Sorulduğunda herkes "Kadın erkek tüm insanlar eşittir" der. Böyle değilse de böyle olduğu kabul edilir.
Keşke öyle olabilseydi. Gerçekten eşit olabilseydik.
* * *
Bu dünyanın üzerindeki herkes eşit. Ama "erk" (*) i elinde bulunduranlar, yani "egemen" olanlar biraz daha fazla eşit.
Kadınların egemenliği ellerinde bulundurduğu dönemler yaşanmış. Böyle ülkeler olmuş.
Bir çok erkek için "aslında karısı, eşi, annesi onu yönetiyor" denir. Bugün bazı ülkelerde "demokrasi" gereği kadınlar yönetici. Başka bir deyişle "erk"i elinde tutuyormuş gibi görünüyor. Ama gerçekten öyle mi?
Ya da soruyu, daha yakınımızdan gündelik yaşamdan soralım. Resmi sivil bir çok kurumda "kadın" yöneticiler var. Bu kurumlara bir yakından bakalım gerçekten erk kadınların elinde mi? Bence "Hayır". Hem de kocamanından.
* * *
Kadınlar bugün nerede olursa olsun erkeklere göre gerideler.
Hangi din, hangi sosyal sistem olursa olsun bu bir gerçeklik.
Kadının erkinin bulunduğu tek bir alan bile yok. Kimisi "evi", "yatağı" diyecektir. Bu da doğru değil.
Evinde ya kocası, ya da kocasının anası, eğer onlar değilse oğlu, o da yoksa, abisi, babası egemendir.
* * *
Oysa kadınlar yaşama egemen olmalı.
Erkekler "erk"lerini gerçekten kadınlara terk etmeli. Eğer dünyanın daha güzel ve yaşanır bir dünya olması gerekiyorsa bu gerçekleşmeli.
Bunun, biyolojik, psikolojik, kültürel, ekonomik bir çok nedenini sıralayabiliriz.
Ama bence gerek yok.
Eğer hepimiz bir "kadın"dan olduysak bu kadarı, yani öyle olmasını istemek yetmeli.
* * *
İnsanlar yalnız öteki insanlar üzerinde "egemenlik" kırcakları zaman "erk"e gereksinim duyuyorlar. Doğa, diğer canlılar ve evren üzerinde kurulacak egemenlik için bu anlamda bir "erk" gerekli değil. Anlamı yok en azından.
Hiç düşündünüz mü? İnsana en yakın canlı olan "maymun" için sizin erkinizin bir anlamı var mı sanıyorsunuz? Bence yok.
Onun için "Beyoğlu'ndaki Yalova Kaymakamı"ndan farkı yoktur sizin "erk"inizin. Vız gelir tırıs gider...
* * *
"Erk"i kadınlara vermeli. Ama gerçekten "kadın" olan kadınlara.
Günümüzde pek çok örneği görüldüğü gibi ancak "erkekleşerek" ya da "erkek" gibi davranarak "etkin", "baskın", "egemen", "başarılı" olmuş kadınlara değil ama. Erkekler böyle kadınların başarılı olmasını istiyor. Çünkü o zaman "erkeklik" başarılı oluyor.
"Erk"i duyarlığı, duygusallığı, içtenliği, gıllıgışsızlığı, saflığı, sevgi doluluğu, hatta güçsüzlüğünün farkındalığını bilen kadınlara vermeli.
Anamız, karımız, sevgilimiz, kızımız gibi "kadın" olan kadınlara vermeli.
Bu çok zor. Gerçekleşmesi düşte bile olanaksız sayılabilecek bir istem belki.
Ama neden olmasın. Neden denenmesin.
23 Nisanlarda "makamlar", "koltuklar" sunulan çocuklardan daha mı az önemli, daha mı anlamsız!. Ne dersiniz "erkek"ler. Cesaret edebilir miyiz; buna? En azından "bir gün" için.
En azından bir gün için sahip olduğumuz ve "erk"imizi gösteren tüm unsurları; "koltukları", "kıyafetleri", "unvanları", "silahları", "mühürleri" tüm güçleriyle birlikte bir günlüğüne kadınlara verebilir miyiz?
Ve onlardan bunları kullanarak bizler de dahil dünyayı "yönetmelerini" isteyebilir miyiz?
* * *
Eğer yapabilseydik!... İnanın dünyanın tüm kötülüklerinin sona erdiğini görebilirdik...
Çünkü insanı doğurarak "yaratan" bir insan; insanı "öldürmeyi" bilemez.
Çünkü her koşulda yaşamı varetmeye koşullanmış bir insan; hiç bir zaman yaşamı yoketmeyi ve yaşamı yok edecek araçları, silahları kullanamaz, savaşamaz.
Çünkü doğurduğunun yaşadığı her çeşit acıyı her defasında yüreğinde duyan bir insan başkalarını acıtamaz.
Onun için dünyanın daha güzel olacağından adım gibi eminim...
Erkeklerin "erk"inin yarattığı egemenlik tüm öteki insanlar için ölümle, yok edişle, acıyla dolu.
Onun için "erk"i onların elinden almalı.
* * *
Tüm bunları kadınlara verilmesi istenen, ancak ne yazık ki "erkek" meclisimizin uygun görmediği "kadınlara pozitif ayrımcılık" konusundaki düşüncelerimi belirtmek için yazdım.
Meclisten ne karar çıkarsa çıksın; yukarıda dile getirdiğim "doğru"ları kabul edenler bence hem bireysel, hem de toplumsal yaşamlarında kadınlara yönelik "pozitif ayrımcılık" yapmalılar.
Kadınlar da bilinçleri ne olursa olsun, bunu bir "eksik"lik ya da "eksiği kapatma" gibi görmemeli ve hangi bağlamda olursa olsun karşı çıkmadan, bunu talep etmeliler.
Şu değerlerin en çok yittiği dünyamızda hiç bir zaman yitirmememiz, eğer yitireceksek de en son yitirmemiz gereken değer "kadın"lar ve "onları duyarlıkları ve duyguları" olmalı.
* * *
Onun için kadınlar için "pozitif ayrımcılık" istemeliyiz.
Yaşamda her şey önce onlara açık, önce onların olmalı.
Geriden başladıkları bu yaşamda yolları hep açık olmalı, açık tutulmalı, korunmalı, kollanmalı.
Örneğin onun için kadınlardan hem evlerinde hem de işlerinde çalışmalarını istememeliyiz.
Eğer "ev kadını", "anne" olmayı seçmişlerse daha o andan başlayarak, dünyanın en zor işine soyunduklarını kabul ederek onları "en ağır emekçi" sayıp erkeklere bağımlılıklarını ortadan kaldırmak ve kendi ekonomik bağımsızlıklarını sağlamak adına en üst düzey neyse o düzeyden maaş vermeli ve yarınları için de güvence yaratacak şekilde sigortalı kılmalıyız.
Yeri geldiğinde onların "bir" oyları "iki" sayılmalı.
Seçilmek onlar için daha kolay olmalı. Gereken yerlerde onlar için özel kontenjanlar tanınmalı. Hem de bu kontenjanlar yarıdan daha fazla olmalı. Çünkü yarı yarıya olursa "basit" eşitlik olur, oysa "pozitif ayrımcılık" erkekler aleyhine eşitsizlik yaratmalı.
Dolayısıyla yaşamın tüm alanlarında, kadının eksiklerini ve eksikliğini tamamlayacak ve gerçekten eşit bir noktadan başlatacak şekilde her alanda "pozitif ayrımcı"lığı temel alan kurallar belirlenmeli. Bunları hep birlikte belirlemeliyiz. İçimize sindirerek belirlemeliyiz. Bu hepimizin "görevi" olmalı.
* * *
Eğer bir gün bunu gerçekten başarırsak, ancak o zaman "benzerlerinden daha geride" yaşama başlayan ve "yaşamı daha güç koşullarda sürdüren" diğer kesimler ve gruplar için de "pozitif ayrımcılık" kuralları geçerli olabilir. Yoksa bugün "işsizler", "yaşlılar", "engelliler", "çocuklar", "hastalar" gibi diğer gruplara tanındığı varsayılan olumlu "özel" hakların hiç birisi şu an olduğu gibi gerçekte varolamaz. Çünkü "Farkı bilmeyen farklılığı yaratamaz!." (MS/YS)
(*) Hiç "erk" sözcüğü üzerinde düşündünüz mü?
Bu yazıyı yazana kadar ben düşünmemiştim. Türkçe'de "güç", ya da "yapabilme gücü" karşılığında kullandığımız bu sözcüğe niye "erk" demişiz acaba?
Kökeni nereden geliyor?
Acaba "erk-ek"le bir ilgisi var mı? Acaba "erk" erkeklerin elinde olduğu için mi bu sözcük yeğlenmiş.
Neden "Erk" yerine "Kad" ya da başka bir "nötr" sözcük seçilmemiş.
Bence bu işte bir kasıt var!
Ve eğer "Erk"i sorgulamaya başlayacaksak önce bu sözcükten başlamalıyız bence.
Ne dersiniz?