Ortak bir bellek oluşturmanın, tarihi kendisiyle başlatmayıp sürekliliği korumanın gereği hep konuşuldu ya, epeyce bir zaman konuşulduğuyla kaldı.
Sonra bir gün Amargi Kadın Akademisi'nin girişimiyle "sosyalisti", "radikali", "bağımsızı", Türkiyeli feministler bir araya geldi. Belleklerini tazelemek, deneyimlerini birbirlerine akıtmaktı meramları; yaptılar.
Kasım 2002 ile Haziran 2003 tarihleri arasında gerçekleştirilen "Kadın Hareketinde Mücadele Deneyimleri" toplantıları, 70'li yıllardan başlayarak 80 sonrasında doruk noktasına çıkan "Türkiye'nin feminizm tarihi"ni kayıt altına aldı. Amargi'ye de bu toplantılarda konuşulanları kitaplaştırmak kaldı.
Kendini kurtarmak!
"Kadınlar nasıl feminist olur, çok anlamlı bir soru değil bence; anlamlı olan kadınlar nasıl olur da feminist olmaz, bu kadar ezilirsin de nasıl başkaldırmazsın sorusudur.
Kadınların kocaları ya da babaları, her türlü sınıf ya da katmandan olabilir; burjuva olur, devlet bakanı olur, tarım işçisi ya da kapıcı olur. Ama evde yemeği hep kadınlar yapar ya da yemek yapacak olan kadının başında yine bir kadın durur".
Türkiye'de feminist hareketin ilk günlerini, bir bakıma "emekleme" devresini anlatan katılımcılardan Stella Ovadia bu saptamayla başlıyor konuşmasına.
Ve devam ediyor:
"İçimize sinen egemen değerlerden kurtulmadan, 'azınlık psikolojisi'nden sıyrılmadan insan ne kendini ne de etrafını değiştirebilir. Dünya nüfusunun yarısından fazlası kadın. Nüfusun yarısından çoğuna 'azınlık psikolojisi' verebilmek, büyük maharet doğrusu. Erkekler bunu becerdi; bunu nasıl yaptıkları da kendi başına bir araştırma konusudur bence... Kemalistken Anadolu'yu, sosyalistken işçi sınıfını kurtardık, fakat kendimizi kurtarmaya bir türlü sıra gelmedi".
Sokaklara çıkışın miladı: 12 Eylül
12 Eylül'den önce "İlerici Kadınlar Derneği"nde örgütlenen kadınlar, darbeden sonra, Yazko, Somut, Gösteri, Yapıt, Yeni Gündem, Feminist, Kaktüs ve son olarak Pazartesi dergileriyle tanıştı; buralarda çalıştı.
Zira 80'li yıllarla birlikte "mahrem kabul edilen, adı konmamış birçok alan kamuoyunun gündemini oluşturmaya başladı, cinsellik ısrarlı bir biçimde söze döküldü ve özel hayat denen alan ilk kez bir kamu meselesi olarak, kuşatıcı ve kışkırtıcı bir söz düzeni içinde tarif edildi".
Ama asıl ses getiren, zeka katsayısı yüksek, vurucu kampanyalar oldu:
Ayrımcılığa karşı 4 bin imzalı dilekçenin Meclis'e verilmesi, Dayağa Karşı Dayanışma Kampanyası, Kariye Şenliği, Geçici Kadın Müzesi, Birinci Feminist Haftasonu, Mor İğne Kampanyası, kitap fuarlarındaki rengarenk standlar, kahvehane, birahane "baskınları", genelev "ziyaretleri", Cinsel Tacize Karşı Kampanya, "Bedenimiz Bizimdir" yürüyüşü, boşanma eylemleri vd....
Kampanyalar sadece "ses getirmedi" Türkiye'nin ilk kadın sığınağının açılmasına da olanak sağladı: Mor Çatı.
"Darbeden sonra meydanı boş bulup çıktılar diye düşünenler çok oldu" diyor Gülnur Savran.
"Evet, bu bir yönüyle doğru, ama bunu 'Eylülizm' diye nitelendirmek gerekmiyor. Cezaevine girenler, hareketten geriye çekilenler olunca, kadınlar düşünme şansına sahip oldu. Bizim için, sol örgütler içinde böyle özerk bir çıkışı boğan bir dinamik vardı. Yani, bir yenilgiden olumlu bir oluşum çıktı diyebiliriz. O yenilgiye sevinmedik tabi, ama tarih dümdüz ilerlemiyor, böyle örnekler var".
90'larda ve 2000'lerde "hava" değişti, kadınların "yapılan iş üzerinde bir araya geldiği, ayrı işler yapan kadın gruplarının birbirleriyle ilişkisinin kesildiği" bir konjonktüre girildi. Güneydoğu'daki savaş, 28 Şubat süreci, ilgileri başka yerlere çekmişti, bu muhakkak; kadınların da "mazereti vardı".
Bir kez yol açıldı
Feminizmin yolu Türkiye'ye geç düştü. Nedenler muhtelif. Yine de Türkiyeli kadınların "kurtuluş mücadelesi" özgül örnekleri içermekle birlikte dünyalı hemcinslerinden çok da farklı olmadı. Sorunlar, güçlükler, engeller, hatta yöntemler çoğu kez çakıştı öncülleriyle.
Ortak bir dil yaratmaya çalıştılar önce, sonra kadın bakış açısını konuştular. Bilinç yükseltme grupları girdi hayatlarına, özel alan/toplumsal alan ikilemini masaya koydular, kadın hareketi tepeden mi indi, aşağıdan mı yükseldi, uzun uzun tartıştılar. Sokaklara döküldüler bir bir. Bir kez çıktıkları sokaktan bir daha "içeriye girmediler".
"Kadın Hareketinde Mücadele Deneyimleri - Özgürlüğü Ararken"de değişik çevreleri temsil eden "Türk, beyaz ve eğitimli" kadınların değil sadece, Kürt kadınları ve "dindar kadınların" da sözü var. Hareketin içinde yer alan, emeğini harcayan, rüzgarı estiren her kadın, her kadın örgütü yaşadıklarını, deneyimlerini aktarıyor, geçmişiyle hesaplaşıp geleceğe dair umutlarını dile getiriyor.
Son sözü ise Amargi söylüyor:
"Aynı coğrafyada birbirine değmeden akan ırmaklar çok. Ama bizim varoluşumuz birbirimizle ilişkili. Kurtuluşumuzu birlikte örmemiz gerek. 'Öteki' değiliz birbirimize. Farklılıklarımız bizi farklı deneyimlerle donattı. Şimdi bu deneyimleri birbirimize sunuyoruz. Birleştiriyoruz".(AK/EÜ)
* "Özgürlüğü Ararken - Kadın Hareketinde Mücadele Deneyimleri", Amargi Kadın Bilimsel ve Kültürel Araştırmalar Yayıncılık ve Dayanışma Kooperatifi, İstanbul, 2005