Ondördündeydi, tek bir resmi bile çekilemeden, düğününe bir iki hafta kala, hayatının ilk gösterisinde 14 Ağustos 1993'de Digor'da öldü.
Sonraki gün gazetelerde, "PKK'nın silahlı mücadeleye başlamasının yıldönümü olan 15 Ağustosa bir gün kala Kars'ın Digor ilçesinde 4 bini aşkın köylü ilçe merkezinde PKK bayraklarıyla yürüyünce, yürüyüşü önlemek amacıyla açılan ateş sonucu 9 kişi öldü, yaralanan 51 kişi tedavi altına alındı" şeklinde bir haber çıktı.
Olay o kadar az dikkat çekti, Digor o kadar bilinmiyordu ki; ve bir grup gazeteciyle bölgeye giderken, kimi arkadaşlarımın "iyi geziyorsun, İspanya falan ha" tarzında takılmalarını hatırlıyorum.
O sıra parlamentoda bulunan Demokratik Parti (DEP) milletvekilleri Digor ve çevresindeki görüşmeler ve incelemeler sonunda 16 ölü, 135 yaralı açıklaması yapmışlardı.
Kadınlar ve erkekler
"Savaş ve kadın" diye özel bir başlık oluşması gerçeğin kendisiyle hayli bağlantılı.
Arundhati Roy'un "bütün savaş kararlarının arkasında takım elbiseliler vardır" deyişiyle başlarsak erkekler genelde savaşlarda öldürenler, ölenler, sonrasında savaş yorgunları, şiddetin yayılmasının taşıyıcılarıdır.
Kadınlarsa, genelde evlerinden sürülenler, göç etmek zorunda kalanlar, tecavüze uğrayanlar, sevdiklerini kaybedenlerdir, tabii canlarını da...
Son yılların ve çatışma ve savaşlarında, kayıpların yüzde 90'ının siviller olduğu bildiriliyor. Siviller denince tabii ki esas olarak kadın ve çocukları anlamak gerekiyor.
Bu oran İkinci Dünya Savaşı'nda yüzde 65, 1900'lerdeki savaşlarda yüzde 5 idi (Mayıs 2002, Çocukları Kurtarın örgütü yıllık anneler raporu- Save the Children's annual report on mothers).
Toplumsal cinsiyet, erkeklik, milliyetçilik üzerine çalışmalarıyla tanınan Amerika Birleşik Devletleri'nden (ABD) sosyolog Joane Nagel'ın üniversitede öğrencilerine "size takılabilecek en korkunç isim nedir" diye sorduğunda aldığı sonuçlar hayli açıklayıcı: Kadınlar, "orospu" erkekler "korkak" ya da "kız kılıklı" diyorlar...
Bu küçük soruşturma bile, "vatana hizmet çağrısı"nın çok az erkeğin karşı koyabildiği bir "cazibe" taşıdığını göstermeye yetiyor sanki.
Kadın hep militarizme karşı mı?
Her zaman olmasa bile, kadınların erkeklerden daha az militarist ve daha çok pasifist oldukları düşünülür. Doğrudur da.
Ne var ki; çocukları savaşa giderken onları engellemeye çalışan anneler olduğu gibi askere/savaşa gitmeyi reddeden oğullarının pasifizmine karşı çıkan annelerin varlığını da geçmiş savaşlardan hem de günümüzdeki annelerden biliyoruz.
Rachel, 20 yaşındaki oğlunu savaşta kaybetmiş, İsrail'e vermiş bir anne, Etiyopya kökenli bir Yahudi. Kalan 10 çocuğunu da ülkesi İsrail için fedaya hazır Rachel bakın ne diyor:
"Şu anda 3 kızım ve iki oğlum orduda. Biri yaralandı, tıp okuyor. Benim bütün çocuklarım orduya, İsrail'e hizmet etmekten onur duyuyor. Biz soru sormayız, itaat ederiz. Biz soru sormayız, canımızı veririz. Bu bir savaş ve biz savaşıyoruz. Ben tanrıya inanıyorum. Bizim canımızı veren de o, alan da o. Bu devleti de bize tanrı verdi, onu koruyacağız, tanrı da..." (Laurance Deonna / The two war with two voices ** İsraeli and Arab women speak out-İki savaş, iki ses- İsrail ve Arap kadınları konuşuyor)
Şimdi de, şehit eşi rolü oynamayı reddeden, yine Deonna'ya konuşan Raya'yı dinliyoruz:
"Dul bir kadın için hayat durmalıdır. Bu savaş dulları için çok daha beterdir... Arik öldükten sonra, eşini altı yıl önce kaybeden bir arkadaşım taziyeye geldi... Ona bakınca, kendime 'Raya sen asla böyle, ceset gibi olmayacaksın' dedim.
"Arkadaşım hiç evlenmedi, hiç sevgilisi olmadı, yani tam profesyonel bir savaş dulu oldu. Ben daha ilk günlerde, Arik'i savaş kahramanı, beni de kahramanın dul karısı yapmaya yönelik oyunda rol almayı reddettim. "
Kadın savaşçı olarak da görünmez kılınıyor
Kadınların İsrail'de ya ABD'de olduğu gibi kimi ülkelerde askerlik yaptığını, dolayısıyla en son Irak işgalinden örneklerini bildiğimiz gibi savaştıklarını da biliyoruz. Peki kadın savaşçılarla erkek savaşçılar arasında fark var mı? Kadınlar ek sorunlar yaşıyor mu?
En yakına bakarsak; PKK'de kadın gerillaların sayısının hayli yüksek olduğu, hatta üçte biri oluşturduğu çok yazıldı, konuşuldu, kadının savaşçı olarak yaşadığı ek sorunlara ise pek değinilmedi.
Gurbetelli Ersöz'ün güncesi ya da Necdet Buldan'ın "PKK'de Kadın olmak" kitabı henüz bizi bu anlamda aydınlatmıyor.
Ingrid Strobl, Belge yayınlarından .çıkan "Faşizme ve Alman işgaline karşı silahlı direnişte kadınlar" kitabında İkinci Dünya Savaşı'nda komünistlerin, Yahudilerin ve en çok da kadınların direnişinin görmezden gelindiğini söylüyor.
Elimizdeki veriler de onu haklı çıkartıyor. İkinci Dünya Savaşı'nda kadınların direnişteki rolüyle ilgili 17 kitaptan 13'ü 1970'lerdeki feminist dalgadan sonra yazıldı ve yayınlandı....
Çay ikram eden kadın savaşta neredeydi?
Oysa, aynı savaşla ilgili askerlerin, tarihçilerin, sosyologların, gazetecilerin yazdığı öyle çok kitap var ki... Ne var ki, Strobl'un dediği gibi, İkinci Dünya Savaşı'na katılanlarla görüşmeye gidenler kendilerine çay ikram eden evdeki kadının erkek cephedeyken ne yaptığını sormayı pek akıl etmediler...
Strobl'dan örneklerle kısa bir gezinti yapalım:
İkinci Dünya Savaşı'nda Yugoslavya'da Jozip Broz Tito'nun Ulusal Kurtuluş Ordusu'nda 100 binden fazla kadın vardı. Bu kadınların yaklaşık 25 bin kadarı savaşta öldü, 40 bini yaralandı, 3000 kadarı sakatlandı, 2000 kadın subay rütbesiyle savaştı... Direnişçi kadınların sadece 91'i en yüksek nişan olan "halk kahramanı nişanını aldı...
Cezayir bağımsızlık savaşında, direnişçi olarak 11 bin kadının, savaşçı olarak da 2 bin kadının varlığından söz ediliyor. Ne var ki bu kadınlar bağımsızlık sonrası mutfağa geri döndüler, üniformalarını çıkarıp tesettüre büründüler...
..
İspanya'da iç savaşta savaşan kadınlar, "erkek arkadaşlarının kadın savaşçıları fahişe olarak gördüklerini" anlatıyorlar.
Yine İspanyol kadınlar, "Bizler cephede nötr birer varlıktık. Saçlar kısacık kesiliyor, göğüsler sımsıkı bağlanıyor, izine çıkıldığında eve kapanılıyor... " sözleriyle savaştaki durumlarını aktarıyorlar.
İspanyol kadınlar, regl dönemlerinde ceplerinde pamukla dolaştıklarını, kimi zaman bezlerden yaptıkları petleri günlerce değiştiremediklerini anlatıyorlar.
Çok doğurma ve tecavüz
Kadının payına düşen rollerden biri de "biyolojik üreticiler" olmaktır; kadın doğurmalı, doğurmalıdır ki çoğalınsın.
Bu nedenle de, özellikle kadınlara tecavüz edilmesi de savaşın silahlarından biri. En son Bosna savaşında; Lahey Savaş Suçları Mahkemesi Bosna'da kadınlara tecavüz eden üç Sırp askerinin insanlık suçu işledikleri gerekçesiyle mahkum edilmesiyle "tecavüz", tarihte ilk kez insanlık suçu sayıldı.
1992-1993 yıllarında Bosna'da 20,000 ile 60,000 arasında Müslüman kadına tecavüz edildiği kabul ediliyorsa da bu sayının 100 bine ulaştığı da konuşuluyor.
Savaşın propagandası ve yayılması için
Savaş fikrinin yaygınlaştırılmasında kadına önemli bir rol düşüyor. Kitlesel kadın gösterileriyle anaların oğullarını savaşa göndermeyi ne kadar istedikleri topluma tekrar tekrar sunuluyor.
Ölenlerin annelerinin örgütlenerek savaş fikrinin canlı tutulmasında ne kadar işe yaradığı belleklerde henüz tazeliğini koruyor.
Türkiye'de şehit anneleri, Abdullah Öcalan'ın asılması için yaptıkları gösteriler sırasında, dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e "bir daha çocuklarını vermeyeceklerini" söylediklerinde yanıt çok netti: "Devlet gerektiğinde alır."
Ya da, Rusya'daki oğullarını Çeçen savaşına göndermemek için örgütlenen ve ayaklanan Asker Annelerinin başına gelenler açık örneklerdir.
Yani kadınlar, bu örneklerde,de görüldüğü gibi ya milliyetçiliğin sembolleri, korunup yüceltilen ikonları, ya ele geçirilip aşağılanacak savaş ganimetleri, ya da savaş karşıtları olarak ortaya çıkabiliyor. ..
Savaşta kadın muhabirler
BBC adına pek çok savaş ve çatışma bölgesinde bulunmuş bir televizyon muhabiri, Kate Adie, savaş ve çatışmaları izlemenin kadın muhabirlerin medyada yer bulmayı kolaylaştırdığını söylüyor.
Üstelik, şimdilerde özellikle televizyon canlı yayınlarında şiddeti bir kadının ağzından vermek daha "seksi" bulunarak tercih bile ediliyor.
Öte yandan, Adie ve savaş izleyen pek çok kadın muhabir kadın muhabirlerin çoğalmasının sivillerle ilgili haberler yapılmasında öncü olduğuna inanıyor. Kadın muhabirlerin savaş ve çatışmaların acılarını, göçleri daha çok haberleştirmesi giderek savaş gazeteciliğindeki temel yaklaşımları değiştiriyor.
1970'de savaş muhabirlerinin sadece yüzde 6'sı kadındı. The Brookings Institution'ın tahminlerine göre bugün muhabirlerin üçte birinden fazlası kadın. Bu da savaş izlemede hayli etkili oluyor.
Savaş muhabiri olarak da kadının kendini görünür kılması o kadar kolay olmuyor. Savaş muhabiri olarak Ernest Hemingway'in adını biliriz de, İspanya İç Savaşı'nı izleyen ilk kadın savaş muhabirlerinden, sonra da Hemingway'le evlenen Martha Gellhorn'u kaçımız hatırlarız?
Barış için kadınlar
Kadınlar barış mücadelesinde her zaman en öndeler; en son Irak Dünya Mahkemesi de organizasyon, katılım, sözcü düzeyinde işin esas olarak kadınlarca kotarıldığının parlak örneklerinden biri.
Türkiye'de 1994'te "Arkadaşıma Dokunma", 1995'te "Barış İçin Kadın Girişimi" ve dört yıl boyunca her Cumartesi "kayıplar son bulsun, sorumlular bulunsun, yargılansın" talebiyle Galatasaray'da oturan Cumartesi Anneleri/Cumartesi İnsanları esas olarak kadınlardı.
Türkiye'de de; 1950'de Adnan Menderes Hükümeti, Kore'ye asker göndermeye karar verdiğinde karşı çıkanların başında Behice Boran vardı.
1901'de verilmeye başlanan Nobel Barış Ödülünü ilk alan da bir kadındı: Baroness Bertha von Suttner Uluslararası Barış Bürosu Başkanı ve "Silahlarınızı Yere Bırakın" kitabının yazarıydı.
Kadının barış için nedeni daha fazla
Türkiye'de Eylül'ün ilk haftasının barışa ve barış mücadelesine adanması boşuna değil. Barış etkinliklerinde, fotoğraflara dikkate edin yine kadınlar önde. Öndeler; çünkü bir özet bile kadınların savaşa karşı çıkmaları için sahiden çok nedenleri bulunduğunu gösteriyor...
O zaman, hep birlikte savaşa ve şiddeti dünyadan silmek için daha çok kadın, daha çok kadınla birlikte önce evde, alanlarda, her yerde... (NM)