Korkma Bu Akşam Gelip Çalmam Kapını
Perihan Mağden
144 sayfa, Kasım 2004
Radikal gazetesindeki yazılarına devam eden Perihan Mağden, bu yazılarını derlediği kitabında "İnsana iyi gelen o küçük, tatlı, zırva şeyler" listesini anlatıyor.
1,5 milyon liradan satılan ve 100 bin adet basılan kitapta Mağden, yayımlanmış 35 yazısının yanı sıra kitap için özel bir yazı da yazdı.
"Ajda'dan 'Kapı Açık/Arkanı Dön ve Çık"ı dinlemek, Tarkan'dan 'Yak bütün fotoğrafları'nı Altan'ın çalması, sosisli sandviç ve portakal suyu, altı kocaman siyah botlar, kış güneşli günler, İstanbul'da bahar, kızımı şarkı söylerken görmek, kapıyı açınca köpeğimizin beni karşılaması, sokakta kokina satan kadınlar, yürümeyi yeni öğrenen bebekler (uzayyaratığı kıvamında oluyorlar), yeni bir Ann Rule kitabı, kadın arkadaşlarımla çay içmek, yemek yemek, komiklikler yapmak, kalkan mevsiminde yavru kalkan, evde Fatoş'un kurabiyelerinin kokusu -daha çooook uzatabilirim listemi."
Topaç
Gülayşe Koçak
Kanat Kitap http://www.kanatkitap.com
292 sayfa, Kasım 2004
Koçak, Çifte Kapıların Ötesi (Birinci baskı: Oğlak Yayıncılık, 1994; İkinci baskı: İletişim Yayınları, 2003) ve Gözlerindeki Şu Hüznü Gidermek İçin Ne Yapmalı? (Oğlak Yayıncılık, 1997) adlı romanlarından sonra; son romanında farkında olmadan daldığı uykudan uyandırılmaya çalışılan bir toplumun yaşadığı kâbusu anlatıyor.
Yayınevine göre Topaç, içinde uzay gemilerinin, korkunç yaratıkların olmadığı bir bilimkurgu. Gülmenin mümkün olmadığı bir mizah romanı. Kimsenin pek düşlemek istemeyeceği türden bir fantezi.
Yorgun Anılar Zamanı
Ayşe Sarısayın
2004 Yunus Nadi Öykü Ödülü sahibi Ayşe Sarısayın, yeni öykülerini topladığı kitabı Yorgun Anılar Zamanı'nda yine kadın kahramanların arasında geziniyor. Masallar arasında büyüyen bir kız çocuğu, gördüğü mutlu evliliklerin bozulup dağıldığına tanık olmuş bir genç kız, kendi hüzünlü geçmişinden torununu sakınan bir anneanne ve evliliğini sürdürememiş kadınlar... Ayşe Sarısayın, değerlerin sarsılmaya yüz tuttuğu toplumumuzda kadının ne olursa olsun ayakta kaldığını, kalabileceğini gösteriyor bize.
Türkiye'nin Çıplak Tarihi
Okuyan US yayınları
368 sayfa, Ekim 2004
http://www.okuyanus.com.tr/
53 yazar 8 fotoğrafçı, ressam ve sanatçı, "İçimizin Tarihi'ni" anlatıyorlar.
"... Yıllar geçerken bizim de içinde olduğumuz bir tarih yazılmaktaydı. Ama yıllar öylesine akıp gitmiyordu. Bizim üzerimizden geçiyor, içimize giriyor, bazen bizi -biz istemeden- içine alıyordu. Tarih oluşurken bizi de önünde yuvarlıyor, bazen etimizi kemiğimizi ruhumuzu kemiriyordu. Bu kez çok da nesnel olmayalım istemiştik. Madem ki olan bitenin nesnesi bizdik o halde öznel yaşantılarımız da bulaşmalıydı işin içine. Şöyle kanı akan, âşık olan, parasız kalan, hapse giren, hasta olan, çocuğu doğan, soyunan, sevişen bir tarih kitabı olamaz mıydı? ..."
(Cem Mumcu)
Oktay Akbal, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Erhan Bener, Arif Damar, Peride Celal, Nezihe Meriç, Demir Özlü, Adnan Özyalçıner, Giovanni Scognamillo, Ahmet Necdet, Leylâ Erbil, Ece Ayhan, Tahsin Yücel, Uğur Kökden, Hilmi Yavuz, Ferit Edgü, Doğan Hızlan, Önay Sözer, Fikret Demirağ, Ataol Behramoğlu, Pınar Kür, İnci Aral, Erdal Öz, Süreyya Berfe, Ahmet İnam, Necati Tosuner, Hulki Aktunç, Selim İleri, Sina Akyol, Hüseyin Peker, Cemil Kavukçu, Tuğrul Tanyol, Feridun Andaç, Yıldırım B. Doğan, Buket Uzuner, Haydar Ergülen, Turgay Fişekçi, Ahmet Soysal, Adnan Özer, Mario Levi, Nalan Barbarosoğlu, İhsan Oktay Anar, Can Kozanoğlu, İbrahim Baştuğ, Özcan Karabulut, Cem Mumcu, Aslı Erdoğan, Hakan Senbir, Derya Erkenci, Levent Yılmaz, Elif Şafak, Şebnem İşigüzel, Ece Temelkuran. Ara Güler, Mehmet Güleryüz, Komet, Kamil Fırat, Ali Kabaş, Orhan Cem Çetin, Halil Altındere, Nergis Karan.
Akışı Olmayan Sular
Pınar Kür
Everest Yayınları http://www.everestyayinlari.com
244 sayfa, Kasım 2004
Geçtiğimiz ay "Sonuncu Sonbahar" adlı son romanıyla okuyucularla buluşan Pınar Kür'ün 1984 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı alan romanı Akışı Olmayan Sular Everest yayınlarınca tekrar basıldı.
"Yüzeysel ilişkiler ve aşklarla tükenip biten bir ömür yaşanmış sayılabilir mi? Yaşamın kıyısında durup, yaşamın kendisini ıskalayıp yanı başından geçip gidebilir mi insan tüm yaşamı dışarıda bırakarak? Yaşanmayan hayatlar, erişilemeyene duyulan özlem, yarım kalan aşklar geçmişin birer yansıması olarak bugün de karşımıza çıkmaz mı durup dururken? Yaşam ırmağının akmadığını hissedince ölüm bir çözüm olabilir mi?"
Evden Uzakta
Orijinal Adı: The Journey Home
Cathie Dunsford
Okuyan Us Yayınları http://www.okuyanus.com.tr/
325 sayfa, Ekim 2004
Yeni Zelandalı aktivist, feminist yazar Cathie Dunsford, Türkçe'deki üçüncü kitabıyla aramızda.
Evden Uzakta, başka diyarlarda mutluluğu arayan kadınların öyküsü. Hayata tutunabilmek için tüm yürekleriyle savaş veriyorlar ama evden ayrılmanın mutlaka bir bedeli vardır. İşte Cowrie bu bedeli ödemeye hazırlanıyor şimdi.
Kuzey Amerika'da bir üniversite, iki kadın, çok lezzetli egzotik yemekler, tutku, aşk, sevgi, kıskançlık, ayrılık. Hepsi koca bir Maori kazanının içinde pişmeyi bekliyor..
Frankenstein'in Yazarı Mary Shelley'in Romancılığı
Erinç Özdemir
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
147 sayfa, Ağustos 2004
Tanınmışlığını büyük ölçüde yazarı olduğu Frankenstein'a borçlu olan Shelly, romanlarında aydınlanma ve romantizm ekinlerinin kesiştiği ve çatıştığı ideolojik düzlemlerde eril romantizmi hem yücelten hem de sorgulayan söylemler yaratmayı bilmiştir. Bu nedenle Erinç Özdemir, Shelly'nin yazarlığını, romanlarındaki eril ve dişil romantizm öğelerinin çatışmasını, bunların romantizm, aydınlanma ve domestiklik açılarından nasıl biçimlendirildiklerini, romanların içerdikleri çok anlamlılık ve belirsizlikleri irdeleyerek inceliyor.
Frankestein, Haziran 2002 baskısıyla İthaki yayınlarından çıkmıştı.
Korkunun Irmağında
Suzan Samancı
152 sayfa, Kasım 2004
Korkunun Irmağında, şimdiye kadar dört öykü kitabı yayımlanan Suzan Samancı'nın ilk romanı.
"Susuyorduk. Susturuluyorduk... Islak yataklarımızda ancak geceleri konuşabiliyorduk. Nemli karanlıkta sözcükler ıslığa dönüşürken, biçim değiştiren yaşlı çatılara bakıyorduk; sağır ve dilsiz gibiydiler.
Gündüz yataklarımızı ıslatan, kalaslarla saldıran haki renkli adamları kalın enselerinden tanıyorduk; yüzleri yoktu, sesleri de... Ay ışığı yataklarımızın üstünde solarken, kol kola giriyorduk. Ellerimizi yumruk yapmaktan yorulmuyorduk; yorgunluğumuz yedi canlı kediydi, diriliveriyorduk. Sesimiz karanlıkta uzayıp giderken ant içiyorduk..." (Romandan)
Romancının Romanı -Elizabeth Costello
J. M. Coetzee
Özgün Adı: Elizabeth Costello -İngilizce
256 sayfa, Kasım 2004
Romanın kahramanı Elizabeth Costello, yaşlanmakta olan seçkin bir Avustralyalı romancıdır. Dünyanın çeşitli üniversitelerini dolaşarak konferanslar verir. Ancak bu konferanslar, yazarın ahlakî, estetik ve felsefî sorunlarla ilgili düşüncelerinin yanı sıra kendi yaşamöyküsünden kesitler de içermektedir.
2003 Nobel Edebiyat Ödülü'ne değer görülen J. M. Coetzee, bu romanında, kurgusal yöntemlerle kurgu dışı yöntemleri ustaca birleştirerek son derece özgün bir yapıt sunuyor okuyucuya. Romancının Romanı, yüzeyde, bir kadının anne, kız kardeş, sevgili ve yazar olarak yaşamının öyküsü. Ama Coetzee, asıl ustalığını, öykü anlatma sanatının derinliğinde gösteriyor. Romanın şaşırtıcı sonu ise Coetzee çapında bir yaratıcı yazarın hayal gücüne yaraşır düzeyde.
Dostluk Hüznü Paylaşmaktır
Süheyla Acar
158 sayfa, Kasım 2004
"Ağladın. Ardında saklı bir sevdayla bir saklı kent kadar ıssızdın. Gecelerce, yaşamının kocaman, karanlık deliklerle dolu uçsuz bucaksız kıyılarında bir bulup bir yitirdim seni. Dipsiz boşluklara her yuvarlandığımda yeniden gittim o kitapçıya. Kitaplarda, satır aralarında, altını çizdiğin cümlelerde aradım. Bana anlatılanların hepsinden çok o satır aralarının karmaşasında, sözcüklerin bütün gizleri saklayan, sonra bir anda her şeyi söyleyiveren sessiz dizilişteydin, orada buldum seni... Elini uzatıp hayatın akışına bırakmaya ürktüğün bütün duygularınla oradaydın. Sessiz sedasız tutkuların ve kırık dökük umutlarınla, dili tutuk sevdaların ve feryatsız ayrılıklarınla... En büyük hazların ve en derin acıların tam ortasındayken bile, tek bir gün, bir yerde olsun altını çizmediğin duruşunla oradaydın. Öykülerin, masalların, şiirlerin arasında, sana ait olmayan sözlerin arkasındaydın. Saklıydın."
Alyoşa
Emel Koç
297 sayfa, Kasım 2004
Emel Koç'un kaleme aldığı Alyoşa, usta işi bir biyografi olmanın yanında ressam Aliye Berger üzerine yazılmış en kapsamlı kitap olma özelliğini de taşıyor. Kitapta Şakir Paşa ailesinin öbür üyeleri de canlı bir biçimde anlatılıyor.
Kültür ve sanat dünyamızda birbirinden ilginç sanatçılar kazandırmış Şakir Paşa ailesinin küçük kızı Aliye, genç yaşta tanıdığı müzisyen Carl Berger'le unutulmaz bir aşk yaşamış, onunla evlenmiş, ne yazık ki evliliğinin altıncı ayında çok sevdiği kocasını kaybetmişti. İçine düştüğü derin bunalımdan kurtulmak için ablası ressam Fahrünnisa Zeid'in sözlüğünü tutacak, gravür yapmaya başlayacaktı. Çalkantılı hayatı, aldığı ödüller, yaşadığı unutulmaz aşk, onu yakın tarihimizin en ilginç kişiliklerinden biri yaptı.
Anne, Ben Acıktım
Sahrap Soysal
Doğan Kitap
Kasım 2004, 95 sayfa
Sahrap Soysal çocuklarımıza miras bırakabileceğimiz Türk yemek uzaklaşmadan, çocukların fiziksel ve zihinsel gelişmeleri vitamin, mineral, karbonhidrat, yağ gibi temel beslenme öğelerini de özellikle dikkate alarak her ayrıntısına kadar düşürülmüş bir çocuk yemek kitabı sunuyor okuyucuya.
Auschwitz'in Külleri
Charlotte Delbo
Alkım Kitabevi
413 sayfa, Ekim 2004
Charlotte Delbo, 1943'te meşhur 24 Ocak konvoyuyla Auschwitz toplama kampına gönderilen 230 kadından biriydi. Yahudi değildi; Fransız direniş hareketi içinde yer aldığı, R militanı olduğu için tutuklanmıştı. Ayrıca tiyatrocuydu. Savaştan önce ünlü tiyatro adamı Louis Jouvet'nin asistanı olan Delbo, o korkunç ölüm kamplarının dehşet atmosferi içinde bile eline geçirdiği bir Moliere oyunuyla mutlu olabilecek kadar gönülden bağlıydı tiyatroya. Delbo'nun üç kitaptan oluşan ve burada tek cilt halinde sunulan tanıklığı onun bu yanına, tiyatrocu- yazar duyarlılığına ve keskin gözlem gücüne çok şey borçlu. Delbo'nun anlatımıyla, çekilen ıstırapların ortasında çok ustaca çizilmiş insan portreleri beliriyor, aşk ve ölüm, umut ve umutsuzluk, dostluk ve çaresizlik gibi izlekler ete kemiğe bürünerek, ölüm kamplarının bir deri bir kemik kalmış kadın tutuklularının gözlerinden yansıyor, çarpıyor ruhumuza. 20. yüzyılın ve belki de tüm insanlık tarihinin en karanlık, yaşamayanların hayal etmekte bile zorlanacakları bu sayfasını, Nazi toplama kamplarını hem içeriden bir bakışla hem de yaşanmış acıyı da aşan, ölümü ve sevgiyi şiirselleştiren bir dille anlatan bu tanıklığı mutlaka paylaşmak gerek. Unutmayalım diye...
Sıradışı Bir Kadının Otobiyografisi
Erhan Bener
Dünya Kitapları
512 sayfa, Ekim 2004,
"Bir kadının kendini, cinselliğini, tanımasına dair her şey bu romanda var. Trabzon'da softa bir anne ve kendi halinde memur bir babanın kızı olarak büyüyen roman kahramanının ilk adet görmesinden, tecavüze uğramasına, lezbiyenlikten, aile içinde yaşadığı aşka ve ilk cinselliğe oradan tabuların ve katı göreneklerin altında ezilmesine kadar taşra hayatına dair her şeyi anlatıyor Bener... Erhan Bener romanı bir monolog gibi yazmış. Sıra dışı Kadın'ın eski hocasına içini döktüğü, bir yandan ona aşkını itiraf edip bir yandan da çıkış yolu önermesini istediği upuzun bir mektup bu." Cem Erciyes/ Radikal gazetesi Kitap Eki
Nefes
Nuriye Akman
317 sayfa, Ekim 2004
Radikal gazetesinin kitap ekinde, "Nefes" şu sözlerle tanıtılıyor: Ünlü röportajcı Nuriye Akman, iyi bir hikayesi ve zengin tasvirleri olan bir romanla karşımızda. Hayalle gerçek arasında gdip gelen masal ve efsanelerden beslenen bir roman bu.
"... İğde camdan içeri üflemeye başladı. Üçünü de bir ürperti sardı. Nice sonra kaos bitti. Ağacın ritmi çocuğa doldu. Toprağın altında yürüyen tüm böceklerin ayak sesleri yorganın altına sızdı. Ardından otların solukları yastığa ilişti. Uzak denizlerden iki dalga yanaştı ruhuna; bir yükseldi, bir alçaldı; hışırdayarak çarşaf olup çocuğun altına uzandı. Sırrı tempo tutar gibi nefesini onlarınkine uydurdu. Korkusu buharlaştı. Yine de sükunundan bir kelime bile doğmadı... Ve... Biz size kaval çaldık, siz oynamadınız. Biz yas tuttuk, siz ağlamadınız..." N. Akman
Aşk da Aldatır
Valérie Tong Cuong
Özgün adı: Oü je suis - Fransızca
Çeviren: Yaşar İlksavaş
174 sayfa, Ekim 2004
Valérie Tong Cuong, Sekiz sene gazetecilik ve iletişim alanında çalıştıktan (geceleri yazarak) sonra, kendini yazmaya ve müziğe vermek için her şeyi bıraktı. Romanın arka kapağında şunlar yazıyor.
"Yalnız bir kadın... Etrafındaki insanlara rağmen yapayalnız... Çocukluğundan beri kenara itilmiş, azarlanmış, küçük görülmüş bir insan... Ve yüreğinde hiç unutamayacağı bir anı taşıyor, bir taciz anının görüntüsünü. Hayata dair birçok değerini ve gücünü kaybeden, karşı cinse intikam ateşiyle yaklaşan bir kadın ve sonunda kurtuluş olarak sığınmayı seçtiği tek sahil, yine bir erkek. Hiçbir yaşananın yalnızlık kadar acıtmayacağını bildiği ruhunu ve bedenini teslim ettiği o güçlü varlığın gün geçtikçe başkalaşışını, uzaklaşışını izleyen bir kadının iç acıtan hikâyesi.
Bir Bekleyenim Olsa
Anna Gavalda
Özgün Adı: Je voudrais que quelqu'un m'attande quelque part - Fransızca Çeviren: Yaşar İlksavaş
141 sayfa, Ekim 2004
Anna Gavalda'nın bu kitabı, daha ilk satırından itibaren okuru saran bir öykü derlemesi. Televizyondan katil olduğunu öğrenen bir pazarlamacı, tecavüzün acımasız bir öç almaya yönelttiği sessiz veteriner kadın, çalan bir cep telefonunun berbat ettiği bir randevu, bir yayıncıya büyük umutlar bağladığı kitabını götüren genç bir anneye kitabın elde ettiği müthiş başarıyla gelen servet ve şöhret!..
Takı Yapımı ve Tasarımı
Didem Gezek/Elvan Gezek
İnkilap Yayınevi
144 sayfa, Ekim 2004
Takı yapımının derinliklerini keşfetmeye hazır herkesin ve takı tasarımcılarının ihtiyaç duyabileceği, en temelden en geliştirilmişine tüm teknikleri kısa zamanda uygulatmaya yönelik ve tasarım alanında yol gösterici niteliği olan bu kitapta 60 modelin yapımı fotoğraflar ile aşamalandırılmış olarak açıklanırken, bu modellerde yer alan tekniklerle uygulanabilen farklı modeller de gösteriliyor.
Kutsal Fahişeden Bakire Meryem'e Toprak ve Kadın
Emre Caner
SU Yayınları
152 sayfa, Eylül 2004
Doğa birkaç milyar yıl önce canlıları cinsiyetleştirip erkek ve kadını birbirine sunmuştu. Ama toplumsal hayata geçen insan, cinselliği içinden çıkılmaz bir sorun yumağı haline getirdi. Oysa beden sadece kendisine yüklenmiş görevleri yerine getiriyordu.
Kadın önce bereketin simgesi olarak kabul edildi ve kendisi gibi doğurgan olan toprakla özdeşleştirildi. Böylece adına kutsal mekanlar yapıldı, bu mekanlarda ona tapınıldı. Zaman içerisinde tapınma, tapılanın sahiplenilmesine dönüştü...
Bu çalışma, insanın varoluşundan günümüze tanrıçalaştırılan, fahişeleştirilen, lanetlenen ve nesneleştirilen kadın bedeninin, toplumsal hayattaki serüvenini özetlemektedir.
Araba Aldım Kadın Oldum
Nazmiye Güçlü
245 sayfa, Ekim 2004
biamag'daki "Sakat Bakış" köşesinin yazarı Nazmiye Güçlü'nün kitabının arka kapağında, kitabın adının nerden geldiği de özetleniyor.
"Kırmızı ışıkta durdum. Yanımdaki arabanın şoförü bir şey söylüyor gibi geldi. Camı tamamen açıp dikkatli bir şekilde baktım, ne söylediğini anlamak için. 'Çok güzelsin yavrum!' dedi. O güne kadar sadece sakattım, araba alınca birden kadın olmuştum. Güldüm, teşekkür ettim. Adam şaşırdı.
Heyecandan her yanım titriyordu. Otuz beş yaşımdaydım ve hayatımda ilk kez bir erkek bana laf atıyordu. Sonradan düşününce bunun aslında bir taciz olduğunu, başka bir kadının kızacağı bir şeyden hoşlandığımı fark ettim.
Yıllardır sokakta yürürken sadece alay etmek amacıyla, 'Bak topal geçiyor!', 'Vah vah pek de güzelmiş' gibi laflar atmıştı bana erkekler. Oysa şimdi kadın olduğum için laf atıyorlardı.Tacizden hoşlanıyor olmamı kimselere anlatamıyordum. Utanç verici bir şeydi ama hoşlanıyordum işte!"
Genin Yüzyılı
Evelyn Fox Keller
Özgün adı: The Century of the Gene
Çeviri: Haluk Barışcan
184 sayfa, Ekim 2004
ABD'li bilimci ve feminist düşünür Evelyn Fox Keller (www.metiskitap.com/Scripts/Catalog/Author.asp?ID=23908) Genin Yüzyılı'nda genetik ve moleküler biyoloji alanında gen kavramı sayesinde elde edilmiş olan kazanımların, tarihsel bir bakış açısıyla kapsamlı bir analizini yapıyor.
"İnsan Genom Projesi'nin yakın tarihlerde tamamlanmış olmasının anlamı ve bilgisayarlarla canlı organizmalar arasında kurulan analojilerin ne ölçüde işe yaradığı gibi daha popüler meseleleri de değerlendiren kitap, bilimsel düşüncede kaydedilmiş aşamaları, pasif bir biçimde öğrenilip iman edilmesi gereken nihai hakikatler olarak sunmuyor. Eskileri sarsacak yeni hakikatler aramaya kılavuzluk eden ipuçlarının izini sürerek, bilimin bir donmuş doğrular deposu değil bitimsiz bir faaliyet olduğu gerçeğini vurguluyor."
Düşük Kalorili ve Pratik Yemekler
Ferin Batman
Kapital Yayınları
152 sayfa, Ekim 2004
Beslenme ve Diyet Uzmanı Ferin Batman "Bir yemeğin lezzetli olabilmesi için bol yağlı, şekerli, kremalı kısacası yüksek kalorili olması şart değildir. Damak tadınız için sağlığınızdan ödün vermek zorunda değilsiniz. Birkaç sihirli dokunuşla hem lezzetli hem de sağlıklı yemekler hazırlayabilirsiniz" diyor.
Dört Yapraklı Yonca
Bircan Usallı Siran
Epos Yayınları
453 sayfa, Ekim 2004
"Fatma Girik, Türkan Şoray, Filiz Akın ve Hülya Koçyiğit... Yaşlanmayan, eskimeyen, hep beğeniyle alkışlanan dört ünlü kadın. Asla özgür olamadılar. Asla gerçek anlamda mutlu da olamadılar. Asla çok zengin olamadılar. Asla tatmin de olmadılar. "Keşke"leri hep oldu. Met-cezirleri, artıları, eksileri, özlemleri, arzuları, gizli kalmış acıları, paylaşmadıkları sevinçleri... Aldatılmışlıkları bir de." Televizyon gazetecisi ve bir çok sanatçının basın danışmanlığını yapmış Siran'ın söyleşileri "bu kadınları niye sevdiğimizi anlamamızı" sağlamayı amaçlıyor.
Cemile
Orhan Kemal
152 sayfa, Ekim 2004
Cemile Orhan Kemal'in hayatından satırlara taşan bir roman. Arka planında 1934 Adana'sındaki yoksul bir işçi mahallesinin ve işçilerin ekmek parası için verdiği mücadelenin anlatıldığı; güzel Boşnak kızı, işçi Cemile ile 24 lira 95 kuruş aylığa mahkum Katip Necati'nin aşk öyküsü. Orhan Kemal kahramanlarını ve yaşadıkları çevreyi o kendine özgü gerçekçiliğiyle resmederken, yaşanan onca yoksulluğun yanında, düşmanlıklara, ilkesizliğe, toplumun duyarsızlığına karşı, insanları ayakta tutan dayanışma ve dostluk bağlarının gücünü vurguluyor.
Kör Ayna, Kayıp Şark
Nurdan Gürbilek
242 sayfa, Ekim 2004
"Kör Ayna, Kayıp Şark edebiyata yön veren endişelerden söz ediyor. "Endişe" derken yalnızca yazarın değil, okurun da yabancısı olmadığı, başkalarına bir şeyler anlatmaya çalışan hemen herkesin yakından tanıdığı huzursuzluğu kastediyorum. Anlatmak istediğimi iyi anlatabilecek miyim? Etki altında mı kalacağım yoksa? ... Ama ben edebiyatın huzursuzlukları, anlatmanın sancıları üzerinde yoğunlaşan bu kitapta, bugüne kadar daha çok "Batılılaşma", "ulusal kültür", "kültürel kimlik" gibi kavramlar etrafında tartışılagelen sorunların yazar için nasıl olup da içsel bir endişeye dönüştüğünü anlamaya çalıştım." N. Gürbilek
İzmir Büyücüleri
Mara Meimaridi
Çeviren: Şebnem Christakopoulos
412 sayfa, Ekim 2004
Yunanistan'da 250 bin kişinin aldığı kitapla ilgili şunlar yazılıyor.
"Bundan yüz yılı aşkın bir süre önce, İzmir'de Katina adında bir genç kız yaşarmış. Bu kız bir erkeği gözüne kestirir ve ne yapar eder, sonunda onu ağına düşürürmüş.Katina tam dört yakışıklı ve zengin erkekle evlenmiş. Çünkü Katina onları 'büyü'lüyormuş; güzelliğiyle değil ama, otlarla, iksirlerle, dualar ve muskalarla...
İzmir Büyücüleri, geçmiş zamanda, Türklerin, Yahudilerin, Ermenilerin, Rumların ve Levantenlerin zengini yoksulu, kadını erkeği güzeli çirkiniyle bir arada yaşadığı İzmir'de mahalle kültürünün çok renkliliği içinde, kadınların kıskançlıkla, dalavereleriyle ve en başta büyülerle örtülü o en mahrem dünyasını masal tadında anlatıyor."
Beden Emek Siyaset
Gülnür Acar Savran
388 sayfa, Eylül 2004
Yıllardır feminist hareket içinde yer alan Gülnur Acar Savran, Beden Emek Tarih'te feminist politikanın biçimlerini ve araçlarını sorguluyor; ikilikleri aşan diyalektik bir feminizm için kuramsal bir çerçeve oluşturmaya girişirken toplumsal bilimlerin son yıllarda yıldızı parlayan kuramlarıyla hesaplaşıyor:
Kitabın ana yazılarının ilk üçü, kamusal/özel, eşitlik/farklılık, evrensel/yerel, üretim/yeniden üretim, değişim değeri/kullanım değeri türünden ikiliklerin aşılması, ötesine geçilmesi perspektifini dile getiriyor.
Uçuştan Uçuşa
Özgün adı: Changing Planes
Ursula K. Le Guin
Çeviri: Çiğdem Erkal İpek
Ekim 2004
Yerdeniz'in yazarından bu kez farklı dünyaları anlatan bir kitap. Bir tür seyahat kitabı ya da gezi rehberi. Bildik bir mekânda, havaalanında başlayan seyahatler bunlar, ama yolculuk için uçak şart değil. Havaalanına varışla uçağa ayak basana kadar geçen o eziyetli saatlerde gergin bir ıstırap, bıkkınlık, hazımsızlık ve nabız artışı boyutlar arası seyahati başlatmak için yetiyor da artıyor bile.
Uygulamalı genetik biliminin mucizesi İslac halkı, sessizliği laf kalabalığına yeğleyen Asonular, öfkenin ele geçirdiği Veksiler, Ansarların biyolojik döngüsü, kolektif rüyaları paylaşan Frinliler, hemen herkesin Kraliyet Ailesi'nin bir üyesi olduğu Hegnler, hiç uyumayan insanlar, ölümsüzler ve diğerleri...
Ekolojik felaket, gen teknolojisi, mühendislik, inanç savaşları, kontrolsüz tutkular ve tamahkârlık hakkında bir tür kehanet gibi de okumak mümkün; dil, tercihler, sabır, erdem, aşk ve benzersiz dünyalar hakkında sürükleyici öyküler olarak da.
Çöl Kraliçesi
Özgün Adı: The Desert Queen
Janet Wallach
Çeviren Püren Özgören
539 sayfa, Ağustos 2004
Arap yarımadasının her yanında "Çöl Kraliçesi" diye adlandırılan Gertrude Bell, Kraliçe Victoria döneminin seçkin bir ailesi ve ayrıcalıklı çevresi içinde yetişmesine karşın, bu çevrenin sunduğu nimetlere sırt çevirip yaşamını Arabistan çöllerinde sürdürmeyi yeğledi.
Bölgeyi karış karış gezerek haritalar çıkardı, kazılara katıldı. Çeşitli aşiretlerin ve hiziplerin üyesi olan siyaset adamlarıyla ve dini liderlerle olduğu kadar halkla da kaynaştı.
Gertrude Bell'in Arabistan'da böylesine benimsenmesi, Birinci Dünya Savaşı'nda İngiliz istihbarat servisinin onu en uygun kişi olarak görevlendirmesiyle sonuçlandı. Arabistanlı Lawrence olarak bilinen T. E. Lawrence'ı da bir anlamda yetiştiren, ona yol gösteren, akıl hocalığı yapan, onun nüfuzlu kişilerle ilişki kurmasını sağlayan da Gertrude Bell oldu. Bell, savaştan sonra Arabistan'daki yaşamını sürdürdü ve günümüz Orta Doğusunun biçimlenmesinde büyük rol aldı. O dönemde İngiltere'nin en güçlü kadını durumuna gelen Gertrude Bell, başta Irak olmak üzere Arap yarımadasındaki ülkelerin sınırlarının çizilmesinde belirleyici oldu.
Çöl Kraliçesi, bir anlamda Osmanlıları Arap yarımadasında arkadan hançerleyenin Lawrence'dan çok Bell olduğunu gösteriyor. Bu çabalarının amacı, Arap halklarının özgürlüğü ya da İngiltere'nin petrol yataklarına egemen olması mıydı? Yoksa Osmanlılara (belki de bilinçaltında) beslediği bir öç alma duygusu muydu? Gertrude Bell'in büyük aşkla tutkun olduğu sevgilisinin Gelibolu savaşında öldüğünü okuyunca, insan bunu düşünmeden edemiyor doğrusu.
Unutma Bahçesi
Latife Tekin
304 sayfa, Ekim 2004
"Unutacağımız hiçbir şey kalmayana dek her şeyi unutabilsek tanrıyla karşılaşacağız ama oraya kadar unutmayı beceremiyoruz bir türlü... demiştim. İnsan iniyor aşağı, ama bir noktada soluksuz kalıp yukarı sıçrıyor, demişti, unuttuğun kadarı bile fazla bana kalırsa, boş laflar ediyorsun...
Her şey geçmişte gömülü, başlangıçta diyorum ben. Şeref, Sırlarımız gelecekte çözülecek ama dediğinde de soluğumun açıldığını hissediyorum. Söyleyecek olsam, Benim öyle seni rahatlatmayı düşünerek böyle konuştuğumu sanıp kendini yanıltma, "der,"unuta unuta in aşağı sen...
Madem anılar bizim atıklarımızmış, unutmanın sonuna var, anlarsın... Tanrı senin yüzüne bakıyor muymuş? Her şeyin başına dönmek isteyen nedir biliyor musun, akıl ister bunu... Aklı da kendi haline bırakmamak gerekir, aptalca işlere kalkışır çünkü... "
Hayat Geçiyor, Sen Neredesin?
Çiğdem Anad
232 sayfa, Ekim 2004
Nasıl bir çevreydi ki yaşadığı; iktidar, güç mücadelesi veriliyordu çevresinde. Evlerde, işlerde koltukların derisi sık sık değiştiriliyor, bilgisayar modelleri yenileniyor, cep telefonları aralıksız öttürülüyor, cila atılmış mafya yürüyüşleri yerleri tutuyor, uyuşturucu ile beslenen pazılar duvarları yıkıyor, botokslu bakışlar çocukları deliyordu. Kıçı büyük, boyu uzun erkek arabaları yayaları çiğniyor, su gibi ezberlenmiş metinlerle bilgiçlik taslanıyordu. Kızım, oğlum sıfatlarıyla adam yerine konulmuyordu çalışanlar, cahil, dağlı tamlamasıyla yeriliyordu milletvekilleri, hırsız, dolandırıcı nitelemesiyle küçümseniyordu işadamları, hazır yiyici, doğuştan muhalif yakıştırmasıyla iki paralık ediliyordu işçiler. Değerli olan ne kalmıştı?
Usta haberci Çiğdem Anad'ın özgün bir dil işçiliğiyle kurduğu metinler, zaman içinde insanı şaşırtan bir bilinmezliği, hayatı anlatmayı sürdürüyor. Hayat Geçiyor, Sen Neredesin? bu topraklarda yaşayan insanlara çeyrek yüzyıl içinde bir ülkenin nasıl da değiştiğini gösteriyor. İsmini kendi ruhuna kazımış Rüzgâr Sesi'nin, Ana Kraliçe'nin, Ateş Böceği'nin ve Boğa Gücü'nün gölgeleri kent sokaklarına düşüyor Anad'ın kaleminde.
Onlar hayattan aldıkları ve hayata verdikleri kadar var oluyorlar bu dünyada. Yollarını yitirdikleri metropol labirentlerinde ne kadar silkinip gelebilirlerse kendilerine, o kadar mümkün tutunmaları hayata. Biraz da bunun imkânsızlığı değil midir hayatın gerçeği? Çiğdem Anad, çoğumuzun susup kaldığı o sorulardan birini soruyor: Hayat Geçiyor, Sen Neredesin?
Sonuncu Sonbahar
Pınar Kür
330 sayfa, Ekim 2004
Yazarın nihai amacı anlaşılmaksa, katilin nihai arzusu da yakalamaktır. Ama her ikisi de keşfedilmeye karşı önlem alırlar - ya da yapılan işin iyi olması için almaları gerekir. Çünkü kolay keşfedilmek beceriksizlik, hiç keşfedilmemek ise başarısızlık anlamına gelir.
Roman ile gerçeklik arasında, bir yazarla bir katil arasındaki kadar güçlü bir benzerlik olabilir mi? Romanın içine hapsolmuş gibi görünen bir kahraman, roman bitince de yaşamaya devam edebilir mi? Bir Cinayet Romanı'nda tanıştığımız matematik profesörü Emin Köklü, Sonuncu Sonbahar'da tekrar karşımıza çıkıyor ve bu kez kurgusal bir cinayetin değil, gerçek bir cinayetin izini sürmeye koyuluyor. Ancak gerçek cinayetlerin en az roman cinayetleri kadar karmaşık olabileceğini hesaba katmayarak içinden çıkılması zor bir maceranın tam ortasında buluyor kendini. Sonuncu Sonbahar, kurguyla gerçekliğin ustalıkla örüldüğü, bir solukta okunacak bir Pınar Kür romanı.
Bayan Gulliver Cüceler Ülkesinde
Orijinal adı: The Mistress of Liliput or The Pursuit
Alison Fell
Çevirmen : Zeynep Çiftçi
285 sayfa, Ağustos 2004
Bu kitabın kahramanı "Bayan Gulliver" yabancımız değil. Jonathan Swift'in ilk kez 1726'da yayımlanan ve bir yergi başyapıtı olarak edebiyat tarihinde haklı bir yer edinen eserini, okurlar kimi zaman Gulliver'in Gezileri diye, kimi zaman Gulliver'inSeyahatleri diye okuyup tanıdılar. Bu romana aşina olanlar, o dönem İngiltere'sinde yaygın değer ve inançlarının temsilcisi konumundaki bir cerrah ve kaptan olan Lemuel Gulliver'ı da, denize açılıp ortadan kaybolmasından sonra geçirdiği köklü değişimleri de hatırlayacaktır. Ne var ki aynı okurlar, geride bıraktığı saygıdeğer eşi Mary Gulliver hakkında, olup bitenlere çaresizce seyirci kalışı dışında pek bir şey hatırlamayacaktır.
Şair ve romancı Alison Fell, geride bırakılmış bu silik roman kahramın için yepyeni bir hayat, yepyeni bir kader hayal ediyor. Swift'in romanında payına fazla bir şey düşmeyen bu kırık gönüllü kadın kahraman, Alison Fell'in hayal gücünü arkasına alarak kendine ait bir maceraya yelken açıyor. Bu yolculuk sorumsuz, sevgisiz ve bencil bir koca yüzünden bastırılmış kadınlığını yeniden keşfetmeye, kendini tanımaya, hayatı ve aşkı öğrenmeye dönüşüyor...
Acayip Hisli
Kate Atkinson
Çeviri: Devrim Kılıçer Yarangümeli
Okuyanus Yayınları 9/2004
460 sayfa, Eylül 2004
Üniversite öğrencisi, kızıl saçlı, kendi halinde bir genç kız olan Effie...
Babasının kim olduğunu merak eden Effie...
Effie, bebek maması yiyip televizyon izleyerek yaşayan ve Uzay Yolu dizisindeki karakterlerin gerçekte var olduklarına inanan sevgilisi Bob'la birlikte yaşıyor.
Yaratıcı yazarlık dersinden kalmaktan korkuyor, ya da belki, nedense hiçbir şeyden korkmuyor. Nasıl yani?..
O da bilmiyordu, kitabın sonuna dek!
Yıldız: Hülya Koçyiğit
Dost Kitabevi Yayınları
194 sayfa, Eylül 2004
Sinemamızın başlıca kadın oyuncularından Hülya Koçyiğit'i birçok farklı açıdan ele alan bu derleme, sanatçının oyunculuk serüvenindeki dönemeçleri Türk sinemasının geçirdiği evrimin bütünlüğü içinde irdeliyor.
Koçyiğit'in oyunculuğunu sinematografik bir çerçevede değerlendiren katkıların yanı sıra, sanatçının yaşamındaki belli başlı kesitleri de aktaran çalışma, Erdal Doğan'ın Koçyiğit'le yaptığı söyleşi sayesinde sanatçının sinema dünyasına kendi bakış açısından ışık tutuyor.
Koçyiğit'in Türk sineması içindeki rolüyle sınırlı kalmayıp sanatçının bilhassa seksenli yıllardan itibaren geliştirdiği toplumsal duyarlılığın anahatarlarını da bütün açıklığıyla gözler önüne sererken Koçyiğit hakkında şimdiye dek kaleme alınan en bütünlüklü dökümlerden biri olma özelliğiyle öne çıkıyor.
Casus Belli ya da Helena: Ölümsüz Antikite 3
Hikmet Temel Akarsu
Telos Yayınları
315 sayfa, Ekim 2004
Ölümsüz Antikite'nin üçüncü cildi "Casus Belli ya da Helena", antik söylencelerin ve mitolojinin en çok ilgi çeken efsanelerinden biri olan "Üç Güzeller" yarışmasından esinlenilerek kurulan bir alegori çerçevesinde dünyanın sosyal ve siyasal düzenine kuramsal analizler getiriyor. Silikon Vadisi'nde yaşayan Silikonyalılar'ın "Olimposlular"la sembolize edildiği romanda, tüm dünyayı ele geçiren ve insanlığı köleleştiren bu küçük grubun, sapkın ve hedonist bir yaşam tarzı ile insancıkları birbirlerine kırdırarak iktidarını sürdürdüğü "karanlık" bir gelecek anlatılıyor.
Günümüzde de derin göndermeleri olan bu disütopik "kara-roman"da, olayların, tragedyaya dönüşmesini kaçınılmaz kılacak bir öğe her zamanki gibi olayların merkezinde: Türünün en iyi örneği olan iki gencin büyük aşkı... Adaletsiz Olimposlular, bu tür insansal zaafları hiçbir zaman ıskalamadılar ve bunları kullanarak insancıkları tragedyalardan tragedyalara sürüklediler. Tıpkı bugün dünyayı ele geçirmiş dev şirketlerin en büyüklerini içinde barındıran Silikonyalılar'ın yaptığı gibi...
Bu, onları her zaman tragedyalara sürüklese de; insanlar asla aşık olmaktan ve sevdikleri için kalplerini kıyıcıların karşısında kalkan yapmaktan geri durmadılar... "Casus Belli ya da Helena" işte bunun, yani; tüm zamanların en önemli "savaş nedeni"nin romanı... Güzellik ve ona duyulan tutkunun; trajik aşkın romanı...
Eğreti Gelinler
269 sayfa, Eylül 2004
Dünyaya sessizce gelmişti eğreti gelinler ve yine öyle gideceklerdi. Mezar ziyaretlerinden biri Kostak Emine'yi ele verdi; yazarıyla karşılaştırdı.
Denizli'den (Göller Şehri'nden) başka hiçbir yerde yaşanmamış olan "eğreti gelin geleneği"ni el altından yürüten zengin aileler, ergen oğullarını kadın bedeniyle tanıştırıp evliliğe hazırlarken, kendi evlerinde özel döşeli bir oda açıyorlar. Sevişgen bedenlerini karın tokluğuna mektepli delikanlılarına sunan bu kadınlar, eğreti gelinlikleri süresince yol yordam öğrenip bilgileniyor, insanca bir hayatı rüyada yaşıyorlar. Kozalarını delip kelebek olmak isterlerse, kızgın buhara sokulup canlanmaları önleniyor.
30+ Yalnızlığa Veda
Sinem Güdüm,
Eylül 2004, 128 Sayfa,
Üç farklı ülkeden üç ayrı kadın...
30'lu yaşlarda, bekar, eğitimli,
kendine yeten, meslek sahibi kadınlar hepsi...
"Bu böyle gitmez!" diyecek cesareti
bulup, hayatlarının kontrolünü ellerine
almak için yollara düşmüş, yeni bir
başlangıç için her şeyi göze almışlar...
Hayatınızı değiştirmek elinizde. Yeter ki ne sonlardan korkun ne de başlangıçlardan!
Harem Penceresinden II. Abdülhamit
İsmet Bozdağ,
Truva Yayınları, Tarih-Anı Dizisi
160 sayfa, Eylül, 2004
Dünya hanedan tarihinde, sarayda yaşayan kadınların ya da erkeklerin günlük tuttuklarına çok az rastlanmıştır. Oysa Fatih'ten bu yana Harem'de günlük tutulduğu anlaşılmaktadır. Çünkü bu günlükler II. Mahmut'un eline geçmiş ve bunların hemen ortadan kaldırılması irade edildiği için Darüssaade kapısında yakılmışlardır. Fakat II. Mahmut'un ölümünden sonra tahta geçen oğlu Abdülmecit zamanında kadınefendilerin bilgisi altında okur yazar cariyeler ve sultan hanımlar tarafından yine günlük tutulmaya başlanmış ve bu belgeler günümüze kadar gelmiştir. Bugün, İsviçre bankalarında muhafaza edilen bu hatıralardan bazı alıntılar elimizdedir. Bu kitapta, bu alıntılardan iki olayla ilgili bölümü, tek kelimesine dahi dokunulmamış haliyle okuyacaksınız.
Derin Yırtmaç
Bilgi Yayınevi, öykü
112 sayfa, Eylül 2004
Mor menekşeler gibi ağaç diplerinde, çalı aralarında gizlenen çekingen ayrıntıları nasıl da görüyor Yener; kırılganlıklarını örselemeden, birer birer nasıl da alıp her birini, elinde kitabı, bir kır kahvesinde oturmuş yaşamın anlamını arayan ya da çimenlere uzanmış düşlere dalan okurların öykülerine gizlice yerleştiriveriyor... Ve Mavisel Yener, kendi öykülerinin içinde sessizce dolaşıp sözcüklerini, dile ve yaşamın özüne olan duyarlılığı ile ışıklandırırken, yolunu bulamayan erkekleri, kimliğini arayan kadınları, sürekli değişen zamanı, unutulmuşlukları, görünmez ayrıntılar olmaktan çıkarıp kozasından kurtulan mavi bir kelebeğe dönüştürüyor.
Eşlerine Göre Ediplerimiz
Sermet Sami Uysal,
Hazırlayan: Esra Keskinkılıç
Leyla ile Mecnun Yayınları,
400 sayfa, İstanbul, 2004
Zordur meşhur insanlara dokunmak... Hayal dünyamızda Kaf dağının zirvesine oturttuğumuz bu insanların aslında sıradan insanlar gibi yaşadığını düşünemeyiz ya da düşünmek istemeyiz... Orhan Kemal çok iyi salata yapar... , Oktay Rıfat mükemmel bir marangozdur; hatta evindeki masa, koltuk ve sandalyeleri kendisi yapmış! , Ahmet Muhip Dıranas evde çıplak ayak gezmeye bayılırmış! , Bedri Rahmi Eyüboğlu ütü tamir ediyormuş! desek birçoğunuz yadırgarsınız... Bunu bildiğimiz için de en iyisi ediplerimizi eşlerinin dilinden dinlemek dedik! Üstelik elinizde bu konuda mükemmel bir kaynak bulunuyordu: Sermet Sami Uysal ın, elli yıl önce döneminin en ünlü edebiyatçılarıyla yaptığı ve Cumhuriyet gazetesinde Eşlerine Göre Ediplerimiz başlığı altında yayımlanan röportajlar...
Diri Diri Yanmak
Orjinal Adı: Brulee Vive
Souad,
Çeviren: Harika Sirel Şeren
Bilgi Yayınevi, roman
182 sayfa, Eylül 2004
Souad on yedi yaşında ve aşık. Köyünde, daha pek çok köyde olduğu gibi, evlenmeden önce aşk, ölümle eş anlamlıdır. "Namusu" lekelenmiş olduğu için, ailesi eniştesini cezaya uygulamakla görevlendirir.
Yan odada hapis olan Souad mahkumiyetini duyar. Ertesi gün evinin avlusunda çamaşır yıkamaktadır. Eniştesi yaklaşır. Onu benzinle ıslatır ve kibriti çakar, Souad diri diri yanar.
Herkesin gözünde bu adam bir kahramandır. Bunun adı "namus cinayeti"dir. Aslında alçakça bir cinayettir.
Cinayeti işleyen kovuşturulmaz, hiçbir tehlikeyle karşı karşıya değildir, çok ender olarak hüküm giyer. Her yıl, dünyada ve Türkiye'de böyle binlerce vaka saptanmakta ama pek çoğu da bilinmemektedir.
Acımasızca yakılan Souad'ı bir mucize kurtarmıştır. Ve Souad bugün, hayatları tehlikede olanlar için konuşmaya karar vermiş, dünyaya bu barbarca uygulamayı anlatmak istemiştir. Hayatını tehlikeye atarak bu işi yapmıştır, çünkü ailesinin "namusuna" yapılan bu saldırı zaman aşımına uğramaz.
"Diri Diri Yanmak" çok üzücü bir tanıklıktır ama aynı zamanda bir çığlık, bir çağrıdır. Tüm bu kadınların ölümünü örten, dayanılmaz sessizliğin tabusunun kırılması için bu çığlığın atılması gerekir. Erkeklerin yasasının kurbanlarının...
Ben Kimim?
Türkiye'de Sözlü Tarih, Kimlik ve Öznellik
Leyla Neyzi,
İletişim Yayınları, Dizi Araştırma-İnceleme
223 sayfa, Eylül 2004
"Ben Kimim?" Herkesin kendine bir ara ya da ara ara mutlaka sorduğu soru değil mi bu? Belki de insanın "asıl" sorusu...
Leyla Neyzi'yle yaşam öykülerini paylaşan insanlar da bu soruyu soruyorlar, bu "asıl" sorunun ve cevaplarının izini sürüyorlar.
Sabetaycı kimliğinin kamusal alanda ve aile içinde gizlenmesine itiraz eden Fatma Arığ... Kurtuluş Savaşı sırasında cephede tuttuğu günlükte Türkiyeli bir Yahudi olarak Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında kalışını, ironi ve mizahla yenmeye çalışan Yaşar Paker... İzmir yangınını anlatırken kimi zaman kozmopolit geçmişi kimi zaman da Türk milliyetçiliğini olumlayan Gülfem İren... Dedelerinin belleği yoluyla Dersimli kimliklerini yeniden keşfeden Metin ve Kemal Kahraman... Dersim '38'i yaşam öyküsünün başlangıç noktası olarak alan 1970 doğumlu Gülümser Kalik... Hem kendi toprağında hem de göç ettiği yerde azınlık olan Antakyalı Arap Hıristiyan Can Kılçıksız... Diasporada solcu bir öğretmen çocuğu olarak yetişen ve hem Türkiyeliliğe hem de Hollandalılığa mesafeli duran Özgür Canel...
Bu yaşam ve kimlik öykülerinin odağında, "ulusal kimlik" duruyor. Türk ulusal kimliğinin nasıl aynı anda kapsayıcı ve dışlayıcı olduğunu görüyorsunuz. Leyla Neyzi'nin 1996-2003 yılları arasında yaptığı sözlü tarih görüşmelerinden yola çıkarak yazdığı yazılar, ulusal kimlikle ilgili tartışmalara katkıda bulunmanın yanısıra tarih ve bellek arasındaki ilişkiyi de irdeliyor.
Sessizleştirilenlerin seslerini duymak, yaşanmış tarihle yüzleşmek için...
Lanet- Son Tabuyla Yüzleşme: Adet Kanaması
Karen Houppert,
Çevirmen: Esen Metin, Neslihan Atcan
Ayrıntı Yayınları, Lacivert Dizisi
224 Sayfa, Ağustos 2004
Adet öncesi sendromu, adet sancısı, hijyenik ped, tampon, toksik şok sendromu... Bu kelimeler hâlâ birer tabudur. Karen Houppert Lanet'te bu son gizli tabuyla, adet kanamasıyla yüzleşmemizi sağlarken; aynı zamanda tabunun büyük bir endüstri tarafından nasıl beslendiğini ve kâra dönüştürüldüğünü gözler önüne seren kitap, âdet kanamasını kuşatan gizleme kültürünü ve bunun kadınlar üzerinde hem fiziksel hem de ruhsal açıdan yarattığı tahribatı mercek altına alıyor.
Yazar Karen Houppert depresyondan cinayete kadar uzanan belirtiler listesiyle âdet öncesi sendromunun "faili" olarak kadınlık hormonlarının gösterildiğine işaret ederken; cinsel kimliklerinden utanarak büyüyen genç kızların yaşadığı karmaşaya da değiniyor. Toplumsal koşulların iyileştirilmesi yerine, üzerlerinden milyonlarca dolarlık kazanç sağlanan kadınlara şeker misali anti-depresanlar verilmesi ya da hormon tedavilerinin tercih edilmesi konusunda da dikkat çekici değerlendirmeler yapıyor. Kitap Ayrıntı Yayınları'ndan çıktı ve dilimize Esen Metin ve Neslihan Atacan tarafından çevrildi.
İçeriden,
328 sayfa, Ağustos 2004
Aslında insan kalbini sarmamalı, hükmü bir gün süren gazete kağıtlarına. Dönen rotatife kaptırmamalı insan ince sözü, kırılgan cümleyi. Ama ben yaptım; içimin en kuytusundan geçenleri, bazen, gazetelere yazdım. Belki de sırf bu yüzden hiçbir zaman gerçekten köşe yazarı olamayacaktım. Hep "başka bir şey" olarak kalacaktım. Ama bu yazılar yüzündendir, hiç hesapta yokken, bir gazete, bir sabah, birilerinin kalbine değdi. Yazanın içerisinden uçuşup gelen, atlayıp, konup bir gazete sayfasına, sizin de içinize sızdı. Bunlar işte, o yazılar. Bunlar, İçeriden yazılanlar... Buzdolabı kapaklarına, işyeri masalarının kenarına asılan, insanlardan insanlara postalanan, hatta "Kıyıdan" köşesinden çıkıp insanlar arasında dolaşırken kimi zaman sahibini kaybeden... Bazen sizi tam da beklenmedik bir yerde yakalayıp yaşartan, hatta bazen size işi astırmayı bile becerebilen... Kimi kez tutup kolunuzdan çocukluk fotoğraflarınıza götüren, orada bırakıveren... Bazen kararlar aldıran, hatta bazılarına ülkeler aşırtan... Bunlar, o yazılar.
Dışarıdan,
248 sayfa, Ağustos 2004
Ben, yeryüzü kayıtları tutan biriyim. "Hakikat işçisi" deyin, "yazı gündelikçisi" deyin; hükmü bir gün süren gazete kağıtlarına yazılar yazıyorum. Benden önce gelmiş, benden sonra gelecek olan benzerlerim gibi, insanlığın daha da adaletli ve vicdanlı olabileceğini hatırlatıyorum. Ben, dünyaya bakan biriyim. Dünyaya bakmak işini "meslek" olarak yapmaya başladığımda, dünya ve Türkiye, daha önce geçmediği yerden geçiyordu. Bu yüzden işte, ne olduysa dünyada, bende de oldu. Ne geçtiyse dünyadan bendende geçti. Gözlerimi dikmiş bakıyordum, baktıklarım bazen gözüme kaçtı. "Dışarıdan", sizin ve benim gözüme kaçanlar üzerine, daha önce geçmediği yerlerden geçmekte olan yeryüzü ve Türkiye üzerine okurlarla bir konuşmadır... Bu yazılar yazıldıkları andan itibaren artık bana ait değiller. Okuduğunuz anda size ait oldular. Ama belki de yazı kimseye ait değildir. Belki de bu yazılar sadece yeryüzüne ait kayıtlardır. Ama yeryüzünden geçenler, kim bilir, sizin yüzünüzden de geçmişlerdir.
Feminizm ve Doğaya Hükmetmek
Val Plumwood,
Özgün adı: Feminism and the Mastery of Nature
Çeviri: Başak Ertür
288 sayfa, Ağustos 2004
Batı düşüncesinin binlerce yıllık felsefe geleneği içinde şekillendiği haliyle "akıl" kavramı, aşağı görülen "ötekiler", yani alt sınıflar, sömürge halkları, kadınlar, hayvanlar ve bir bütün olarak doğa üzerindeki tahakküm ve baskıyla iç içe geçmiştir. Antik Yunan'dan bu yana kadınlık, maddesellik ve insandışı doğa değersiz sayılmış, insani erdem bunların dışında aranmıştır.
Dünyamızın şu gün geldiği durumda aklın, bilimin ve bireyselliğin yeniden tanımlanması gerekiyor; eskisi kadar karşıtlığa ve hiyerarşiye yaslanmayan biçimlerde. Hem insan hem de doğa üzerindeki tahakkümün eleştirisi için ırk, sınıf ve toplumsal cinsiyet çözümlemesine doğayı da katacak bir çerçeveye ihtiyacımız var.
Çünkü, amacının feminist kuramla bağdaşan ve ona dayalı çevreci bir feminizmin gelişmesine katkıda bulunmak olduğunu söyleyen Val Plumwood'un da dediği gibi "Artık bu sadece bir adalet meselesi değil, ölüm kalım meselesidir."
Kadınlığın 21 Hikâyesi
280 sayfa, Ağustos 2004
Murathan Mungan, "Erkeklerin Hikayeleri"nin ardından şimdi de "Kadınlığın 21 Hikayesi"ni seçti. Kitap, kadınların ömürleri boyunca içinde yer aldıkları çeşitli kadınlık durumlarını gösteren öykülerden oluşuyor.
Kadınların yaşam boyu verdikleri var olma savaşı; anne, eş, kız çocuğu, sevgili, metres olarak sürekli kendilerini bir erkek üzerinden tarif etmenin ağır, uzun yolu; bu uğurda onları çoğu kez karşı karşıya getiren ilişkilerin eşitsiz aritmetiği...
Roald Dahl'ın "Son Perde" adlı öyküsü ile açılan seçkide, Flannery O'Connor, Katherine Mansfield, Jean Rhys, Doris Lessing, Dorothy Parker, Tama Janowitz, Doris Dörrie ve Margaret Atwood'un yanı sıra Ingeborg Bachmann, Alice Walker, Elsa Morante gibi yazarların öyküleri de yer alıyor.
Almanya'nın günümüz yazarlarından Judith Hermann, seçkideki "Kırmızı Mercanlar" adlı öyküsüyle Türkçe'de ilk kez yayımlanıyor. Seçki, Hanif Kureishi, Jhumpa Lahiri, Bukowski, Marquez gibi "erkek yazarlar"ın, Murathan Mungan'ın deyimiyle "kendi kitaplarından sökülmüş öykülerine" de yer veriyor.
Mata Hari: Dans Eden Casus
Jean-Rene Pallas,
Türkçesi: Yüksel Onaran,
Everest Yayınları / Unutulmayan Kadınlar Dizisi,
400 sayfa, Temmuz 2004
"Adım Margarethe Zelle, MacLeod'un eşiyim. 7 Ağustos 1876'da Hollanda'da Leeuwarden'de doğdum. Babam şapkacı, eşim Hindistan'daki Hollanda ordusunda görevli bir subaydı. Yeteneğimi orada keşfettim ve Mata Hari adıyla dansözlük yapmaya başladım. İhtiyar, kokuşmuş ressamlara poz verdim, müzikhollerde bacak kaldırdım" Dans, benim dansım bir rastlantı. Bir gün, Hint danslarını yapacak biraz güzel bir kıza ihtiyaç duyulmuştu. Sonra Dumet ve Astruc'le tanıştım. Ve kendimi bir anda Mata Hari olarak buldum. Mata Hari'nin anlamını biliyor musun? Şafağın Gözü demek, yani Güneş."
Şeytanın Masumiyeti
Neval el-Saddavi,
Türkçesi: Devrim Denizci,
178 sayfa, Haziran 2004
Doğduğu ilk günden itibaren anlamsız, katı bir eşitsizliğin kurbanı olan kızlar; kendilerinden sürekli büyük şeyler başarmaları beklenen erkekler ve onların aileleri... Gelenek denen amansız kıskacın can yakan gölgesini hep üstünde hisseden, ama tabularını aşamayan toplumlar... iki kadın: Ganat ve Nergis. Çocukluklarından beri dost olan, kimliklerini, kadınlıklarını birlikte keşfeden iki insan. Ataerkilliğin baskısında saflıklarıyla yaşayan, yolunu bulmaya çalışan iki kız çocuğu...Nergis'in başhemşirelik yaptığı akıl hastanesine Ganat gelir bir gün, hasta olarak. Birbirleriyle konuşmaları da görmezden gelmeleri de ayrı bir zorluktur. Ama yüzleşmenin sancısı özgürlüğü doğurur...Şeytanın Masumiyeti'nde Mısırlı feminist yazar Neval el-Saadavi, ataerkilliğin acımasızlığını, yersizliğini ve onun baskısı altında yaşayan erkeklerle kadınların kıstırılmışlığım, okurun içine işleyen şiirsel bir üslupla anlatıyor.
Aziz Dullar
Ingrid Noll,
Türkçesi: Ogün Duman,
Can Yayınları, Çağdaş Dünya Yazarları,
roman, 263 sayfa
Geçirdikleri evliliklerden, birine bir çocuk, öbürüne ölü bir kocayla birlikte yüklü bir miras kalan genç ve güzel iki arkadaşın Toscana'da sürdürdükleri yaşamlarının hareket kazanması için eksik olan tek şey çılgın bir serüvendir.
Aziz Dullar'da Ingrid Noll, erkeklerle ve yaşamla kendilerine özgü yollarla mücadele eden ve karşılarına çıkan her erkeği ne şekilde olursa olsun ortadan kaldırılması gereken bir engel olarak gören Cora ve Maja'nın serüvenine tanık ediyor okurlarını.
Yazarın Soğuktur Akşam Rüzgârı ve Zehir Dolabı'ndan sonra kendimizi bir kez daha cinayet ile ölümün, rekabet ile ihanetin eşyanın tabiatından kaynaklandığı bir atmosferde buluyoruz. Yolları Frankfurt'a, genelevlerin bulunduğu, her türlü yasadışı işin kol gezdiği bir mahalleye uzanan ikili, kadın satıcılarının, suçluların cirit attığı bir yerde karanlık işlere bulaşır. Alman edebiyatının Patricia Highsmith'inden kara mizahı elden bırakmayan, sürükleyici bir roman daha...
Aziz Dullar'ın kendisi kadar ilginç bir yaşamın izlerini taşıyan yazar Ingrid Noll, 1935 yılında Şanghay'da doğar ve Bonn'da Alman edebiyatı ile sanat tarihi öğrenimi görür. 1959 yılında öğrenimini yarıda keserek bir doktorla evlenir. Ev kadınıyken önceleri mutlu sonla biten çocuk hikayeleri kaleme alan Noll, sonraları cinayet konusuna yönelir. Yazar, romanlarında cinsi öğelerle kara mizahı, psikolojiyi ve derin hayat ve insan tecrübesini birleştirir.
Ben de Ben
Seda Arun,
Bileşim Yayıncılık / Öykü Dizisi,
104 sayfa, Temmuz 2004
Ben de Ben'de bir kadın vardı.
1, 2, 3, 4, 5'i "esas sayıları" seven ve tüm hayatında bir numara olacaksa bu numalar olsun isteyen;
Bir şey anlatılacaksa, düzgün, açık, net, gereksiz sözcüklerin olmadığı, kurallara uygun cümlelerle anlatılsın isteyen;
İlginç şeylerin onu bulduğu, onun ilginç şeyleri bulduğu;
Bebek gibi anlamlı yüzü olan, narin, hanımefendi, asil bir kadın;
Kendisinden ayrılmak isteyen kocasının, ayrılma gerekçelerine karşı çıkıp, avukat gibi donanarak gerçek gerekçeyi açığa çıkartan;
Her işin altından kalkan, becerikli, yaratıcı bir kadın.
Farkında olsun olmasın, tüm kadınlar gibi...
(Tanıtım Yazısı'ndan Alıntı)
Ben Anneme Dedim Ki
Güler Yücel,
157 sayfa, Haziran 2004
... Biz de bu kitapta immomutoların yöntemince, çocuklarımızın temel gereksinimlerini irdelemeye ve bunları ne ölçüde karşıladığımızı belirlemeye çalışacağız. Gerçi bizim yaşamımızda yavrularımızın geriye dönüp dünyadan vazgeçmeleri söz konusu değil. Ama çocuk ölümü ve sakat çocuk sayıları o kadar fazla ki, böyle biryöntemin bizler için de geçerli olacağını rahatça söyleyebiliriz. (Arka Kapak'tan)
Fatma Sultan
Ahmet Refik,
Leyla İle Mecnun Yayınları,
142 sayfa, Ağustos 2004,
Çırağan sefaları, lale seyirleri, zevk ve eğlence alemleri, ilim sohbetleri ve musiki ziyafetleri ile mühürlenmiş Lale Devri'nin mahzun simasıdır Fatma Sultan... Dört yaşında iken dillere destan bir düğünle Silahdar Ali Ağa ile evlendirilen, eşinin şehit olması üzerine on iki yaşında dul kalan, ikinci evliliğini on dördünde, elli yaşlarındaki Nevşehirli İbrahim Paşa ile yapan bahtsız bir hayat... III. Ahmed'in otuz kızı arasında saltanatın taçlandıran, "göz nuru", "kerime-i mükerreme"si, "sultan-ı ali-şan"ı... Patrona Halil İsyanı'nda haksız yere bedeni parça parça edilen, haftalarca sokaklarda süründükten sonra uzuvları köpeklere ziyafet olan sadrazamın biricik zevcesi...
İnce dimağına yaşadığı felaketleri sığdıramayan, yirmi dokuz yaşında, solgun bir mezar taşına nakşedilen birkaç mısradır Fatma Sultan... Keder ile sevincin, aşk ile ıstırabın, ihtişam ile sadeliğin kucaklaştığı bir hikaye...
Bana Islık Çalmayı Öğretecektin
Nuray İçel Gönül,
Sis Yayınları,
Ağustos 2004, Şiir
birileri kırgın
birileri kızgın
birileri dargın,
biri - var
-leri yok;
ne bileyim işte öyle! (arka kapaktan)
Bin Renk Bir Ömür: Sefire Emine Esenbel'in Anıları
Osman Öndeş,
Remzi Yayınları,
Ağustos 2004, anı, mektup
Sefire Emine Esenbel'in Anıları Sefire Emine Esenbel'in notlarından oluşan Bin Renk Bir Ömür'e yansıyan anılar, çalkantılı bir dönemin tanıklığını yapıyor. Öğrenim için bir İngiliz gemisiyle İstanbul'dan kaçan babası Bahriye zabiti Ali Naci Bey'in serüvenlerinden çocuk yaşta etkilenen Emine Esenbel, evliliğinin ardından yurtdışında bir yandan yokluklarla boğuşurken bir yandan da sanat merkezi olan Paris'in tadını çıkarmaya çalışır. Mina Urgan'la Paris sahaflar çarşısını keşfederler... Fatih Rüştü Zorlu, Taha Von Papen, Behiç Erkin, Mevhibe İnönü ve Ahmet Dalı gibi ünlü simalarla dostluklar kurar... Emine Esenbel'in yaşamını süsleyen renklerin sadece bir bölümüdür bunlar...
* Bu yazılar, yayınevlerinin internet sitelerinden ya da kitapların arka kapak tanıtımlarından alıntılandı.