Sabancı Vakfı’nın desteğiyle, Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi (SU Gender) tarafından yürütülen Mor Sertifika Programı, 10. Yaşını dün akşam Sabancı Center’da, Mor Sertifikalı öğretmenlerin de katıldığı bir etkinlikle kutladı. Sabancı Üniversitesi Rektörü Ayşe Kadıoğlu'nun etkinlikte yaptığı konuşmayı yayınlıyoruz. |
Değerli arkadaşlarım, sevgili öğrencilerimiz, sayın konuklar ve SUGender dostları,
Sabancı Üniversitesi eğitim felsefesi içinde, akademik mükemmeliyet ile birlikte her zaman topluma katkı yapmak vardır. Mor Sertifika programı, Sabancı Üniversitesi’nin en önemli değerlerinden birisi olan toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda kendimizi etkin özneler olarak konumlandırdığımızı; çözümü başkalarından beklemeyip bizzat çözmeye aday olduğumuzu gösteriyor. Bu program 2007’den bu yana kartopu misali büyüdü ve Sabancı Vakfı ve Sabancı Üniversitesi’nin birlikte çalıştığı önde gelen programlardan birisi oldu. Bu programı cesaretlendiren ve 10 yıldır yanımızda olduğunu hep hissettiren, desteğini eksik etmeyen Mütevelli Heyeti Kurucu Başkanımız Güler Sabancı’ya şükranlarımızı sunarım.
Mor Sertifika programı 2007’de başlarken öğretim üyeleri bir araya gelmiştik. Bu ilk toplantılarda birbirimizi duymaya ve anlamaya başlamıştık. Bu toplantıların öncelikle birbirimizi güçlendirmek açısından önemli olduğunu ve birbirimizle kendi yaşantımızdan örnekler paylaştığımızı hatırlıyorum. Bunun gibi birlikteliklerden türeyen enerji ile bugün SUGender ismini verdiğimiz Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’mizin kuruluşuna doğru ilerledik. Bu merkez 2010 yılında forum olarak çalışmalarına başladı ve eğitimlerden, konferanslara, sergilerden ödüllere, cins adımlar yani hafıza turlarından film gösterimlerine, panellere uzanan çok renkli ve çeşitli etkinlikler gerçekleştirdi. Çok geniş bir yelpaze içinde yer alan tüm bu forum etkinlikleri yavaş yavaş merkezimizin kuruluşuna doğru evrildi.
Biz sadece ileride yapmak istediğimiz etkinliklere atıf ile bir merkez kurmadık; zaten yapmakta olduğumuz, örneğin Mor Sertifika gibi artık süreklilik kazanmış etkinliklerimizi arkamıza dayanak yaptık ve hedeflerimizi büyülterek merkezleşmeye doğru evrildik. Hedef büyütmeye yönelik olarak attığımız ilk adımlardan birisi de Toplumsal Cinsiyet alanında Türkiye’de İngilizce eğitim verecek olan ilk doktora programının kurulması oldu. Bu program Sabancı Üniversitesi, Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi bünyesinde geçtiğimiz Eylül ayında eğitime başladı.
Kadınların “esaretten kurtulması” ile “özgürleşmesi” arasındaki ince farka 1987’de dikkat çeken Sakıp Sabancı Araştırma Ödülü sahibi, hocamız Deniz Kandiyoti, Cumhuriyet döneminin kadınlara sivil ve siyasal yasal haklar getirdiğine ve kadınları esaretten kurtardığına ancak toplumda egemen olan cinsiyete ilişkin kodların, kadınların özgürleşmesinin önünde engel olmaya devam ettiğine dikkat çekmişti. Tarihte birçok kadın bu kodları ve kendilerine biçilen toplumsal rolleri aşmak için mücadele etti.
Kendi yolunu bulmaya çabalayan, kendi kararlarını vermek isteyen ve hatta sadece bunu aklından geçiren birçok kadın bugün ülkemizde şiddete maruz kalıyor. Toplumsal cinsiyete ilişkin egemen kodların şiddeti akla uydurmaya hizmet ettiğini görüyoruz.
Örneğin, birkaç yıl önce, izlediğim bir haberin veriliş şekli dikkatimi çekmiş ve beni isyana sürüklemişti. Haberde kimbilir hangi nedenler ile kendi yolunu seçmiş ve eşinden boşanmış, İstanbul’da yaşayan bir kadın vardı. Eski eşi ile bir sebeple buluşuyorlar ve 4 yaşındaki kızları ile bir parka gidip oturuyorlar. O sırada kadın çalan telefonuna yanıt veriyor ve eski kocanın söylediğine göre “şifreli” bir şekilde konuşmaya başlıyor. Bu konuşmanın bir sevgili ile yapıldığını zanneden öfkeli eski koca cebinde hazır bulundurduğu bıçağını çekiyor ve kadını orada boğazından bıçaklıyor. Kızlarının gözü önünde. Akıl almaz bir vahşet...Kadının o çileli bedeni o parkta öylece yatarken, öfkeli koca, kızının elinden tutuyor, karakola gidiyor ve suçunu itiraf ediyor. Nedendir bilinmez, emniyette cep telefonu kontrolleri yapılıyor ve kadının kiminle konuştuğu öğreniliyor. Niye bu yapılıyor? Çünkü erkek egemen ruhların esas meselesi budur... Kadın bir sevgiliyle konuştu mu, konuşmadı mı? Hemen basına bu haber servis ediliyor. Öğreniyoruz ki kadın o şifreli konuşmayı meğerse ablasıyla yapmış. Yani bize diyorlar ki kadın iffetliymiş ve hak etmemiş boğazlanmayı... İnsan isyan ediyor: Bu haberde önemli olan bu mudur? Bir adam bir kadını öldürünce, o kadının bir sevgiliyle konuşup konuşmadığı o haberin içinde niye yer alır? Emniyet o telefon konuşmasının kiminle yapıldığını niye merak eder ve araştırır? Peki, eğer bir sevgili ile konuşuyor olsaydı ne olacaktı? O zaman hakettiğini mi düşünecektik? Altını bıkmadan usanmadan çizmek gerekiyor: kadınların iffetli veya namuslu oldukları için değil insan oldukları için hakları var. Kadınların maruz kaldığı şiddetin arkasında onları eşit birer özne değil, kırılgan, çiçek gibi ve korunmaya, kollanmaya muhtaç gören bir düşünce yatıyor. İşte bu yüzden kadınlar korunmak kollanmak değil, eşitlik talep ediyorlar.
Sözlerimi 13 yüzyıl Fransa’sından bir hikaye ile bitireyim. Hikayede bir soylunun oğlu olan Aucassin ile köle olan Nicolette’in aşkı tasvir ediliyor. Aucassin silah kuşanmak, savaşa gitmek ve şövalye olmak istemeyen yani egemen kodların dışında düşünen bir erkek. Tek istediği Nicolette ile olmak. Ama bunu yaparsa ona cennetin yollarının kapanacağını söylüyorlar. Oysa zaten onun kendisine yakın bulduğu insanlar hep cehennem yolcusu. Bu yüzden cehennem ona daha cazip görünüyor ve haykırıyor “cehenneme gitmek istiyorum” diye. Önemli ve cesur bir slogan bu. Belki de toplumdaki egemen kodları kırmak için güle oynaya cehenneme gitmeyi kabullenmek gerekiyor... Ama önce bu ülkede yaşamaya ve toplumsal cinsiyet eşitliğini talep etmeye ve buna yönelik farkındalık yaratacak etkinlikler yapmaya devam edeceğiz.
Mor Sertifika programı bünyesinde emek vererek toplumsal cinsiyet eşitliğine katkıda bulunan değerli arkadaşlarıma teşekkürü borç bilirim. Enerjiniz ile, diliniz, söyleminiz ile umut veriyorsunuz. Ben hep söylüyorum bizi kör kuyulardan birbiri ile konuşan kadınlar çıkaracak ve elbet sonunda güneşi tutacağız… göreceksiniz. Dinlediginiz için teşekkür ederim. (ÇT)