İnsanperverlik!
Ama dayayın ve dayağa karşı kadın dayanışmasının feminist açıdan anlamı nedir, değinmek istiyorum. Çünkü fiziksel şiddet biçimi olarak dayak acı veren bir uygulama olduğundan her türlü hayırseverin doğal olarak karşısına aldığı bir yöntem. Ben de demokrat ve hayırsever bir insan olarak tutukluların, askerlerin, okul çocuklarının dövülerek hizaya getirilmesine karşıyım. Ve bu kadar geniş bir dayağa karşı kampanya açılsa eminim katılmayacak insan az bulunur. "İnsanperverlik" yeter çünkü dayağa karşı çıkmaya.
Bu kadar geniş anlamda alınan dayağa da sadece insanların -ve hayvanların, neden olmasın?- canının yaktığı için değil egemenlik ilişkilerini sürdürme aracı olduğu için karşıyım. Hapishaneye, orduya, bugünkü biçimiyle okula karşı olduğu gibi.
Cinayetten sonra en kaba şiddet
Dayak, cinsiyetlere bölünmüş toplumun, ezilen cins kadına karşı uyguladığı gündelik şiddetin parçası, en yaygın olanı ve cinayetten sonra en kabası. Babası ya da kocası tarafından öldürülme -ki bir yabancı tarafından öldürülmeden çok daha yaygın-, bir kerede biten bir işkence, dayak ise günlük bir uygulama, üstelik bugünkü yasalarımıza göre ancak büyük maddi zarar verdiği zaman -11 günlük doktor raporu- kamu davası konusu.
Eğitme, sindirme, ceza yöntemi
Dayak genel olarak bir eğitme -şartlandırma-, sindirme ve ceza yöntemi. Ev içinde ve okulda çocuklar, şirklerde hayvanlar, canları acıtılarak şartlandırılırlar. Büyüklerin, öğretmenlerin dayak atma hakkı vardır ama çocuklar el kaldıramaz, saygıda kusur olur!
Aynı şey orduda aynı fiziksel güçte ama hiyerarşik ilişkide yeri farklı iki erkek arasında da sözkonusu. Er dövülür ama erin subaya cevap vermesi bile ceza konusudur. Karakoldu ve hapishanede dayak hem sindirme, eğitme, hem cezalandırma, hem de işkence aracıdır. Şiddetin bu kurumlardaki yeri bu kurumların toplumdaki işlevlerinin icabıdır. Toplumlararası şiddet de savaş biçimini alır. Bu insan türünün sınıflı ve milliyetli topluluklardan ileri bir örgütlenmeye geçememiş olmasının belirtisi ve sonucudur. Bizim kadınlara yönelen dayakla uğraşmamızın nedeni genelde sınıflı ya da milliyetli topluma karşı olmamız ya da uygulama olarak dayağı fazla can acıtıcı bulmamızla sınırlı değil. Bunu vurgulamakta yarar var.
Yetişkin yaşta daha çok dayak
Dayak toplumun cinslere bölünmüş yapısının bir belirtisi.Ve bir belirti gibi ele alınmalı. Dayak toplumun başka kurumları için ne anlatıyorsa aile için de onu anlatıyor: Aile hiyerarşik bir yapılanmadır. Kadınlar üstünde hak ve söz sahibi olan babalar ve kocalar (kayınpeder, kayınvalide, ağabey, nişanlı, sevgili gibi aynı konumdaki kimseler dahil) kadınları dayakla eğitiyor, dayakla cezalandırıyor. Aile egemenlik ilişkisi içeren bir kurum ve bu kurumda ezilen yerde olanlar kadınlar ve çocuklar. Şu anlamlı ayrıntıyı da unutmayalım: kadınlar yetişkin yaşta, çocukken yediklerinden daha çok dayak yiyebiliyor!
Doğrudan ya da dolaylı şiddet
Her erkeğin karısını dövmediğini, kadınların kırsal ya da gecekondu bölgelerinde daha çok dövüldüğünü de ayrı şekilde okumak mümkün: Her erkek karısını dövmüyorsa karısından istediğini başka yollarla alabildiği içindir. Nasıl ki eskiden karaderilileri çalıştırmak için dövmek gerekirken bugün mülksüz bırakmak yetiyorsa! Aynı şekilde, erkeklerin kadınları dövmekten vazgeçmeleri için onları eğitmek yettiğini ileri sürmek ezilenlerin (karaderili olsun, mükszü olsun) mücadele etmeden hak elde edebileceklerini düşlemeye benzer.
Dayak, kadınlar üstündeki egemenliği sürdürme yollarından sadece biri.Kadınlara karşı gündelik şiddet, dayak ve toplumumuzdaki atasözleri gibi dolaysız biçimlerden, aşağılanma, hiciv (Cumhuriyet ve Milliyet gazetelerinin Kadın Şenlği'ni verme biçimlerini hatırlayın!) laf atma, ahlaksal değer yargıları (kadınlara yakışmayan davranışlar: gece sokağa çıkma, açık saçık giyinme, konuşma vb...) gibi dolaylı biçimlere ya da doğrudan ekonomik yollara (ev işine ve analığa yazgı, erkeklerle aynı mesleki eğitim ve ücreti alamam vb...) uzanan bir yelpaze oluşturuyor. Bu biçimler toplumdan topluma tarih içinde ve ekonomik yaptırımların yaygınlığına göre bölgeden bölgeye, katmandan katmana çeşitlenebiliyor. Ancak ne Türkiye'nin, ne de dünyanın hiçbir yerinde cinsiyetsiz toplum kurulmadığından yaygınlığını ve güncelliğini koruyor.
Zorlama, dışlama, sınırlandırma
Kadınlara karşı şiddetin işlevi nedir?Kadınlara karşı tehdit ve şiddet kadınları belirli davranışlara zorlamayı ve bazı alanlardan dışlamayı ya da etkinlik alanlarını sınırlandırmayı amaçlıyor. Ve kadınların kamusal alandaki etkinliklerini sınırlama, kadınları ev içine ve ev işine sürerken, kadınların ev işini boğaz tokluğuna yapmaları da kadınların mesleksiz olmalarını ve düşük ücretli işlere razı olmak zorunda kalmalarını biraberinde getiriyor. Kadınların "özel" alana sıkıştırılmaları erkeklerin kamusal alanı (sokak, ücretli üretim, sendika, siyaset vb.) ellerinde tutmalarını kolaşlaştırıyor. Erkekler bu alanları kendi çıkarları doğrultusunda belirlemek gücüne sahipler. Bu gücü yukarıd asaydığım çeşitli baskı ve şiddet yollarıyla ellerinde tutuyorlar. Cinsiyetçi toplumda kadınların erkek alanlarından dışlanmasının meşruluğu kendi başına cesa tehditini içeriyor: Sınırları zorlayan kadınlar alaf atılır, parmak atılır, dayak atılır!
Sözkonusu sınırların darlığından sözetmek bile gereksiz: kampanyaya gelen mektuplar örnek dolu, "Kadınlık" alanlarını kabul etmemekten (ev işlerini ya da çocuk bakımı aksatmak) "erkek" alanlarına adım atmaya (sigara içmek, sokağa çıkmak, ücretli işe girmek istemek, "erkek" gibi tartışmaya çalışmak, soru sormak, başka erkeğe bakmak ya da baktırmak vb...) her varolma cüreti ceza nedeni olabiliyor. Kısacası, kadınlara karşı gündelik şiddet, kadınların kadın yerinde tutma, yani cinsiyet egemenliğini sürdürmeye yarıyor.Bu yüzden de hangi erkeklerin hangi durumlarda hangi kadınların dövdüklerini araştırmak, ancak, cinsiyetçi yapının örgütlenme çeşitlemelerini anlamaya yarar.
Cinsiyetçi toplumun dışında kalınabilir mi?
Bu bağlamda hangi erkeğin dayak atmadığı ya da hangi kadının kendi dövdürmediğiyle uğraşırken, aynı erkek ve kadının cinsiyetçi toplumun dışında kalabilme olasılıklarına da bakmak gerekir. Böyle bir olasılık olmadığından, olsa olsa belirli bir erkeğin dayak atmadan cinsiyetçi toplumun yararlarından nasıl istifade ettiğine bakmamız gerekir. Örnek olarak karısını sevgiye, çiçeğe ve hediyeye boğan bir erkeğin katıldığı topluluklarda (otobüs, sokak, kahve, meyhane, fabrika ya da sendika, parti ya da işletme yönetim kurulları) kaç kadın olduğunu ve kadınlara nasıl davranıldığını verebiliriz.
Bedeli sadeve ev işi olan evlilikler nasıl sürüyor?
Kendisini dövdürmeyen kadının verdiği sayısız taviz ile "erkek dünyasında yer kapmış" erkek-kadınların kendileriyle ilgili geliştirdikleri yanlış bilinci de cinsiyetçi toplumun kar hanesine yazmak gerekir. Aile içinde dövülen kadınların yaşadıkları karasabana rağmen neden evliliklerini sürdürdüklerinin sırrı ise evlilik kurumunun doğru tahlilinde gizli. Erkek egemen toplumun kurucu birimi olan aile ile ailenin yasal düzenlemesi olan evlilik kurumunun, kendi başlarına, kadınların alanı olan "özel"i oluşturdukları, kadınlara bunun dışında hayat hakkı tanınmadığı hatırlanırsa, bunca evliliğin dayağa rağmen nasıl sürdüğü anlaşılır gibime geliyor. Zaten bana kalırsa, bedeli sadece ev işi olan evliliklerin de nasıl ve neden sürdüğü araştırılmalı ve unutulmamalı ki dayak birimizin başındaysa şiddet hepimizin başında!Kadınların aile ve evlilik dışında?! da güvenlik içinde varolabilmeleri için de ekonomik ve siyasal bağımsızlığımız için mücadeleyi gerekli buluyorum.
Bu yüzden de "Kadınlar, dayağa karşı dayanışmaya!" çağrısı, cinsiyetsiz toplum için mücadele çağrısının ilk adımı sadece. Mücadelenin kadınlar tarafından yürütüleceğini, hedefin kadınlar üstündeki tüm baskı ve yaptırımları kaldırmak olduğunu hatırlatan bir çağrı.
(Yazıda kullandığımız ara başlıklar bize ait. Yazının orjinalinde ara başlıklar yer almıyor.)