Namus/Töre cinayetleriyle genel anlamda ilgilendiğini belirten Ertürk, namus cinayetlerinin, uluslararası hukuk açısından yargısız infaz olarak kabul edildiğini belirterek şunları söyledi:
"Bu kadına karşı bir eylem olmayıp, aynı zamanda hukuka ve devlete karşı da işlenmiş bir suçtur. Ancak, namus cinayetleri adı altında gördüğümüz, gözlemlediğimiz farklı ülkelerdeki olaylara baktığımız zaman, -özellikle hukuk devletine karşı bir suç ise de- genelde devletin yasal düzenlemeleriyle, gerekse yargı süreciyle bu tür suçlara bir ayrıcalık tanıdığını ve böylece de taraf olduğunu görüyoruz."
Ertürk, eski TCK'nin, uluslararası hukuku çiğnemekte olduğunu belirterek, "Devlet, yargısıyla, yasasıyla namus cinayetlerine olanak ve kolaylaştırıcı bir zemin hazırlamış oluyordu " dedi.
Kadın erkek eşitsizliğinin korunmasında şiddetin önemli bir araç haline geldiğine vurgu yapan Ertürk, "Şiddet ataerkil toplumun bir silahı olarak tanımlanmaktadır" diye konuştu.
Üç düzeyli strateji
Kökü çok eskilere dayanan kadına yönelik şiddetin, cinsiyet ayrımcılığından ve kadın erkek eşitsizliğinden kaynaklanan bir suç türü olduğuna vurgu yapan Ertürk, kadına yönelik şiddet konusunda üç düzeyli bir stratejinin uygulanmasını raporlarında savunduğunu söyledi.
Ertürk'ün üç düzeyli strateji olarak yaptığı sunumun birinci düzeyi, kadına yönelik şiddetin devleti ilgilendiren düzeyi idi.
Ertürk bu konudaki devletin sorumluluğunu uluslararası anlaşmaları yerine getirmesinde görüyor:
"Devlet, hem yasal hem de kurumsal diğer düzenlemeleri bir an evvel hayata geçirmekle yükümlüdür, dolayısıyla, devletin burada en ufak bir tavizi söz konusu olamaz."
Sunumunda ikinci strateji düzeyi olarak, topluluk veya aileyi gösteren Ertürk, en zor olan alanın bu grup olduğuna işaret ediyor:
"Çünkü, değerler, kültür dediğimiz her şey orada yaşıyor. Ben, şöyle bir ayrımı da yapıyorum; şiddet, bir kültürün ürünü olamaz. Şiddet, zulüm sisteminin bir aracıdır. Bu, ister evin içinde olsun, ister dışarıdaki zulüm olsun. Evdekini biz görmezlikten geliyoruz. Orada da şiddet uygulanıyorsa, bu, bir kültür meselesi değildir. Bu kültürü kimler tanımlıyor, o tanımlayan, yorumlayan güç odakları nelerdir, bunları da tanımamız gerekiyor. Çünkü, onlar bu düşüncelere sahip olduğu sürece, çözüm önerilerimiz sonuçsuz kalabilir."
Töre/Namus komisyonunun ilk toplantılarında Diyanet İşlerine çok fazlaca ağırlık verildiğine de gönderme yapan Ertürk, kadına yönelik şiddetin Diyanet eliyle de çözümlenebilecek bir sorun olmadığını söylüyor:
Ertürk, "Çok daha ayrıntıya giderek, egemen kültür değerlerinin yorumcuları kimlerdir, nerelerde bu değerler üretiliyor; biraz onları bilmemiz lazım. Çok daha iyi tanımlayarak, nasıl bir diyalogla buradaki yorumları, insan haklarına saygılı bir şekle dönüştürebiliriz?"in araştırılması gerektiğine işaret ediyor.
Ertürk'e göre bu yöntemler kolay değil ama, kaçınılmaz yöntemler. Bu yapılmadığında bir tür şiddeti önlense bile, şiddetin başka biçimlerde kendini gösterebileceğine dikkat çekiyor:
"Toplumsal, kültürel diyalog sürecinin başlatılması gerektiğini söylüyorum. Bu, medyadan tutun da, eğitim sistemimize kadar. Bu egemen değerleri tanımlama ve yorumlama yetkisini elinde tutan odakları teşhis ederek diyalog süreci başlatılabilir.
"Burada devlet çok önemli. Çünkü, devlet büyüklerinin ağzından çıkan sözler pekiştirici nitelik taşıyor. Devletin her kademesinde bu tür cinsiyet ayrımcılığını pekiştirecek ve kültür nedeniyle veya gelenek görenek nedeniyle birtakım haksızlıkların sürmesini ima edecek söylemlerin kesinlikle önlenmesi gerekiyor."
Ertürk, bir hâkimin bir suça eğiliş biçiminin, bir gazetecinin, enseste uğramış bir kadına 'nasıl bir mantıkla, sen kalkıp da en mahrem konunu anlatabiliyorsun' gibi söylemlerin, ayrımcılığı ve kullanılan şiddeti meşrulaştırıcı söylemler, olduğuna dikkat çekiyor.
Toplum dönüşümün sağlanabilmesi için farklı yönde işbirlikleri kurmak gerektiğine işaret eden Ertürk, "Kadın hareketi, artık, Türkiye'de, kendini ispat etti Türk Ceza Kanununun değişmesinde çok büyük rolü oldu. Bu işbirliğinin devam etmesi gerekiyor. Onlar, bu yöndeki çalışmalarını sürdürüyorlar" dedi.
Ertürk, namus/ töre cinayeti konusunda çeşitli çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşlarının varlığına gönderme yapıyor.
"Bunları desteklenmesi lazım. Bu tür kuruluşlar, çok büyük zorlukla işlerini yaptılar. Maddi zorlukları kastetmiyorum. Yerinde alay edildi bu insanlarla, hafife alındılar, bazen saldırıya uğradılar. Onlarla işbirliği yapılarak, daha güçlü bir şekilde bu işin üstesinden gelinmesi gerekiyor."
Üçüncü strateji düzeyi olarak bireysel müdahaleleri gösteren Ertürk, birey konusunda da iki tür stratejinin önemli olduğuna dikkat çekiyor.
Birincisi kadının güçlendirilmesi. Ertürk, cinsiyet ayrımcılığından ve cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan bir sorun varsa,kadının güçlendirilmesi gerektiğini ve bu yönde Türkiye'de bazı ileri adımlar atıldı ve birtakım şeyler yapıldığını söylüyor.
Ertürk, ikinci bireysel strateji düzeyi olarak kadının korunması gerektiğini söylüyor:
"Şiddete maruz kalmış veya şiddete tehlikesi altında olan kadının, muhakkak ve muhakkak korunması gerekiyor. Güldünya olayını örnek vermek istiyorum. Güldünya, İstanbul sokaklarında vuruldu; ölmedi. Devlet hastanesine kaldırıldı ve devlet hastanesinde öldürüldü. Burada suçlu kimdir? Bunu çok iyi bir şekilde değerlendirmemiz gerekiyor.
"Eğer, bu kadının tehdit altında olduğunu bilen bir devlet ona koruma sağlamamışsa, bence burada büyük bir işbirliği var, isteyerek olmasa bile, en azından görevini ihmal var."
Ertürk, Güldünya olayı meydana geldiğinde, bir sürü kadın kuruluşunun imzasını taşıyan mektup üzerine, raportör olarak kendisinin ve yargısız infazdan sorumlu raportörün, Türk hükümetine bu konuyla ilgili yazı yazdık ve açıklama istediğini söylüyor:
"Herkese açık bir rapor haline geldiği için bunu burada söylüyorum, başlangıçta gizli bir süreçti ve Dışişlerinden de bize gelen yanıtta konunun incelenmekte olduğunu ve yargıya intikal etmiş olduğunu belirten bir cevap geldi.
"Yargıya intikal etmiş olması yeterli değil. Bu gibi konularda, devletin bir planının olması gerekir. Bir sığınma evleri çok önemli. O yönde hareketlenme var. Fakat, sığınma evleri olayını bir toplantıda gündeme getirdiğim zaman, genç bir dinleyici erkek söz aldı 'hocam siz sığınma evlerini öneriyorsunuz; ama, sığınma evleri açılırsa, bizim eşlerimiz bizi terk eder' dedi.
"Bu mantalite çok enteresan. Dedim ki, 'mutlu olan bir kadın niye gitsin, sığınma evi çok da hoş bir yer değil.' Sığınma evlerinin nasıl yerler olduğunu biliyoruz. Rahat, evimizi bırakıp gidebileceğimiz bir yer değil; ama, çaresizlik içinde olan bir kadın için kaçınılmaz bir çözüm yolu. Onun için, sığınma evlerinden korkmamalıyız. Ama, sığınma evi son çare."
Ertürk, telefon hatlarının çok işe yaradığına, kadın ticareti bağlamında iyi sonuç verdiğine de gönderme yapıyor:
"Dünyanın çeşitli yerlerinde farklı biçimlerde koruma mekanizmaları geliştirilmiş durumda. İyi örnekleri hesaba katarak, kadını hem bir taraftan güçlendirmek bir taraftan da korunmasını sağlamamız gerekiyor. Dolayısıyla, böyle üçlü bir kanaldan, üçlü bir yöntemle bu işin üstesinden gelinebilir diye düşünüyorum."
Ertürk, TBMM Töre/Namus Araştırma Komisyonuna, töre, namus, ve tutku suçlarıyla ilgili olarak kavram karışıklığı olduğunu ve kavramlarla ilgili tanımlamaların yapılması gerektiğini söylüyor.(AD)