Tarihin en acıklı, acıklı olduğu kadar da onurlu zaferi, Pirus zaferidir. Bir Grek kolonisinin kralının, koskoca Roma İmparatorluğu'na karşı verdiği mücadeleyi, ordusunun tamamını yitirse de sonunda kazanmasını kimileri "yenilmeye mahkum galibiyet" olarak nitelese de ben Pirus'un mücadelesini çok anlamlı buluyorum. Ordusunun küçüklüğüne, düşmanının 'koskoca' Roma İmparatorluğu olmasına aldırmadan, özgürlük adına son ana kadar mücadele vermek, nereden baksanız kahramanlıktır neticede.
Mersin'de bir dolmuş şoförü tarafından önce tecavüz edilmeye çalışılıp, ardından direndiği için öldürülen Özgecan Aslan'ın, onlarca kadın kuruluşu tarafından yakından takip edilen davası sonuçlandı. Özgecan’ı öldüren üç sanık da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı. Kadın kuruluşları ve feminist örgütler, kadınları öldüren erkeklerin müebbet hapis cezası alabilmeleri için özellikle Özgecan'ın katlinden sonra inanılmaz bir efor sarf ettiler. "Özgecan Yasası" çıksın diye defalarca sokakta bağırdılar, seslerini hükümeye duyurabilmek için direndiler.
Özgecan’ın öldürülmesi medyada çok yer buldu, çok farklı kesimlerin tepkisini çekti; çünkü hem cinayet için “haklı” bir gerekçe bulmak imkânsızdı hem de Özgecan’ın öldürüş şekli, medyada sık sık belirtildiği üzere, “vahşice”ydi. Bilindiği üzere medya kadınları “melekler ve şeytanlar”, “masumlar ve fettanlar” olarak kategorize etmeye bayılıyor. Bu yüzden, medya tarafından ısrarla "öğrenciymiş, pantolon giyiyormuş, direnmiş, biber gazı sıkmış" vs. denilerek Özgecan’ın masumluğu vurgulandığı için bu isimle bir yasa talep etmek, biraz diğer öldürülen kadınlara haksızlık, belki onların bir şekilde "hak ettiği" imasını bile içeren, medyanın bu ayrımcı tutumunu destekleyen bir duruş denilebilir. Ancak yine de müebbet hapis cezaları, kadın cinayetlerini durdurmada çok önemli, belki de en önemli basamak.
Her gün erkek şiddetine maruz kalan ve bunun en son raddesinde öldürülen kadınlar için, katillere verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları da bir nevi Pirus zaferi; acıklı ama onurlu bir zafer. Yazının başında belirttiğim gibi, bunu, edinilen kazanımı küçümsemek ya da "yenilmeye mâhkum bir galibiyet" olarak nitelemek amacıyla söylemiyorum; aksine, her gün ekonomik, psikolojik, cinsel, fiziksel şiddete maruz kalsak ve hatta öldürülsek bile yılmadan mücadele etmemizin, "özgürleşme" yolunda attığımız her adımın ne kadar onurlu olduğunu vurgulamak istiyorum. Evde, sokakta, iş yerinde, okulda, her yerde "büyük ordu"suyla karşımızda dikilen "Ataerki İmparatorluğu"na karşı, tıpkı Pirus gibi, "Hayır, öldürülsek de son ana kadar direneceğiz" demenin ne kadar kutlu bir duruş olduğunu anlatmak istiyorum.
Bizler, kadınlar, "masum" olmak için "öğrenci olmak, pantolon giymek, hava kararmadan eve dönmek, içki içmemek, flört etmemek..." zorunda değiliz. Bizler sokakta, iş yerinde, evde, okulda tam da istediğimiz şeyi yaparak özgürce yaşama hakkına sahibiz. Ve hayır, erkekler bizi mini etek giydiğimiz için; kahkaha attığımız, flört ettiğimiz, sosyal medyada uzun zaman geçirdiğimiz, hava karardığında dışarıda olduğumuz için kıramaz, bize sözlü ya da fiziksel şiddet uygulayamaz, bizi öldüremezler. Bunu, peşinden koştuğumuz müebbet hapis cezalarıyla; bunu evde, sokakta, iş yerinde, okulda erkek baskısına karşı gösterdiğimiz küçük büyük bütün direnişlerle erkeklerin aklına sokana kadar; "Ataerki İmparatorluğu"nu bozguna uğratana kadar da yılmamamız gerektiğini unutmamalıyız. Özel hayatlarımızda attığımız adımları, verdiğimiz mücadeleleri, "özel olanın politik olduğu" şiarını aklımızdan çıkarmadan ve kimsenin mücadelesini küçümsemeden, kazanılan her cephenin ayrı önemi olduğunu bilerek sürdüreceğiz.
Maya Angelou'nun dediği gibi; "Bir kadın, ne zaman sesini duyurmak için ayağa kalksa, planlamamış bile olsa, tüm kadınlar için ayağa kalkmış olur." (KS/HK)