Bu yazıda, kadınlara karşı işlenen suçların en büyüklerinden olan namus cinayeti, tecavüz veya intihar süsü verilen katliamlardan bahsetmeyeceğim.
Gerek bu sütunun "iktisat ve toplum" konuları için düşünülmüş olması, gerek kendi uzmanlık alanımın iktisat olması nedeniyle, iktisat disiplininin kadın ve erkekler arasındaki iş bölümüne yaklaşımını özetlemeye çalışacağım.
Erkek egemen toplumun "bilimsellik" kisvesi altında bir yandan kadınları eve hapsederken, diğer yandan ev içinde harcadıkları emeği nasıl değersizleştirerek yok saydığını anlatacağım.
Günümüzde baskın iktisat kuramı olarak kabul gören ve üniversite ders kitaplarını işgal eden neoklasik iktisat, bireylerin, ücret veya gelir karşılığı çalışmak ya da çalışmamak arasında karar verirken sadece kendi çıkarlarını gözeterek özgür bir seçim yaptıklarını varsayar.
Aynı öğretiye göre, bu özgür seçim aslında "çalışmak" ve "boş zaman" arasında yapılır. Çünkü insanlar ancak piyasada satılabilen bir mal ve hizmetin üretimine katkıda bulunuyorlarsa "çalışıyor" kabul edilirler. Böylelikle, bu kuramsal çerçeve, büyük bir çoğunlukla ev içinde ve kadınlar tarafından yapılan işleri iktisadi ve üretken faaliyetler olarak kabul etmeyerek yok sayar.
Oysa, aile yaşamının sürdürülebilmesi, tüm aile üyelerinin yeni bir güne sağlıklı, temiz, karınları tok ve hatta güler yüzle başlayabilmeleri için kadınlar gün boyunca aşçı, temizlikçi, hemşire, öğretmen, tamirci, psikolog ve daha sayamadığım birçok kılığa girerler.
Öte yandan, para karşılığı mal ve hizmet değiş tokuşunun yapıldığı piyasalarda, bütün bu sayılan işler ücret karşılığı yapılmaktadır. Evde kadınlar tarafından yapılırken "üretken olmayan" ve dolayısıyla "değersiz" kabul edilen tüm bu işler piyasanın sihirli çubuğu değdiği andan itibaren "üretken" birer faaliyete dönüşebilmektedir.
Feministlerin yıllardır bıkmadan usanmadan verdikleri mücadele sonucunda milli gelir hesaplarıyla uğraşan Birleşmiş Milletler ve Dünya Çalışma Örgütü gibi bazı uluslararası kuruluşlar ev işlerinin milli gelir hesaplarına katılması, yani karşılıkları ödenmese de, en azından varlıklarının tanınması için çalışmalar sürdürmektedir.
Değişik yöntemler kullanılarak yapılan hesaplamalar yoluyla ev işlerine harcanan emeğin değeri milli gelire katıldığında, örneğin, Kanada'nın gayri safi yurtiçi hasılası (GSYİH) yüzde 34 ile yüzde 54 arasında yükselmektedir. Üstelik, bu oranlar birçok ev işinin ticarileşmiş olduğu bir ileri sanayi ülkesinin durumunu yansıtmaktadır.
Aileler için yaşamsal olan birçok faaliyetin ev içinde, piyasaya çıkmadan ve büyük çoğunlukla kadınlar tarafından yapıldığı yoksul ülkelerde, doğal olarak bu oran daha da yükselmektedir. Örneğin, Nepal gibi bir ülkede, ev içi emeğin değeri katıldığında, GSYİH yüzde 170 artmaktadır. Yani ev içi emeğin katkısı, piyasaya çıkan emeğin katkısının neredeyse iki misli üzerindedir.
Bu noktada akla şu soru gelebilir: Niye ev kadınları var da, ev erkekleri yok, ya da yok denecek kadar az (iktisadi deyimiyle ihmal edilebilir bir düzeyde)?
Madem bireyler piyasaya çıkma aşamasında seçim yaparken "özgür" iradelerini kullanıyorlar, demek ki kadınlar kendileri evde kalmayı tercih ediyor?
İnsanların yaşamdaki tek amacının iktisadi faaliyetlerin üretkenliği ve etkinliği artırmak olduğu konusundaki takıntısı ile ünlü neoklasik iktisadın elbette bu sorulara verilecek "bilimsel" bir cevabı vardır.
Bu kurama göre, yüksek üretkenliğe ulaşmanın en önemli koşulu iş bölümü ve uzmanlaşmadır. İnsanların sahip olduğu niteliklere göre yapılan bir iş bölümü, zamanla uzmanlık kazanılmasına ve dolayısıyla üretkenlik artışına neden olur. Dolayısıyla, her alanda olduğu gibi aile içinde yapılacak iş bölümü de aile bireylerinin üretkenliğini artırır. Dolayısıyla, ailenin ve tüm ülkenin üretkenlik ve refah düzeyi yükselir.
Zaten, kadın ve erkeklerin bir hane çatısı altında bir araya gelmesinin (Türkiye özelinde, evlenmelerinin de diyebiliriz) yegâne nedeni, yapacakları iş bölümü sonucunda elde edecekleri toplam üretkenliğin, tek başlarına olduklarında ulaşabilecekleri üretkenlik düzeyinin üzerine çıkmasıdır.
İnsanların tek başına yaşarken uzmanlaşma olanakları kısıtlıdır. Bir yandan ev işlerini kotarırken, diğer yandan da dışarıda çalışmak zorunda kalırlar. Bu durum ev dışındaki başarılarını engeller. Neoklasik iktisat, kadınların doğuştan sahip oldukları "anaç" karakterleri ve/veya toplumsallaşma sürecinde edindikleri niteliklerle ev içi alanda erkeklere kıyasla göreli bir üstünlüğe sahip olduklarını varsayar.
Öte yandan, erkekler ise sahip oldukları girişkenlik, fiziksel güç, yırtıcılık gibi, piyasa işlerine uygun nitelikleri dolayısıyla ev dışındaki üretimde daha etkin olmaktadırlar. Üstelik, emek piyasasında ücretlerin, çalışanın üretime olan katkısıyla orantılı olarak arttığı varsayılır.
Çalışan ne kadar çok üretebilirse o kadar yüksek ücret alır. Bu varsayım altında, tabii ki, en rasyonel karar erkeklerin ev dışı işleri seçmeleri ve ailelerinin refahını en üst düzeye çıkarmalarıdır.
Bu yaklaşım, kadınların ev dışı işlere katılmalarının aslında ne kadar yanlış bir girişim olduğunu ispatladığı gibi, ev dışında çalışan kadınların, erkeklere göre daha aşağı konumlarda istihdam edilmelerinin ve daha düşük ücret almalarının da nedenini açıklamış olur: bu tür kadınlar "uzmanlık alanları"nın dışına çıkmış, irrasyonel ve yanlış bir seçim yapmışlardır; cezalandırılmaları doğaldır.
Neoklasik iktisadın bu bakış açısı yoğun eleştirilere uğradı, uğruyor. Bu yazının sınırları içinde bu yaklaşımları ve alternatif önerileri aktarmam mümkün olmadı. Umarım, bir sonraki 8 Mart'ı beklemeden tekrar bu konulara dönme fırsatını yakalayabiliriz. (ŞÖ/NM)
* Şemsa Özar'ın yazısı bağımsız sosyal bilimciler- İktisat Grubu sitesinden alındı.