“1st Ferhunde Özbay Memorial Conference: Family, Marriage & Women’s Employment in Turkey” başlıklı konferansın üçüncü ve son oturumunda kadının istihdamı, kadınlık ve beden kavramları üzerinden konuşuldu.
Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesi, feminist akademisyen Prof. Dr. Ferhunde Özbay'ı 8 Nisan 2015'te kaybettik. Boğaziçi Üniversitesi Özbay'ın anısına düzenlediği konferansların ilkinin adını 1. Ferhunde Özbay Anma Konferansı: Aile, Evlilik & Türkiye'de Kadının İstihdamı (1st Ferhunde Özbay Memorial Conference: Family, Marriage & Women's Employment in Turkey) olarak belirledi.
1. FERHUNDE ÖZBAY ANMA KONFERANSI
1- Şemsa Özar: Kapitalist ve Patriarkal Sisteme Karşı Sloganımız 'Yaşam' Olmalı
2- Türkiye'de Aile ve Evliliği Tartışmak Tercih Değil Mecburiyet
9 Mart Cuma günü yapılan konferansın son oturumu olan "Kadın İstihdamı, Kadınlık ve Beden" Prof. Dr. Nükhet Sirman’ın başkanlığında 15:30’da başladı. İstanbul Şehir Üniversitesi’nden Merve Kütük Kuriş; New York Şehir Üniversitesi’nden Selen Artan Bayhan; Ankara Üniversitesi’nden Zuhal Esra Bilir, Hacettepe Üniversitesi’nden Kadriye Bakırcı, birer sunum verdi.
Müslüman Fashionista’lar
Oturumun ilk konuşmacısı olan İstanbul Şehir Üniversitesi’nden Merve Kütük Kuriş “Devoted Wives, Dedicated mothers and Passianate Entrepreneurs: Young Muslim Women in the Turkish Islamic Fashion Sector” isimli araştırmasını sundu.
Çalışmasında tesettür giyim sektöründe markalaşmış kadınların hikayelerine yer veriyor. Merve Kütük Kuriş’in “Müslüman fashionista”lar (Belli bir moda akımını takip eden sadık takipçi) olarak adlandırdığı bu girişimci kadınlar blog yazarlarından, modellerden, moda danışmanlarından oluşuyor.
Âlâ, Aysha gibi tesettür yaşam tarzını yansıtan dergiler, var olan markaların genç Müslüman kadınları göz ardı ettiği iddiasıyla görünürlük kazanmaya başlıyor. Ucuz butik dükkan sayıları giderek artıyor. Önceleri Bağdat Caddesi gibi İstanbul’un yüksek gelirli semtlerinde yer alan butikler şimdilerde Kısıklı, Başakşehir, Bağcılar gibi yerleşim alanlarında da yaygınlaşıyor. Tekbir giyim, Armina gibi markalar işlerini gittikçe büyütüyor.
Araştırmasını yaptığı kadınlar ise bu sektörde yükselen girişimcilerden oluşuyor. Ortak noktaları ise işlerini ilk başta internet üzerinden yaptıkları satışlarla başlatmaları. Facebook, Instagram gibi sosyal medya sayfalarından yaptıkları satışlarla elde ettikleri kazançlarla butik dükkanlar açmaya başlıyorlar ve sonrasında da bu dükkanlara yenilerini ekleyip markalaşıyorlar. Onları neoliberal ekonominin kazanan yüzleri olarak da tanımlayabiliriz.
Başarılarını ise işlerinde iyi olmaları, ev ve iş dengesini kurmaları ve yaptıkları bağışlar üzerinden tanımlıyorlar. Başlangıçta eşlerinden veya babalarından herhangi bir destek almadıklarını hatta kimi zaman boşanma tehdidiyle karşılaştıklarını söyleyen bu Müslüman kadın girişimciler, eşlerinin işlerin iyi gittiğini gördükten sonra onlara destek olmaya başladığını hatta yaptıkları işe dahil olup onlara yardım etmeye başladıklarını belirtiyorlar.
Görüşülen kadın girişimcilerin çoğunluğuna baktığımızda ise Merve Kütük Kuriş şu değerlendirmede bulunuyor:
“Annelik ve eş rollerini oldukça benimseyen bu kadın girişimciler, AKP’nin kadınlar için öngördüğü yaşam tarzına oldukça uygunlar.”
"Biz bütün mesaileri yapıyoruz"
New York Şehir Üniversitesi’nden Selen Artan Bayhan’ın “’What double shifts? We are doing all the shifts!’: How Turkish Immigrant Women in the U.S. negotiate the boundaries of Gender and Sexual Norms?” isimli araştırmasında ABD’de yaşayan Türkiyeli göçmenlerinin cinsiyet rolleri üzerine ne düşündüğünü sorguluyor.
Kadın ve erkek eşitliği ile ilgili sorular karşısında mülakat yapılan kadın ve erkeklerin özcü yaklaşımlar benimsediği görülüyor. Doğası gereği kadın ve erkeğin toplumda eşit olamayacağını savunan göçmen kadınlar açıklama olarak ise fiziksel güç olarak erkeklerin kadınlardan üstün olmasını sunuyor. Eğer kadınlar ve erkekler doğa olarak aynı değilse eşit de olamazlar gibi bir bakış açılarına sahipler.
Evde kocalarının ev işlerine katılıp katılmadığı sorulduğundaysa genellikle kocaları tarafından bir “yardım” alamadıklarını söylüyorlar. Selen Artan Bayhan burada yardım kavramının oldukça sorunlu olduğunun altını çiziyor. Çünkü yardım denildiğinde ortaya 3 sonuç çıkıyor. İlk sonuç bu kavramın geçici bir durumu ifade etmesi. İkinci olarak yardım bir şarta bağlı bir kavram. Yani erkeğin kadına yardım etmesi için kadının bunu erkekten istemesi gerekiyor. Tabii ki böyle bir seçeneği varsa. Son çıkarılabilecek sonuç ise bu kavramın seçicilik içermesi. Yani bu durumda erkekler masküliniteleriyle çelişmeyecek işler seçiyorlar.
Mülakat yapılan kadınlar, kadın ve erkek arasında kesinlikle bir iş bölümü olması gerektiğini savunuyorlar. Kendileri de dışarıda çalışmakta olan kadınlar mümkün olan en iyi senaryonun ise erkeğin dışarıda çalışırken kadının ev işleriyle uğraşması olduğunu söylüyorlar. Bir kadın göçmen görüşme sırasında hem evde hem işte çalışmaktan şikayetçi olduğunu ve bu çifte mesainin kadınların üzerinde bir yük oluşturduğunu söylerken bir tanıdığı görüşme yapılan yere geliyor ve şunu söylüyor: “Yalnızca çifte mesai mi? Bütün mesaileri biz yapıyoruz.”
AVM’deki kadın çalışanlar
Ankara Üniversitesi’nden Zuhal Esra Bilir “Commercialization of Emotions and Bodies in Precarious Service Sector: The Case of Women Working in Shopping Malls” isimli araştırmasında Ankara’daki alışveriş merkezlerinde satış personeli olarak çalışan kadınlarla görüşmeler yapıyor. Araştırma, güvencesiz çalışma koşullarının duygusal iş yüküyle birleşip nasıl bir katın satış personelini oluşturduğunu göz önüne seriyor.
Alışveriş merkezleri gittikçe yaygınlaşıyor. Yaygınlaşmanın da ötesinde çevremizi istila ediyor. Türkiye Avrupa Birliği ortalamasından daha yüksek bir oranda AVM’ye sahip. Burada çalışanlar ise kadının daha kadın olmasını erkeğin ise daha erkek olmasını gerektiren hem duygusal hem görsel hem de cinsiyetçi bir çalışma yükünün altında kalıyor.
“Müşteriye her daim gülümsemen gerekiyor”
Kendi duygularını ve davranışlarını bastırıp ses tonunu yüz ifadelerini, ses tonunu sattıkları ürüne göre şekillendirmek zorunda kalan bu çalışanlar yaptıkları işe de yabancılaşıyorlar. Kadın çalışanlardan duygularını saklamaları ve her daim mutlu görünmeleri isteniyor. Görüşülen kadınlardan iki tanesi yapmak zorunda kaldıkları rolü şu şekilde anlatıyor:
“Sahte bile olsa, yüzüne bir maske takıp gelen müşteriye her daim gülümsemen gerekiyor. Bir sahnede oynuyormuşsun gibi rol yapman ve sadece gülümsemen gerekiyor. O an tek umursadığım satıp satamayacağım oluyor. Rol yapıyor olmamı umursamıyorum. Her gün yeni bir sahneye çıkıyorum ve sahneler gelip geçiyor.”
“Sanki burası harika bir bahçeymiş de sen de bu harika yer de çalışıyor numarası yapıyormuşsun gibi her zaman sempatik ve şirin olman gerekiyor. Bu topuklu ayakkabıların içinde ayağın şişmiş mi yanmış mı kimsenin umurunda olmuyor. Boğazının acıdığını da söylesen hasta olduğunu da kimse takmıyor. Sadece bu şekilde görünmen gerek. Sanki hiçbir şey olmamış ve her şey yolundaymış gibi…”
Yaşadıkları duygusal yükün bir ayağını da çalışma sırasında uğradıkları taciz, hakaret ve şiddet oluşturuyor. Müşteriler tarafından aşağılandıklarını, hatta bazı durumlarda şiddet gördüklerini belirtiyorlar. Alışveriş merkezinin güvenlikleri ise iş çok ciddi bir raddeye varana kadar “müşteri her zaman haklıdır” düşüncesiyle müdahale etmekten kaçınıyor. Bir kadın çalışan ise en acı veren şeyin de böyle bir durumla karşılaştığında sessiz kalmak zorunda olması olduğunu belirtiyor.
“Bir müşterinin şunu söylediğini hatırlıyorum: ‘Ayda ne kadar para kazanıyorsun da bana kafa tutma cesaretini gösteriyorsun? Uzak dur. Sen benim dengim değilsin, git ve müdürüne gelip benimle konuşmasını söyle. Senin aylık maaş olarak kazandığın parayı ben sadece tuvalet kağıdı almak için kullanıyorum.’”
AVM çalışanları güvencesiz çalışma şartları, bedenleri ve duygularını sürekli bastırmak zorunda kalmaları, çalışma süresince sineye çektikleri taciz ve hakaretler ile en savunmasız iş gruplarından birini oluşturuyor. Marketin ve devletin yardım etmemesi ise uğradıkları ayrımcılığı daha da güçlendiriyor.
Zorunlu ara buluculuk uygulaması
Kadının iş yaşamında karşılaştığı sorunlarla baş etmesine bir engel de Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilen İş Mahkemeleri Yasa Tasarısı ile zorunlu arabuluculuğun yasalaşması oldu.
Hacettepe Üniversitesi’nden Kadriye Bakırcı, yaptığı “Toplumsal cinsiyet bakış açısıyla ‘alternatif’ bir uyuşmazlık çözüm yolu aracılığıyla ‘alternatif’ iş hukukuna doğru” isimli sunumda zorunlu arabuluculuğun kadın çalışanlar aleyhine sonuçlar verebileceğini söylüyor. Bu uygulamanın çalışanların haklarını aramada bir engel oluşturduğunu, kadını doğrudan ara bulucunun olası ön yargısıyla baş başa bıraktığını ve bu durumda kadının baskıdan dolayı uzlaşmayı kabul edebileceğini söylüyor.
“Amerikan ve İngiliz modelini esas aldık”
Bu yasal düzenlemeyi savunan kişiler davalarda yoğunluk olduğunu, davaların çok uzun sürdüğünü bu yüzden de arabuluculuk uygulamasının büyük bir rahatlık sağlayacağını belirtiyorlar. Aynı düzenlemenin ABD ve İngiltere’de kullanıldığını söyleyerek bir destek arayışına giriyorlar. Ancak ABD’de arabuluculuğun gönüllülük esasına dayandığını görüyoruz. Bizde ise arabuluculuk zorunlu kılınıyor ancak anlaşılamadığı takdirde mahkemeye gidilebiliyor. ABD ve İngiltere’de uygulama şekli sadece iş ilişkisini kurtarmaya yönelik. Yani işten çıkarılma gibi bir durumda direk mahkemeye başvuru yapılabiliyor. Bu gibi durumlarda ise arabuluculuk değil hakemlik kurulu devreye giriyor.
Zorunlu arabuluculuk hem AİHM’ye hem Avrupa Birliğine hem de İstanbul Sözleşmesi’ne aykırı. İstanbul Sözleşmesi’nde 12.maddeye göre bu uygulamada gönüllülük esas olmalı. İş yerinde ekonomik ve duygusal şiddete uğradığınız zaman zorunlu arabulucuya gitmeyi yasaklıyor.
İş Kanunu’nun 5.maddesine de aykırı bir yasa geçirdiler. Bu madde doğrudan veya dolaylı ayrımcılığı yasaklıyor. Eğer bir kadın arabulucuya gittiğinde oradaki baskıdan dolayı diğer tarafı mahkemeye vermekten vazgeçiyorsa, ya da bu süreçte herhangi bir ön yargıyla karşılaşırsa bu durum dolaylı ayrımcılığa, dolayısıyla da bu maddenin ihlaline sebep oluyor. Meclis Kurulu’ndan geçirilen bu yasa ile bu ihlallerin göz ardı edildiğini belirten Bakırcı, arabuluculuk dayatmasını “endişe verici” olarak değerlendiriyor. (EÜ/HK)