Sadece masada oturmayıp hep en az iki kişiyi de yoldan geçenleri imza atmaya ikna etmek için görevlendirdikleri için hem "es geçmek" kolay olmuyor, hem de söylemlerini duyma şansı oldukça fazla.
Karanlık güçler gelecek, kadın haklarını kaybedecek...
Eğer onların masasında duran kağıtlara imza atmazsak ne gibi vahim sonuçlarla karşılaşırız sorusunun cevabı kadın ve erkekler için değişiyor. Ülkenin geleceğinin karanlık güçlerin eline geçmesi ana temasının yanında kadınlara bir de şimdi sahip olduğu hakların Atatürk tarafından verildiği ve eğer imza atmazlarsa bu haklara gerçekten değer vermediklerini gösterecekleri ve bu hakları kaybedecekleri söyleniyor.
Kültürel Araştırmalar Konferansı süresince Inderpal Grewal ve Hülya Adak karşılaşmış mıydı bilmiyorum ama benim kafamda ikisinin konuşması feminizm devlete ve milliyetçi ideolojilere çok yakın durursa neler olur sorusunu birlikte cevaplıyor.
Grewal'in "İmparatorluğun kadınlarının feminizmi" konulu konuşmasının milliyetçilik ve feminizm arasında kurduğu bağlantıları geçen hafta yazmıştım. Bu hafta da "İmza atmazsan hakların elinden gider" lafını duydukça Hülya Adak'ın Kültürel Araştırmalar Konferansı bünyesinde verdiği "Türk Otobiyografik Eserlerde Cinsiyet ve Cinsellik" konulu sunumunun Atatürkçü feminizme değinen bölümleri geldi aklıma.
Millet ve Ben: Kesişen Tarihler
Hülya Adak sunumuna özellikle de Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde yazılan otobiyografilerde millet ve devletle kurulan ilişkilerden bahsederek başlamıştı. Bu konuda kadın ve erkek otobiyografilerinin gösterdiği farklar oldukça çarpıcı. Adak'a göre erkek yazarlar otobiyografilerinde hayatlarını devletin gelişimi ve Kurtuluş Şavaşı'na olan katkıları üzerinden kurguluyor ve özel hayatlarına yer vermiyor. Bu bağlamda erkek yazarlar kendilerini akıl, mantık ve rasyonel düşüncenin vücut bulmuş hali olarak sunuyor okuyucuya.
Kadın otobiyografileri ise erkeklerinden farklı olarak "millet" ve "ben" kavramlarını birbirinden ayrı tutuyor. Kadın yazarlar kendilerini okuyucuya daha alçakgönüllü olarak sunuyor, kişisel hayatlarını milletin tarihini yazmak olarak görmüyor. Kendi hayatlarını millet ve devlet tarihinden ayrı tutan kadın yazarlar ayrıca "Ötekilerle" aralarındaki sınırları daha az kalın ve daha esnek çiziyor. Görünen o ki, kadınların kendi tarihlerini, algılarını ve benliklerini millet ve devletten, onların tarihinden ve kimliğinden daha uzak tutması milli kimlik için "Öteki" olanları daha iyi anlayabilmelerini sağlıyor.
Afet İnan'ın otobiyografisi ise milliyetçiliğin "Ötekilerle" aramıza koyduğumuz sınırların kalınlaşmasında ne kadar etkili olduğunun iyi bir örneği. Adak'a göre İnan'ın otobiyografisi kadın otobiyografileri arasında "biz" ve "ötekiler" sınırını en kalın çizenlerden.
İlk feminist Atatürk'tü
Adak'a göre Atatürk çoğu zaman kadınlara haklarını verip onları özgürleştiren kişi olarak düşünülse de aslında devlet feminizmi kadınların büyümekte olan hareketini durdurup olası bir muhalefetin önüne geçmeyi amaçlıyordu. Devletçi feminizm bu hareketinde o kadar başarılı olmuş ki, şu anda çoğumuzun ne Nezihe Muhittin'den ne de 1923'te 31 Türk kadının kurduğu Cumhuriyetçi Kadınlar Partisi'nden haberimiz var.
Hiçbirimizin Atatürk ve TBMM kadınlara haklarını vermeyi kendi tekellerine almadan kadınların verdiği mücadeleden, başlattıkları siyasi oluşumlardan haberi yok. Kadınlara seçme ve seçilme hakkını veren insanın Atatürk olduğunu bilsek yeter zaten...
1970 öncesi kadın otobiyografilerinde de söz konusu kadın hakları olunca yazılanlar Atatürk'e methiyelere dönüşüyor. Adak bunun en güzel örneklerinin Atatürk'ün manevi kızlarının otobiyografileri olduğunu söylüyor: Sabiha Gökçen'in otobiyografisi Atatürk'e övgüler üzerinden kurgulanmış, Afet İnan ise kadınların oy kullanma hakkını kazanmasının arkasında sadece Atatürk ve Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunun altını çizmiş otobiyografisinde.
Sessizliklerle Anlatılanlar
Ben henüz "imza atmazsan Atatürk'ün kadınlara verdiği bütün hakları kaybedersin" diye benden imza atmamı isteyenlere bunların hiç birini söyleyemedim, ama söylersem de ne olacağını çok merak ediyorum. Hani Nezihe Muhittin'den başlasam ve devlet feminizmi de tekilleştirip kendi kontrolü altına almasa belki çok farklı gelişmeler olurdu diye devam etsem; ve hatta belki kendini milliyetçilikten uzak tutmanın ötekileştirdiklerimizi daha iyi anlamayı sağladığını eklesem?
Adak'a göre cumhuriyet tarihinin önemli kadınlarının otobiyografilerini okurken sadece yazılanlara değil yazılmayanlara da bakmalıyız. Kadınların kendilerini kamusal alanda nasıl temsil ettiği çoğu zaman yazdıklarında değil, uyguladıkları oto-sansürlerde, anlatımdaki kırılmalarda ve sessizliklerde. Belki bir de farklı feminizm vardır oralarda. (EK/EÖ)