"Kadına Yönelik Şiddete Son" kampanyasını başlatan tüm Af Örgütü yönetici ve çalışanlarını, bu girişimlerinden dolayı kutluyorum.
2-8 Mart tarihleri arasında dünyanın pek çok merkezinde kampanya açılışı düzenleyerek hedeflerini kamuya tanıtma girişimleri, aslında kutlama ve şenlik havası içinde geçmesi gereken bir olay.
Ancak ne yazık ki, Türkiye'de bu güzel güne Güldünya'nın namussuzca katledilişi gölge düşürdü. Ümidim odur ki, Güldünya'nın ölümü, devletin her birimini ve toplumun tümünü harekete geçirir; kadının insan hakları öncelikli bir ilke olarak yasa, siyasa ve programlara damgasını vurur.
Töre ve namus gibi değerleri, çürümeye yüz tutmuş egemenlik ilişkilerini idame ettirebilmek, kıydığı canları meşru kılmak için gerekçe gösteren anlayış ve faillerin kanun karşısında aynı gerekçeyle ceza indiriminden yararlanmaları artık Türkiye'de son bulmalıdır. Erkeklere kadınları öldürme ve onlara zulmetme yetkisini veren çağdışı yasa, uygulama ve zihniyet kabul edilemez.
Kadına karşı şiddet, kadına karşı ayrımcılığı kurumsallaştıran ataerkil ilişki sistemini sürdürmede başvurulan evrensel bir araç olageldi. Kadınların, kendi yakınlarının dayak, tecavüz, işkence, öldürme gibi fiillerine maruz bırakılmaları, yakın zamana kadar özel yaşam ve aile mahremiyeti içinde algılandığı için insan hakları mücadelesinin dışında kaldı.
Ayrıca, kadına yönelik şiddetin egemen ilişkilerin temelinde yatan eşitsizliklerle ilişkili olduğu; diğer hak ve özgürlüklerin ihlalinin bir sonucu olarak evde / sokakta; savaşta / barışta; devletin ya da özel aktörlerin elinde sürdürüldüğü gerçeği de bilinmezdi ya da bilinmezden gelinirdi.
Uluslararası kadın hareketinin yorulmaz mücadelesi ile bu zulüm sistemi görünürlük kazandı ve yavaş da olsa kadına karşı ayrımcılık ve şiddet konularındaki bilinçlenme ilk kez 1993'te Viyana'da toplanan Dünya İnsan Hakları Konferansında uluslararası hukuka yansıyabildi.
Böylece, 20. yüzyılın sonunda kadına karşı şiddet konusu nihayet hükümetlerin gündem maddesi olarak bir zemin kazanmış oldu.
Kadınların evrensel hukuku sayılan Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) 1979'da şiddet konusuna yer veremeden yürürlüğe girmişti. Ancak, seksenli yıllardaki gelişmeler karşısında CEDAW Komitesi 19 nolu genel tavsiye kararı ile kadına karşı şiddeti ayrımcılıkla ilişkilendirerek devletleri şiddeti önleme konusunda sorumlu kıldı. Bunun sonucu olarak, hükümetler CEDAW resmi raporlarında şiddet konusuna yer vermekle yükümlü hale geldiler.
Kadın kuruluşlarının Viyana konferansında elde ettikleri başarı iki önemli gelişmeye daha olanak sağladı: 1993 Kadına Yönelik Şiddetin Tasfiyesi Deklarasyonunun kabulü ve 1994'de İnsan Hakları Komisyonu tarafından Kadına Yönelik Şiddet Özel Raportörlüğü görevinin oluşturulması.
1995'de Pekin'de gerçekleşen Dördüncü Dünya Kadın Konferansında kabul edilen Eylem Platformunun 12 kritik alanından birisi de, kadına yönelik şiddet oldu.
Bu kısacık 10 yıllık sürede, kadına yönelik şiddet konusunda geriye dönüşü olmayan bir süreç başladı. Gerek Türkiye'de gerekse dünyanın diğer yerlerinde kadınlar ve insan hakları savunucuları, uluslararası insan hakları mekanizmalarını kullanarak kendi ülkelerinde çeşitli kazanımlar elde etmeye başladılar.
Üç hafta önce Guatemala'da kadına yönelik şiddet konusunda inceleme yaparken Maya kökenli 28 yaşlarında yoksul ve eğitimsiz bir kadınla tanıştım. Basından geçen şiddet olaylarını bana anlatırken dedi ki, "...ben iki sene öncesine kadar bir kadın olarak haklarımın olduğunu bilmiyorum, yaşadığım olumsuzlukların doğal olduğunu düşünerek bunlara boyun eğiyordum. Ama şimdi benim de haklarımın olduğunu öğrendim."
Peki, bunu nasıl öğrendin diye sorduğumda, kadın örgütlerinin düzenlediği bir seminerde öğrendiğini söyledi. Bu beni çok etkiledi ve insan hakları yolundaki mücadelenin ve çabaların ne kadar doğru olduğu yönündeki inancımı iyice pekiştirdi.
Demek ki, 10 yıl önce Viyana'da resmileşen ve sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarını yönlendiren hedefler, dünyanın en ücra köşelerindeki kadınların bilincine ulaşabiliyor.
Benden önce raportörlük görevini yapan Radhika Coomaraswami, İnsan Hakları Komisyonuna sunduğu son raporunda (Nisan 2003) 10 yılın muhasebesini yaparken bu süre içinde kadına yönelik şiddet konusunda yasal mekanizmaların ve bilinçlenmenin gerçekleştiğine dikkat çekmişti.
Bundan sonra yapılması gereken, kadınların her yerde güven, eşitlik ve özgürlük içinde yaşamalarını sağlamaktır. Yani verilen sözleri hayata geçirmektir.
Af Örgütünün açtığı "Kadına Yönelik Şiddete Son!" kampanyası bu yönde atılmış önemli bir adımdır. Hepimize görev düşüyor. Dayanışma içinde çalışarak ve otoriter rejim ve kişiliklere karşı insan hakları ilkesini tüm insanların benimsediği bir değer ve yaşam biçimi haline getirerek, kadına yönelik şiddet belasını yenebileceğimize inanıyorum. (BB)
* Prof. Yakın Ertürk; Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu Kadına Yönelik Şiddet Özel Raportörü