Kadın aktivistler Zaharijevic, Selek, Özsökmenler ve Akkoç feminist bakışın militarizmin ataerkil karakterini deşifre edeceğini, bunun toplumu dönüştürme fırsatı olduğunu söylüyor.
Diyarbakır'da 29-30 Eylül'de düzenlenen "Türkiye'de Kürtler: Barış Süreci İçin Temel Gereksinimler" konferansındaki "Barışa Cinsiyet Penceresinden Bakış" oturumunun konuşmacıları Sırbistan'daki "Siyahlı Kadınlar" (Women in Black) hareketinden Adriana Zaharijevic, KAMER'den Nebahat Akkoç, Amargi'den Pınar Selek ve Bağlar Belediye Başkanı Yurdusev Özsökmenler'di.
Zaharijevic: Savaşa karşı konuşan kadınlar ataerkil, otoriter yapıyı dönüştürür
Zaharijevic, silahlı çatışmaların kadınları daha farklı etkilediğini, kadınların bütünlüğüne yönelik stratejik saldırıların bu nedenle Uluslararası Ceza Mahkemesi'nce savaş suçu sayıldığını, ancak kadınlara yönelik bu saldırıların savaşın "doğal" sonuçlarından görüldüğünü söyledi.
Çatışmaların kadınların potansiyelinin bastırıldığı, haklarından vazgeçirilip "destekçi" yapıldığı, kadınların çıkarlarının "kurban/mağdur" kalıbıyla yine erkekler tarafından temsil edildiği ve karar mekanizmalarından uzaklaştırıldığını saptayan Zaharijevic, "Çatışma ortamlarında toplumsal cinsiyet kodları daha kuvvetle üretilir" dedi.
"Savaşın etkileri sürerken konuşan kadınlar, savaşa karşı çıkıyorlar. Eylemleri ataerkil, otoriter yapıyı dönüştürüyor" diyen Zaharijevic, Sırbistan'daki savaşa karşı çıkan feminist ve pasifist grupların bugün milliyetçiliğe, cinsiyetçiliğe ve militarizme karşı ve toplumu dönüştürmek için mücadele ettiğini, ayrıca başka coğrafyalardaki kadın hareketleriyle dayanıştığını da anlattı.
Akkoç: Şiddeti, çatışmayı gerekçesiz reddetmek
Akkoç, kadınların şiddetle mücadele etmeye başladıktan ve "kendi hayatlarının öznesi olduktan" sonra her söyleneni sorguladıklarını, kendilerinin dışında tarif edilmiş bir sorun kalmamasına gayret ettiklerini söyleyerek "Kürt sorunu nedir?" sorusunu "Benim Kürt sorunum nedir?"e çevirdi ve yanıtladı.
Çocukluğunda Kürtçe öğrenememesinden, Manisa'da gittiği okulda "Niye geç kaldın pis Kürt?" azarını işitmesine, artık Kürtçe öğrenmiş genç bir öğretmenken Zeydan köyünde Zazaca konuşan öğrencilerle ancak el kol hareketleriyle anlaşabilmesinden 80'lerde Diyarbakır Cezaevi'nin hem içinde hem dışında yaşanan şiddete, Diyarbakır'daki öğretmen ve kadın mücadelesine, gözaltına alınışına ve kadınlarla birlikte bağımsız çalışmaya başlamasına, yaşadıklarını anlattı.
Akkoç daha sonra "Ben olsam ne yapardım?" sorusunu sordu. Yanıtlarından bazıları şöyle:
- "Asli unsur" demezdim. Bunun için özür dilerdim. Çünkü azınlıktakileri reddetmek, iktidar kavgasına girmek demek.
- Şiddeti, çatışmayı gerekçesiz reddederdim.
- Bağımsız kadın çalışmasına ağırlık verirdim.
- 100 yıl öncesiyle yüzleşir, bu topraklarda kimlerin yaşadığını düşünürdüm.
- Farklılıkları yaşatmak için kapsayıcı olurdum.
"Kendi sahip olduklarımızı paylaşarak başlamak"
Hep birlikte tartışabilmek için katılımcı demokrasinin şart olduğunu söyleyen Akkoç, "Katılımcılığın olmadığı süreçler birilerini nesneleştiriyor" diye konuştu.
"Ayrımcılığın panzehiri tanışmak, konuşmak ve duygudaşlık kurmak. Buna kendi sahip olduklarımızı paylaşarak başlamak gerek."
Selek: Kadınların barışa katlımı politik bir seçimdir
Selek, "Savaş dünyada bir sistem olarak kurumlaşıyor, en kötüsü, buna alışıyoruz" derken savaşların bitirilmesinde kadınların, yoksulların, yoksunların ve sermayesizlerin belirleyici olamadığına dikkat çekti.
"Barış kadının doğasında var" söyleminin bir yolla savaşı doğallaştırdığının altını çizen Selek, kadınların barışa katılımının politik bir seçim, karar olduğunu vurguladı. Kadınların savaş karşıtı mücadeleyle daha çok görünür olduklarını söyledi.
Annelik üzerinden politikanın sakıncaları olduğunu, savaş güçlerinin bunu tersine kullanabildiğini, "Barış Anneleri"-"Şehit Anneleri" ikilisi üzerinden örnekledi.
"Barış görüşmelerini erkekler ve savaşanlar yapıyor"
Kadınların barış mücadelesindeki rollerinin kadın hareketinin gücüne bağlı olduğunu söyleyen Selek, barış görüşmelerini erkeklerin ve savaşanların yaptığına da dikkat çekti.
Selek, Savaşa yol açan sürecin toplumsal cinsiyet üzerinden şekillendirildiğini, militarizmin ataerkil değerlerle yaygınlaştığını bu nedenle savaşı aşmak için feminist bir perspektife ihtiyaç olduğunu söyledi.
"Değerlerin nasıl kurulduğunu anlatan, çatışmanın görünür nedeni olan baskının toplumsal cinsiyetle ilişkilerini kuran bir feminist analize ihtiyaç var. Feminist analiz 'haklı-haksız savaş' ayrımını reddeder. Tıpkı tecavüzü reddettiği gibi."
Böyle bir eylemin ataerkilliği de sarsacağını söyleyen Selek, Türkiye'de kadın hareketinin militarizme ve milliyetçiliğe dair tavır almada ortaklaşamadığını, demokratik bir feminizm hareketine ihtiyaç olduğunu da vurguladı.
Özsökmenler: Savaş esas olarak kadını mülksüzleştiriyor
"Savaştan kadınlar nasıl etkileniyor?" ve "Savaşa erkek ideolojisini reddederek nasıl bakmalıyız?" sorularını soran Özzsökmenler, Diyarbakır'da "yalnızca kadınların ve çocukların yaşadığı" yoksul evleri örnek verdi.Kadın merkezinde "hâla çığlıklarla uyanan" kadınları da anımsatan Özsökmenler "Türkiye'nin büyük bir rehabilitasyon yükü var. Ama rehabilitasyon için adım atılmıyor. Çünkü çatışmanın varlığı kabul edilmiyor. Savaş esas olarak kadını mülksüzleştiriyor" diye konuştu.
Barış çalışmalarının yaygınlaşamadığını saptayan Özsökmenler "Savaşın toplumsal cinsiyet açısından değerlendirilmesi, kadınların mutlaka barış masasına oturması gerekiyor" dedi. Bunun için kadın barış hareketinin ortaklaştırılmasının, toplumdaki diğer hegemonyalara da karşı çıkıyor olmanın fırsat olabileceğinden söz etti.
Özsökmenler, bir karşı koyuş tavrı olarak, Kürt kadınların eşleri kavga ettiğinde tülbentlerini çıkarıp yere atmaları geleneğini de anımsattı. (TK)