Kadın Yazısı Festivali’nin son paneli olan “Kadın Yazınında Başkalaşan Bedenler, Cinsiyetler, Türler” etkinliği dün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Bomonti Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi.
Sibel Yardımcı’nın moderatörlüğünde gerçekleştirilen panelin konuşmacıları arasında yazar Irmak Zileli, tiyatro yazarı Zeynep Kaçar, yazar Jessica Schiefauer ve çevirmen ve yazar Gülkan Noir bulundu.
"Eril dil anlatan; ama asla dinlemeyen bir dil"
Edebiyatın bedensel normları yeniden ürettiği gibi altüst edebilecek bir güce sahip olduğunu belirten Sibel Yardımcı’dan sonra söz alan Irmak Zileli şunların altını çizdi:
“İnsan kendini yazar mı?’ sorusu bizi ‘Biz kimiz?’ sorusuna götürüyor. Bu sorunun cevabını ancak farklı olanla karşılaşarak kendimizi keşfetmek yoluyla cevaplayabiliriz. Tabii bu, kendimizin farklı olandan farkının altını çizmek anlamına değil; öteki olanda kendimizi, kendimizde de öteki olanı keşfetmek anlamına gelmektedir. Bu, elbette ki faşizmin hoşlanmayacağı bir şey."
Zileli “Gölgesinde” adlı romanı ile ilgili olarak şunları vurguladı:
“Ana karakter Leyla’nın yürüyüşü ancak kendinden farklı olan diğer ötekilerle birlikte olursa özgürleştirici bir yürüyüş olabilirdi. Bir kütüphanede çalışan Leyla için kitap imleyici bir şey. Hep kitap yazmak istiyor; ama etrafındaki erkekler kitap yazmanın matematiksel bir mühendis zekası gerektiğini söyleyerek kitap yazmanın bir ‘erkek’ işi olduğunu söylüyor. Ama Leyla, yazdığı kitabında, psikiyatrist olan kocası Fikret’i de yazıyor. Bu noktada erkek anlatıcının kadın imgesine karşı çıkılıyor.
“Eril dil anlatan; ama asla dinlemeyen bir dil. Bu anlamda eril dilin aslında okurla diyalog yoluyla değişime kapalı olduğunu söylemek gerekir. Leyla kitabını yazana kadar kütüphanede bir fanusun içindeydi; fakat bu fanus, onun özgürleştirici yürüyüşü sayesinde ve yazdığı kitabıyla kırılıyor. Kadınlar tarih boyunca eziliyor; ama kadının da normlaştığı zeminler o yürüyüş sırasında kırılıyor. Ayrıca Leyla’nın kitabı, yürüyerek etkileşim haline giren, merkezden çevreye doğru bir yazın da öneriyor. Anlatıcı, burada okurla diyalog içinde olduğu için yeni bir iktidar olarak karşımıza çıkmıyor. Bunun “kuir” olarak tanımlanmasında bir sakınca görmüyorum; çünkü kendine dönük bir eleştirel bakış da var burada. Öteki ile karşılaşma yoluyla anlatıcı değişiyor, hiyerarşik kalıplar kırılıyor."
Irmak Zileli, kitabıyla ilgili değinmelerinden sonra sözlerini şu şekilde sonlandırdı:
“Kuirlik sadece cinsiyetle ilgili bir kavram olarak okunmamalı. Diyalog ancak iki tarafın da değiştiği, iç içe geçtiği noktada mümkün olabilir."
Zileli’den sonra söz alan tiyatro yazarı Zeynep Kaçar şunların altını çizdi:
“Tiyatro tarihinde hep hayatta kabul görenin temsil edilmesi söz konusu olmuştur. Antik Yunan zamanına baktığımızda soyluların, aristokratların temsilini; aristokrasi çöktüğünde ise dram türü ile burjuvazinin temsilini görürüz. Burada beyaz, memur, iyi aile babası, orta sınıf erkeği ana karakterler olarak karşımıza çıkar. 2000’lerde ise Türkiye’de ‘öteki tiyatro’ diyebileceğimiz bir akım gelişti. Bu akımla birlikte sosyalizmden ayrılan bir feminizm söz konusu oldu. Hakim olan orta sınıf erkek 2000’lerde kırıldı. Transseksüelleri, engellileri, çingeneleri, vicdani retçileri sahnede görmeye başladık. Yani kısacası, Türkiye’nin itip kaktığı her insan çeşitlemelerini sahnede artık görebiliyoruz."
Romanlarda eşcinsel ve trans karakterler
“Kabuk” adlı romanı ile ilgili olarak Zeynep Kaçar şu değerlendirmelerde bulundu:
“Kabuk, üç kuşak kadının hikayesi. Üçüncü kuşak kadın olan Efsun’un bir transseksüel olması kadın olmanın derinliğini tartışmada katkıda bulunuyor. Böylece erkeklerin yazdığı kadınlara atfedilen kalıplaştırmalar yerle bir ediliyor."
“Oğlanlar” adlı romanın yazarı ve genç yetişkin edebiyatı alanında İsveç’in önde gelen isimlerinden Jessica Schiefauer, “Oğlanlar” romanındaki ana karakterlerin toplumsal cinsiyet kimlikleriyle nasıl oynadığına değindi.
Romanın kadın bedeninin pasif ve avlanan olma durumuyla ilişkilendirilmesine karşı çıktığının altını çizen Schiefauer, ana karakterlerden olan Kim karakterinin İsveç’te birçok transseksüel ve eşcinsel bireyler tarafından özümsendiğine de değindi.
"Kuir edebiyatta bir sıfat değil, eylem biçimi olmalı"
Son olarak söz alan çevirmen ve yazar Gülkan Noir, “Kuirliğin neoliberalizm altında piyasa malzemesi haline gelmesi önünde sabotaj kuran herkesi selamlıyorum” diyerek şu değerlendirmelerde bulundu:
“İkili düşünce sistemi üzerine kurulu Batı felsefesinden azade olarak 'kuir'i bir sıfat olarak değil, bir eylem biçimi olarak almamız gerekiyor. Bu anlamda ‘Kuir’ bir edebiyat aslında olmamalı.
“Normatif alanın dışındaki tüm bedenler, ruhlar ve tüm varoluşların okunabilmesi için edebiyat alanındaki tüm klişeler yetersiz kalıyor. Bu nedenle, ‘kuir’ bir anlatımda artık ne dişillik ne de erillik kalıyor. Şunu da göz önünde bulundurmalı ki ‘kuir’ temsil sabit bir temsil olamaz; çünkü zamansallık, sınıf ve etnisite de içinde var. Bu nedenle her edebiyat alanı, içine sızılıp ‘kuir’leştirilmeli."
Noir, “Gramerin dünyayı anlamamızı nasıl kısıtladığını anlamadan dünyayı değiştiremeyiz” diyerek sözlerini sonlandırdıktan sonra soru cevap kısmı ile panel sonlandırıldı. (EC/ÇT)