Ancak "namus" adına katledilen kadınlar için yaptığı ilk özel çalışma 2002 yılı sonlarında planlandı. 2003 yılı başlarında ilk desteği İstanbul İsveç Konsolosluğu'na yaptığı başvuru üzerine Anna Lindh'den aldı.
"Namus" adına işlenen cinayetler projesi ile amaçlanan, bir yandan muhtemel kurbanların KA-MER'e ulaşmalarını sağlayıcı yollan açarak, onların yaşam güvencelerini sağlamak, diğer yandan da yakın çevreleri ve aileleri ile görüşmeler yapabilmenin yollarını arayarak, "namus" adına işlenen cinayetlere sebep olan kültürel uygulamaları tespit edip dönüştürmeye çalışmaktı.
Proje başlayalı yaklaşık bir yıl oldu. Ne kadar yol alındığını anlatabilmek için proje kapsamına alınan, başvuru kabul edilen ilk ve son infazları ve onlarla ilgili yaşananları anlatmam anlamlı olur.
Şemse ve Kadriye
"Başvuru kabul edilen" diyorum, çünkü her iki olayda da kadınlar başvuracak durumda değildi.
İlk başvuru recm edilmiş ve öldüğü zannedilerek terk edilmiş olan, emniyet mensupları tarafından koma halinde Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne bırakılan Şemse Allak'tı. Şemse Allak recm edildiği zaman 5 aylık hamileydi.
Sonuncusu ise Kadriye Demirel. O da öldü zannedilip bırakıldı ve o da emniyet mensupları tarafından Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne bırakıldı. Kafası taşla ezilmiş, vücudunun her yeri satırla doğranmıştı. Kadriye Demirel de 6,5 aylık hamileydi.
İlkinde KA-MER yalnızdı. Aylar boyunca hep beraber Şemse Allak'ın yaşaması için uğraştık. Her kapıyı çaldık. Elimizden gelen her şeyi yaptık. Ancak Şemse Allak recm edildikten altı ay sonra öldü.
Davasını takip edemedik, çünkü Şemse vekalet vermek için imza atacak gücü bulamamış, ölümü için davacı olacak bir yakını da bulunamamıştı. Cenazesi 20 civarında kadın tarafından kimsesizler mezarlığına gömüldü.
Şemse Allak henüz hayattayken birileri iki aileyi buluşturup barıştırdı. İki aile arasında bir barış yemeği yendi. İki ailenin erkekleri barıştılar. Bu barış yemeğinde Şemse'nin adı hiç anılmadı.
Kadriye Demirel de kafası taşla ezilip öldü zannedilerek bırakıldı. O da Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin Cerrahi Bölümü'ne Şemse Allak'ın yattığı yatağa yatırılmıştı.
KA-MER olayı öğrenip gittiğinde bütün sivil toplum örgütlerinin Kadriye ile ilgilendiğini gördü. Kadriye'nin KA-MER' e ihtiyacı yoktu. Artık herkes oradaydı.
Kadriye iki gün yaşadı. İki gün boyunca hiç yalnız kalmadı. Öldüğü zaman sahipleneni çok oldu. Cenaze töreni oldukça kalabalık geçti. Dernekler, sendikalar, insan hakları savunucuları cenaze törenine katılmışlardı.
Artık kadının insan haklarının, insan hakları olduğu görülmeye başlamıştı. Üstelik kadınların bir kısmı Kadriye'nin annesini ziyaret etmişler, onu cenazeye gelmeye ikna etmişlerdi. Annesi öldürülmesine karşı koyamadığı Kadriye'nin mezarı başındaydı. Onun için ağıtlar yakıyordu.
Bizler de KA-MER olarak oradaydık. Kadriye'nin ölümü için duyduğumuz üzüntüye, ona sahip çıkanların çokluğunu görmekten duyduğumuz sevinç karıştı.
İşte bir yılda kat edilen yol buydu. Toplumsal duyarlılık yaratılması anlamında önemli bir yol kat edildiğini gördüğümüz için mutluyuz.
Kadriye'nin öldürüldüğü gün iki kadın cesedi daha bulundu. Biri Diyarbakır-Elazığ karayolu üzerinde, Maden ilçesi yakınlarındaki güvenlik noktasına yakın bir yerde, diğeri Urfa'nın Siverek ilçesinde.
Maden ilçesi arama noktasındaki güvenlik güçleri durdurdukları araçlara kadının, bilgisayardan büyütülerek çıkarılmış bir fotoğrafını gösterip yakınlarını bulmaya çalışıyormuş. Bize bu olayı otobüslerden birinde yolcu olan bir erkek bildirdi. Siverek'teki cesedi bir gazete haberinden öğrendik.
Onların Kadriye gibi sahip çıkanı olmamıştı. Ama yine de birileri cesetlerle ilgili bilgi vermek için KA-MER'e gelmişti.
Şemse'yi öldürenler ve Kadriye'yi vuran ağabeyi namuslarını temizlemiş olmanın rahatlığını ve gururunu anlatıp hissettirmeye çalışırken diğer iki kadını katledenler gizli kalmayı tercih etmişlerdi. Halbuki namus temizlemek için kadın öldürenler, genellikle kahraman edasıyla çıkarlar toplum önüne. Çünkü bu görevi onlara toplum yükler. Onlar da görevlerini yapmış olduklarını herkese gösterirler.
Değişim başladı
Bir şeyler giderek değişiyor. Çünkü Türkiye'de yasalar değişiyor. Toplumsal duyarlılıklar değişiyor. Artık namus adına cinayet işleyenler her zaman gururla çıkamıyorlar halkın önüne. Son iki olayda olduğu gibi, bazıları saklanmaya çalışıyor.
Elbette ki bu cinayetler Diyarbakır'a özgü değil. Bizim çalışmalarımız da Diyarbakır ile sınırlı değil zaten. Biz Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin 12 ayrı ilinde çalışıyoruz ve çalışmaya devam edeceğiz.
Yükümüz biraz daha hafifledi. Artık hastanelerde, cenaze törenlerinde bize ihtiyaç olmadıkça sadece temsili yer alıp, konunun farklı alanlardaki toplumsal duyarlılık oluşturma boyutları ile uğraşmak için daha fazla zamanımız olacak.
Mevcut tüm kurum ve kuruluşların sistemin birer ürünü olduğunu; nihai çözüm için tüm kurum ve kuruluşların erkek egemen düşünce sistemini fark edip irdelemesi ve cinsiyet ayrımına sebep olan, besleyen, ya da göz yuman unsurlarından arınması, hatta yeniden yapılanması gerektiğini hiç unutmuyoruz.
23 ayrı kadın
Bu proje kapsamında KA-MER'e bir yıl içinde 23 başvuru aldı. Şemse ve Kadriye öldü. Diğerleri yaşıyor.
"Namus" adına işlenen cinayetlerin kültürel dayanaklarını anlatabilmek için bir yıl içinde aldığımız başvuruların tümündeki "yargılanma" sebeplerini tek tek inceledik.
İşte o yargılanma sebeplerinin her biri, "namus" adına işlenen cinayetlerin kültürel dayanaklarını gösteriyor.
Şemse Allak'ta infaz dayanağı, bir adamla gizli aşk yaşamak ve hamile iken imam nikahı kıymaktı. Kadriye'de ise dayanak tecavüz edilmekti. Tecavüz eden değil, tecavüze uğrayan yargılanmıştı. Demek ki tecavüz edilmek yargılanmak için bir kültürel dayanak, ölümü hak ettirecek bir suçtu.
Şemse ve Kadriye'yi ismen andık. Çünkü onlar artık yaşamıyorlar. Diğer başvurularımız hayattalar. Bu nedenle onları raporumuzda yer alan numaraları ile anacağım.
2, 7 ve 13. başvurularımızda dayanak aynı. Dedikoduya sebebiyet vermek. Eğer bir kadın hakkında dedikodu varsa, bu, kadını cezalandırmak için geçerli bir dayanak kabul edilmektedir. Kaldı ki 2 numaralı başvuru sahibi hakkındaki dedikodunun, kadının bir erkeğin isteklerine ret cevabı vermesi nedeniyle kasten çıkarıldığını biliyoruz.
Bir kadının diğerlerine oranla daha rahat davranması, gülmesi, süslenmesi, konuşması, hakkında dedikodular çıkarılması için yetiyor. Çıkarılan dedikodulardan hareket edilerek kadın suçlu kabul edilip yargılanıyor.
21 başvurumuz arasından sadece iki tanesi bir erkek ile yaşadığı cinsel ilişki nedeniyle yargılanmış. Genç bir kadının evlenmeden önce cinsel ilişki yaşaması mutlak bir ölüm sebebidir. Ama tek ölüm sebebi bu değildir.
4 numaralı başvuru sahibi de bekar bir genç kadın. Ailesinin önerdiği koca adaylarını reddedip kendisinin hoşlandığı birisi ile evlenmek istediğini söylediği için hakkında ölüm kararı verilmiş.
Aileye göre bu davranışıyla genç kadın potansiyel bir suçluydu. Bugün olmazsa yarın, ailenin namusunu lekeleyecek bir baş belasıydı. Bu beladan kurtulup aileyi rahatlatmak gerektiğini düşündüler.
Neyse ki kadın ailesinden uzaklaşıp istediği kişi ile evlenmeyi ve kendi istediği doğrultuda bir hayat kurmayı becerdi.
5 numaralı başvuru sahibi evli bir kadın. Kocasının sözünü dinlemediği için ölüme mahkûm edildi. Yani suçu itaatsizlik. Hangi emre itaat etmediğini tam olarak öğrenemedik.
Haklı ya da haksız, doğru ya da yanlış olsun, kocaya itaat etmek tartışılmaz bir görevdir. Aksi, cezalandırılmak için yeterli bir dayanaktır. Esas olarak "namus" adına yargılanmanın temel sebebi itaatsizliktir.
Gerdek gecesinde erkeğin kadına tokat atması, hatta bazen yaralanmalara yol açabilecek boyutta şiddet uygulaması, kadın itaatini garantilemeye çalışmak için geliştirilmiş uygulamalardır.
6. başvuru sahibinin suçu kendisine sürekli şiddet uygulayan, zorla evlendirildiği ve kendisinden yaşça çok büyük olan kocasından boşanmak istediğini bildirmesidir. Bizim kültürümüzde evden gelinliği ile çıkmakta olan kızın kulağına evin erkeklerinden biri tarafından şu sözler fısıldanır: "Buradan beyaz gelinliğin ile çıkıyorsun, ancak beyaz kefenin ile dönersin."
Bu gelenek kadına "boşanma" hakkının olmadığını en baştan anlatmak için uygulanır.
8 numaralı başvuru sahibi, kocasının eve getirdiği içki arkadaşları tarafından yaşadığı taciz nedeniyle yargılandı. Kadın defalarca taciz yaşadıktan sonra dayanamayıp kocasından arkadaşlarını eve getirmemesini istemiş. Bu nedenle kocası tarafından tacize sebebiyet vermekle suçlandı. Neyse ki ailesi onu anladı. Şu anda ailesinin yanında yaşamaya devam ediyor. Bu iki olayda görüldüğü gibi, kadın her durumda taciz ve tecavüzden korunmak zorundadır. Bu bir görevdir. Herhangi bir nedenle bu görevi yerine getirememek cezalandırılmayı hak edecek bir suç olarak kabul edilmektedir.
İkisi bekar diğerleri evli olan 9, 11,15, 16, 17, 19 ve 20 numaralı başvuru sahipleri de itaatsizlik nedeniyle yargılandılar.
16 ve 29 numaralı başvurularımız yaşadıkları sürekli şiddet nedeniyle evlerini terk ettikleri için yargılanmışlar. Şiddet yaşasa bile kadınların evden izinsiz ayrılma hakları yoktur.
Onlar söz dinlemediler. Kadınların, evdeki tüm erkeklerin sözünü dinlemesi esastır. Aksi cezalandırılmayı gerektirmektedir. Erkeğin sözlerine cevap vermek, istediklerini yapmamak ya da karşı koymak suçtur. Bunlar her birimize önemsiz gelebilecek durumlar için olabilir.
Mesela evden çıkmak, erkeğin istemediği biriyle konuşmak, erkekten izin almadan baba evine gitmek, alışveriş yapmak gibi sıradan sebepler olabilir. Esas olan kadının herhangi bir konuda kendi bireysel tercihini dile getirmesi ya da yaşamasını engellemektir.
Bugün günlük hayat içinde sıradan bir sebeple başlayan itaatsizliğin, yarın varabileceği boyutlar düşünülüp engellenmeye çalışılmaktadır. Bölgemizdeki farklı bazı uygulamalarda kadınların ilk itaatsizliklerinin öldürülmek yerine bazı organlarına zarar vererek cezalandırıldığı bilinmektedir.
10 numaralı başvuru sahibinin suçu ise "âşık" olup, duygularını ailesinden gizlememiş olmak. Bu davranışı ile alışılmadık bir cesaret göstermiş ve gelecek için potansiyel bir tehlike kabul edilerek yargılanmıştı.
14 numaralı başvuru sahibi önce ailesinden izin almadan evlenmiş. Daha sonrada evlendiği kişi tarafından terk edilmiş. Yalnız kalınca çocuğu ile birlikte ailesine sığınmış. Ailesinin kendisini öldüreceğini anlayınca da bir yakını aracılığıyla KA-MER' e başvurdu.
Kadını cezalandırmak için geçerli olan binlerce dayanak sıralayabiliriz. Tüm başvurularımızda ortak olan ise kadınların toplumsal rolleri dışına çıkarak davranmış olmasıdır.
Şimdi anlattıklarım KA-MER' in başvurularından çıkarmış olduklarımız. Konuşmamın başında anlattığım iki kadın cesedinden Urfa-Siverek'te bulunan kadın için cezalandırılmasının kültürel dayanağı, kocasından izin almadan Adana'daki ailesinin evine gitmiş olmasıydı. Bu öyle bir suçtu ki, hem koca hem baba evi kadını suçlu bulmuştu.
Bundan birkaç yıl önce Urfa'da biri sinemaya gittiği için, diğeri radyodan bir aşk şarkısı istediği için iki kadın öldürülmedi mi?
İsveç'teki Fadime de farklı kültüre mensup bir erkekle beraber olduğu için öldürüldü.
Farklı kültürel özellikler sadece kadın için konmuş ve her biri o kültürel değerler içinde "namus" olarak adlandırılan normları değiştirerek, cezalandırılma biçimini etkiliyor.
Örneğin, bölgemizde yaşanan köyden kentte göç, ailelerin köyde kadınlar için var olan kuralları kentte de korumaya çalışmalarına neden olabiliyor. Köyde tarlaya çalışmaya gidebilen kadın, kentte sokağa çıkınca cezalandırılabiliyor.
Sonuç olarak; kadını cezalandırmanın kültürel dayanaklarından yüzlercesini bir çırpıda sıralayabiliriz.
Her biri farklı bir geleneğin uygulaması olan yüzlercesini tek başlık altında toplamak mümkündür: "Kadının ikincil konumunu muhafaza etmek."
Aytekin Sir, AKADEFT in toplantısında bu uygulamaların gerekçesini "kadınlar için geçerli olan kölelik statüsünü muhafaza etmek" şeklinde tarif etti. Biz de bu tarife aynen katılıyoruz.
"Namus", kültürlerin kadınları denetim altında tutabilmek için koymuş oldukları normların her biridir. Namus gülmektir, gezmektir, sevmektir, şarkı istemektir, eğitimdir, bilgidir, konuşmaktır, cinselliktir ve daha yüzlerce şeydir. Zannedildiği gibi namus sadece bekaret değildir. Bekaret yüzlerce sebepten biridir. "Namus" itaat etmektir, boyun eğmektir.
Bütün bu normların kaynağı, dünyanın her yanında, farklı kültürel uygulamalarla kadını ezen, "erkek egemen düşünce sistemi"dir.
Yerel ve evrensel
KA-MER olarak önce evrensel olandan başlayıp yerele baktık; şimdi yereli incelediğimiz zaman yine dönüp evrensel olana bakıyoruz. Örneğin, Amina La-val'ın yaşadığı süreci takip ederken evrenselde ve yerelde yaşanan, az önce belirttiğim "namus" kavramı arasındaki benzerlikleri fark ettik.
Sistem bir bütün olarak acımasız bir şekilde işliyor.
Sistem her kültürde kendisini yaşatabilmek, besleyebilmek için binlerce dayanak yaratıyor.
Sorun ataerkil sistemdir. Kadını ezen, birey olmasını engelleyen, onu erkeğe bağlı kılan sistemdir.
Bizler Türkiye ve Dünya'nın her yerinde çalışmakta olan kadın kuruluşları, her birimiz mensubu olduğumuz kültürlerin kadına zarar veren uygulamalarıyla mücadele ederek, aslında dev gibi bir sistemi değiştirmeye çalışmaktayız.
Bu yıl yürütülen bu proje ile 19 kadın hayatta kalmayı becerdi. Onların mücadeleleri önemli duyarlılıklar yaratılmasını sağladı.
Bu nedenle yereli görmek, yerelde çalışmak, toplumsal duyarlılıklar yaratılmasına, kültürel dönüşümler yapılmasına öncülük etmek, destek olmak çok önemli bir roldür.
Hem varsayımlarla geliştirilmiş teoriler, hem de dünyanın çeşitli yerlerinden üretilmiş teorileri yerelde geçerli varsayarak çalışmak, bazen yetersiz kalmakta, bazen tehlikeli sonuçlar doğurmaktadır. Bize göre her kültür için, ikisini bir arada yapabilmek en doğrusu olacaktır.
Sorunun evrensel boyutlu olduğunu bilerek, yerel olan ile ilgilenmek, yerel olanı, yerel değerleri göz ardı etmeden, yerel yapının olumlu değerlerini korumaya özen göstererek çalışmak bizce en doğru olandır.
Bunu yaparken en çok dikkat edilmesi gereken şeyin herhangi bir kültürel yapıyı bir bütün olarak reddetmeye götürecek dil ve davranışlardan kaçınmaktır.
Örneğin:
* İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, her insanın özgürce seyahat etme hakkı olduğunu savunur. Konuşmamda "itaatsizlik" olarak adlandırdığım üst başlık altında en fazla yaşanan şey, kadınların ailelerinden izin almadan ev dışına, semt dışına ya da nadiren il dışına çıkmış olmalarıdır. Böyle bir durumda eğer kadın yargılanmaktaysa gidip ailesine, "Ama o İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nden doğan hakkını kullandı" diyemeyiz. Bu bir süreç meselesidir. Bunu söylemek ilişkileri koparır. Gereken dili, en iyi yerel normları bilenler geliştirebilirler.
* Bizler yaralanmış bir kadının ziyaretine ya da bir aile meclisi toplantısına giderken kılık, kıyafetimize, kullanacağımız dile özen göstermek zorundayız. Eğer bunu yapmazsak bizi kimse dikkate almaz.
* Evlenmeden yaşadığı bir cinsel ilişki sonucunda bekaretini kaybetmiş bir kadın için aile meclisine gidip, "ama onun bedeni üzerinde söz hakkı var" demek uzaktan çok doğal gelebilir. Ama yerel uygulamada böyle bir söz, söyleyenin de yargılanıp dışlanmasına sebep olmaktan başka bir şeye yaramayacaktır. Bu cümleyi sarf edebilmek için daha onlarca yıl çalışmak gerekecektir.
Benzeri onlarca örnek vermem mümkün. Bu nedenle KA-MER 12 ayrı ilde 12 ayrı örgütlenme yapmak için çalışmaya başladı. Çünkü aynı etnik kimliğe sahip olsak bile Diyarbakır'dan Urfa ya, Bingöl'den Van'a uzanarak çalışmamızın doğru olmayacağını düşünmekteyiz. Her yerde geliştirilmesi gereken dili, ancak o yerin kültürel ve geleneksel uygulamaları içinde yetişmiş olup, kadının ikincil konumunu fark etmiş ve bu konuda mücadele etmeye karar vermiş kadınlar geliştirebilirler.
Namus adına işlenen cinayetlerin kültürel dayanakları ile aynı kültürün mensubu olup, kadının insan haklarını savunan kadınlar yereldeki diğer resmi ve sivil kuruluşlar ile işbirliği yaparak ilgilenirken, genel anlamda yapılması gereken pek çok şeyi de doğru geliştirilecek işbirlikleri ile hep birlikte çözmek mümkün olacaktır.
Bir yıllık çalışmalardan sonra tespit ettiklerimiz bunu zorunlu kılmaktadır.
Örneğin:
1- Türkiye'de sığınma evleri sorunu vardır. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'na (SHÇEK) bağlı konukevlerinin sayısı sınırlıdır. Öldürülmekten kaçan bir kadının hiç bekletilmeden sığınma evine alınması gerekirken bu olamamakta, hem başvuran kadın hem de ilgili sivil toplum örgütü ciddi tehlikeler yaşamaktadır.
2- Başvuru sahibini bir konukevine göndermeyi beceren sivil toplum örgütü, onunla bir daha ilişki kuramamaktadır. Böyle olunca da başvuran kadın için kalıcı çözüm yolları geliştirilememekte, konukevinde kalabileceği süre dolunca kadın geri gönderilmekte, aynı başvuru sahibi ile tekrar çalışmak gerekmektedir.
3- Gittikleri sığınma yerlerinde psikolojik destek alamayan başvuru sahipleri, ruhsal anlamda artan şikâyetlerle dönmektedirler.
4- Kadın çalışması yapan kuruluşlar, işletebilecekleri sığınma evlerini hem maddi olanaksızlıklar, hem işin zorlaştırıcı koşulları nedeniyle açamamaktadır. Zaten kadının ihlal edilen insan hakları, devletin değil kadın kuruluşlarının sorunu olarak algılanmaktadır.
5- KA-MER Diyarbakır'da, hem bu hem de pek çok çalışması için resmi kurumlarla işbirliği geliştirmiştir. Ancak çalıştığımız diğer illerde resmi kurumlarda görev yapan kadın ya da erkek görevlilerin kadına bakış açısı hem başvuru sahibini hem de ilgili sivil toplum örgütünü sıkıntıya sokmaktadır. Söz konusu örgütlerin devletin asli görevlerinden birini yapmaya çalıştıkları bilinmemekte ya da göz ardı edilmektedir.
6- Hastaneler, öldü zannedilip koma halinde bırakılarak güvenlik güçleri tarafından kendilerine götürülen kadınların tedavi masraflarını kadın ile ilgilenen sivil toplum örgütünden talep edebilmektedirler. Oysa üniversite, devlet veya sigorta hastaneleri böyle tedavileri kendi olanakları ile yapmalıdır.
7- Kadın ile ilişkisini şiddet üzerine kurmuş bir toplumun şiddet içermeyen alternatif davranış ve ilişki yöntemleri geliştirmesi, dünyadaki örneklerine bakılarak geliştirilebilecek bir süreçtir.
Yukarıda saydığım ve benzeri pek çok sorun, ancak geliştirilecek ulusal işbirlikleri ile çözülebilir.
Yereldeki uygulamalar ise o yerde yaşayan kadınların geliştireceği uygun dil ve dikkatli bir çalışma ile mümkündür. Bu çalışma aynı zamanda tehlikelidir de. Bildiğiniz gibi katiller artık saklanmakta ya da cinayetlerine intihar süsü vermekteler. Sistem direnmektedir.
Geliştirilecek mücadele yöntemleri bunların hepsini dikkate alarak geliştirilmelidir. Biz "Namus Adına İşlenen Cinayetler Projesi"nin bir sonraki adımını tüm bu tespitleri dikkate alarak hazırladık.
Sonuç olarak, kadına yönelik şiddet dünyanın hiçbir yerinde bitmedi. Avrupa Parlamentosu'nda görev yapan kadın parlamenter ziyaretçilerimiz, kadın olarak yaşadıkları zorluklardan bahsederler.
Biz pek çok ülkeyi onlarca yıl geriden takip ediyoruz. Bu mücadele erkek egemen düşünce sistemi sona erene kadar devam edecek bir mücadeledir.
Ama "Namus" adına işlenen cinayetlerin daha kısa bir sürede sona ereceğine inanmaktayım. Bu inançla bu toplantıdan somut fikirler ve işbirlikleri çıkarabilmeyi umduğumu belirtir, hepinizi saygıyla selamlarım.(EÜ/BB)
* Bu yazı Nebahat Akkoç'un KAMER'in hazırladığı "'Namus' Adına İşlenen Cinayetler 2003 Raporu"nda yer alan konuşma metninden kısaltılarak alınmıştır. Vurgular bianet'e aittir.