anlarsın" cümlesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çocukken annemin bunu sıklıkla söylediğini ve kızdığımı hatırlıyorum. Ama şimdi bu cümlenin hem doğru hem de yanlış olduğunu görebiliyorum. Doğru çünkü anne olmadan başınıza ne gelebileceğini bilemiyorsunuz. Yanlış çünkü bu cümle o kadar masum değil. Anne olmayan kadınların hiç anlayamayacağı bir alan olduğunu vurguluyor, çocuklara ve anne olmayan kadınlara karşı ciddi bir iktidar alanı yaratıyor.
Popüler isimlerin annelik deneyimlerini anlattığı kitaplar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Büyük kısmı zorluklara rağmen başarmış anneler olarak yazıyorlar. Çocukları doğuyor ve anneliğin daha ilk yıllarında kariyerlerine başarılı anneler olarak devam ediyorlar. Roman yazıyorlar, pilates videoları çıkarıyorlar. Bu da hem iyi hem kötü.
İyi çünkü pek çok kadına yapılabileceğini gösteriyor. Kötü çünkü yapamayanları dışarıda bırakıyor. Oysa onların yapabilirlikleri, çocuk bakımı için harcadıkları sermayeden ve başkalarının emeğinden bağımsız değil. Ama başarı kendiliğindenmiş gibi gösteriliyor. Başarının arkasındaki emek, özellikle başka kadınların emeği, yokmuş gibi davranıyorlar. Oysa pek çok kadının "yapamamasının" sebebi, çocuk bakımı için bu kadınların sahip olduğu emek ve desteğe sahip olmamalarıyla ilgili.
Babalar, anneanneler, babaanneler
Babalar çocuk yetiştirme konusunun neresindeler?
Bir kere çocuk yetiştirme söz konusu olduğunda hep annelik etmekten konuşuyoruz, oysa konuşmamız gereken şey ebeveynlik etmek. Bu bile aslında çocuk yetiştirme pratiğinin tamamen annelere devredilen bir şey olduğunu gösteriyor. Bu, tabii toplumsal norm. Bunun dışında örnekler yok mu? Elbette var. Ama bu örnekler erkeklerin içinde, özellikle Türkiye'de çok ciddi bir azınlık. Fakat bu grubun pratiklerini önemsiyorum ben. Özellikle çocuk bakımını, mahkemesinden medyasına, çocuk parkından iş yerine tamamen annenin görevi olarak gören bir toplumsal sistemde, çocuk bakımına dâhil olmak için çaba harcıyorlar.
Peki daha genelde erkeklerin deneyimine bakarsak?
Büyük çoğunluğun pratiklerine bakarsanız, onlar anneliği kadınlara devreden toplumsal sistemin konforundan yararlanıyorlar. Bu grup çocukların sorumluluğunu tamamen anneye devretmiş ve çocuk bakımına katkısını para kazanmak olarak gören grup. Bu tabii en geleneksel model.
Bu geleneksel modele bir de çocuk bakımının standartlarının yükselmesiyle değişen bir başka baba modelini eklemek lazım. Bu baba modelinde baba çocuk bakımına katkısını ya da iyi babalığı annenin standartlara uyup uymadığını denetlemek olarak görüyor. Yani büyük oranda bakım hizmetini anneye devrediyorlar ama çocuk bakımı standartlarının da farkındalar ve annenin bunlara uymasını istiyorlar. Aslında bu tipte bir baba modeli çocuk bakımının iktidarsız bir sorumlulukla annelere devredilmesinin en tipik örneği. Ve bence giderek yaygınlaşan model de orta sınıflar arasında bu.
Anneanne ve babaannelerin rolleri ayrışıyor mu?
Tabii bu da gerilimli bir konu. Anneanne ve babaanne olan kadınlar da aslında birer anne. Bugünün anneleri büyük oranda çocuk doğurunca kendi anneleri onlara yardım etsin istiyorlar, ama bu yardımın biraz "sessiz" bir yardım olmasını ve kendi çocuk yetiştirme pratiklerine uyum sağlamalarını istiyorlar. Sürekli bilimsel verilerle desteklenen bir annelik modelinde anneanne ve babaannelerin çocuk yetiştirme bilgisi onlara biraz folklorik geliyor. Bir de tabii iktidar çatışmalarının kadınlar arasında da devam ettiğini görmek lazım.
Anneler ve babalar arasındaki farkın anneanneler ve babaanneler arasında da olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bu aslında karmaşık bir konu. Ama temelde şöyle basit bir mekanizma işliyor. Bir anne çocuk yetiştirirken, ya da herhangi bir başka meselede, kendi annesine çok rahatlıkla "Sen karışma, bu benim alanım" diyebiliyor. Ama aynı şeyi kocasının annesine söyleyemiyor. Söyleyememesi de doğal. Ama söyleyemediği anda kendi alanına müdahale edilmiş gibi hissetmeye başlıyor. Oysa çocuk yetiştirme alanı anne ve baba tarafından paylaşılan bir alan olsa, aynı gerilimler olmayacak ya da daha az yakıcı olacak. Bu sefer baba kendi annesine "Biz böyle yapıyoruz" diyecek. Çocuk bakımının sırf anneler ait bir şey olarak kurgulanması, aile içerisinde kadınlar arasında gerilimi de artıran bir şey yani. (EG/IC)
* Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde Öğretim Üyesi. İç savaş, iç güvenlik kurumları,
uluslararası ilişkilerde savaş, devlet-toplum ilişkileri, karşılaştırmalı siyaset araştırma yaptığı konular arasında.