Ve bu iki cinsiyetin birlikteliğinden de insan soyunu devam ettirmiş ve bugünlere gelinmiş.
Geçmişten günümüze gelindiği zaman insanlığın temelini oluşturan kadın ile erkek arasındaki eşitlik ya da eşitsizlik konusunda çeşitli spekülasyonlar yapılmış, düzenlemeler getirilmiş, öğretiler geliştirilmiş, çeşitli ideolojilerin felsefelerinde de bu konuya temas edilmiş, yorumlar ve çözümler getirilmiş.
Toplumsal cinsel eşitlik açısından erkek ile kadın arasındaki eşitlik olgusuna değinmek istediğimiz zaman teoride getirilen düzenlemeler ile hiçbir sorun ortaya çıkmazken, pratikte aşılmaz dağlar kadar zor ve çetin sorunlar ile problemler karşımıza çıkmaktadır.
İlk insandan şu ana kadar ve belki de bizden sonraki dönemlere de yansıyacak olan bu mevzu hep bir sorun olarak kalmaya devam edeceğe benziyor.
Yeri geldiğinde kadınların çok ulu görüldükleri, yeri geldiğindeyse diri diri toprağa gömülüp ölüme terk edildikleri, bir kız çocuğa sahip olmanın bir utanç vesilesi olarak görüldüğü ve kadınların birer köle olarak çalıştırıldığı toplumlara ve milletlere rastlanılmış tarih sahnesinde.
Allah inancının olduğu dinlerde erkek ile kadın arasındaki farklara, benzerliklere ve birbirlerine göre durumları konusunda geniş açıklama yapılmış. Ayrıca çıkarılan kanun ve yasalarla da kadın ile erkeğin hakları konusuna açıklık getirilmiş.
Fakat bu kanun ve yasalarda çoğu duruma tam olarak açıklık getirilmediğinden büyük sorunlar yaşanılmakta.
İslamiyet'te olsun, Hıristiyanlık'ta olsun, Yahudilik'te olsun kadına büyük önem verilmiş, özellikle İslamiyet'in kadınlar konusundaki şu felsefesi de konuya açıklık getirmektedir; Kadın her şeyden önce annedir, anneler de saygıya layıktır.
Bir kadın ile bir erkeğin eşit olması yolunda atılmış ve teoride mevcut tüm gelişmelere karşın, uygulama esnasında büyük problem yaşanmakta ve kadınlar büyük baskılara maruz bırakılmakta, toplumdan dışlanmış, güçsüz, yeteneksiz, zayıf bir mahluk olarak görülmekte, söz hakkının tanınmadığı, vücudunun bir mal olarak pazarlandığı ve gündelik pazarlama stratejilerinde kadının vücudundaki güzelliğin bir meta olarak kullanıldığı, cinsel istismara tabi tutulduğu bir zihniyet ve felsefe var günümüzde.
Bu verilerden sonra aklımıza şu sorular takılıyor: Gerçekten kadın ile erkek eşit midir? Eşit ise hangi açılardan eşit? Eşit olmadığı durumlar nelerdir? Eşitlik kavramından acaba ne anlıyoruz? Adalet getirmeyen bir eşitliğin ne anlamı olabilir?
Yukarıdaki sorulara farklı perspektiflerden yaklaştığımız zaman bir kadın ile bir erkeğin toplumdaki rolleri ve statülerinin onlara verdiği farklılıklar ve benzerlikler mevcut.
Kadın ile erkeğin sahip oldukları ve sadece birisinin yapabileceği işler olduğu gibi her ikisinin de yapabileceği, zaman zaman o işi daha güzel yaptığı, kimi zamanda o işi erkeğin yaptığı anlar olmuştur.
Bu da bir erkek ile bir kadının eşitlik konusuna biraz açıklık getirmekle beraber, konuya yaklaşımda bizlere kolaylık ve biraz görsellik kazandırmaktadır.
Kadın ile erkeğin kimlikleri ve üstlendikleri roller toplumdan topluma fark etmekle birlikte her yerde geçerli olan ve o özelliğin yalnızca kadına ya da erkeğe has olduğu durumlar, roller vardır.
İnsanlığın devamını birlikte sağlayan bir erkek ile bir kadın, çocuğun doğum olayından sonra konum ve statülerinde değişiklik olabilir ve bu değişiklikten kaynaklanan kısmi problemler olsa da bir başarı söz konusu olur.
Aynı şekilde roller ve statüler arasındaki bu yer değiştirme hayatın her anında mevcut olup, bazen de mükemmeliyete ulaşıldığı görülmektedir.
Roller ve statülerdeki yer değiştirmeden kaynaklanan başarı yüzdelerini hesaba katmazsak cinsel eşitlik kavramının aşikar olduğunu görürüz.
Diğer bir yaklaşımda kadın ile erkeğin bir bütünün iki parçası olması ve birbirini tamamlaması, erkeklerin olmadığı ya da kadınların olmadığı bir dünya düşünmenin yanlış olduğunu göstermesidir.
Nitekim iki parçadan biri eksik olduğu zaman diğer parçanın da önemli bir rolü kalmaz ve zamanla onun da yok olmasına sebebiyet verir.
Bu da hem erkeğin hem de kadının toplumsal açıdan çok değerli ve vazgeçilmez unsurlar olduğu gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.
Kitaplarda, kanunlarda, yasalarda ya da dilden dile haykırarak söylenen Toplumsal Cinsel Eşitlik konusunun varolduğu görüşünün uygulamada nasıl çürütüldüğünü çevremize baktığımızda görmemek için herhalde kör ve sağır olmak gerekir.
Pratikte günümüz kadınının karşılaştığı bazı önemli problemleri de lanse ettiğimizde bu konu daha da açıklık kazanacaktır: .
Öncelikle Doğuda büyük bir sorun teşkil eden kız çocuklarının okula gönderilmemesi. Bu duruma eğitim eşitliği açısından baktığımızda, bir erkeğe okula gitme hakkı verilirken, neden bir kız çocuğu verilmiyor? Bu hangi zihniyetle yapılıyor?
Toplumu yetiştiren bir anne olan kadın, neden okutulmuyor? Olgu sadece bir kızın okula gönderilmemesi değil ki. Bu durumun beraberinde getirdiği sorunlar da bundan daha acı ve kötü sonuçlar doğuruyor.
Kadının kocasıyla, çocuklarıyla, anne-babasıyla, akrabalarıyla ve çevresiyle sorun yaşamasının ve yetişen çocuklarının eğitimsiz bir şekilde büyümesinin tek sebebi de budur.
Genellikle görücü usulüyle evlilik yaşanır Doğuda. Biz burada tabi bunun iyi ya da kötü taraflarını incelemeyeceğiz. Burada karşımıza çıkan önemli bir sorunu dile getireceğiz.
Kız istemeye gelen tarafı, kızın anne ve babası beğenmişse, evlenecek olan ve bir ömür boyunca aynı yastığı paylaşacağı şahsı seçme hakkı maalesef kıza tanınmamaktadır ve damadı yalnızca kızın ailesi seçer.
Buna paralel olarak kendi rızası dışında evlendirilmek bir yana daha çocuk yaşta evlendirilmelerine ne demeli? Bu düpedüz adaletsizlik, eşitsizlik ve kadını hor görme değil midir?
Ailesinin bu ağır ve gerçekten çekilmez eziyetlerinden kaçıp da sevdiği insanla evlenmek isteyen bir kız için yaşam adına tüm güzellikler o andan itibaren bir kabusa dönüşür.
Bu olaydan sonra kızın ailesinden ve akrabalarından hiç kimse onunla konuşmamaya başlar. Bu da değerli bir varlık olan annenin yani kadının ne kadar zor bir durumda bırakıldığının bir delili değil midir?
Ya başlık parasına ne demeli? Bir erkek ile bir kadın arasında olsa olsa bu kadar eşitsizlik ve adaletsizlik olur. Kızın ailesi kız çocuğuna adeta bir malmış gibi satmaya kalkışır.
Yani en çok parayı getirene kızı verirler. Kadın-erkek kavramını bir tarafa bıraktığımızda bir insana karşılık olarak para ya da ziynet eşyası istemenin ne anlamı olabilir!
Bu herhalde köleliğin meşrulaşmış halinden başka bir şey olamaz. Başlık parasıyla evlendirildiği erkekle mutluluk hayalleri dahi kuramayan kızlar, erkeğin evinde kendisi için alınan başlık parasının eziyetini ve baskısını yaşamaya başlar. Ailelerde yaşanan huzursuzluğun temelinde de Başlık parası yatmaktadır.
Kadın olmak ne kadar da zormuş. Sevdiğim bir insanla evlendim diyen ve güzel günlerin hayalini kuran genç kız, daha evliliğinin üstünden birkaç yıl geçmişken üstüne kuma getirilmenin sıkıntısını yaşamaya ve hayat ona zindan olmaya başlar.
Bazıları bir kumaya sitem ederken üstüne dört kuma getirilen bir kadın için ne düşünebiliriz? Hangi birimiz kendimizi onun yerine koyup da gelecekten umutlu olabiliriz?
Ki çok evlilik konusunda Allah inancı olan dinlerde kesin kıstaslarla belirlenmiş olmasına rağmen, bu tür olayların vuku bulması akıllarda soru işareti bırakıyor. Ayrıca ailede alınacak bir kararda da kadının sözü alınmak bir yana görüş bildirmesi dahi imkansız.
Günümüzde toplumda yerleşmiş bazı dogmalar da adeta birer gerçekmiş ve değiştirilemez izlenimi uyandırmakta. Örneğin genel inanışa göre kadın çocuğu doğurmak, onu büyütmek, yemeği ve evin tüm işlerini yapmakla yükümlüdür.
Hal böyleyken bu kadının çalışan biri olduğunu düşünürsek onun üstüne düşen ağırlığı ve bundan doğan adaletsizliği görürüz, işin ilginç tarafı da kadının kendisi de bu durumdan şikayetçi değil.
Bunun nedeni de aynısını annesinden ya da çevresinde gördüğünden, kendisinde de kültürel bir gerçekmiş gibi empoze edilir ve o da bunu böylece devam ettirir.
Tarihe bir baktığımızda yapılan tüm devrimlerde ezilenleri hep başrolde görürüz. Bunun en güzel örneğini Fransız ihtilalinde görebiliriz. Şayet günümüz kadını da erkek ile kadın arasında eşit koşullarda bir yaşam istiyorsa, öncelikle yapması gereken eşit olduklarına kendini inandırmasıdır. Başlangıç da bu olmalıdır.
Fakat günümüzde bu bilince sahip olmayan kadınlar gün geçtikçe daha ağır koşullarla karşı karşıya kalmakta ve bir kadının yapmaması gereken durumlarla yüzleşmektedir.
Halbuki kadının kendini güçlü olarak hissedebilmesi için erkekten daha çok sebebi vardır. Çünkü kadın, annedir, sevgi kaynağıdır, aşk ve duyguların doruklara ulaştığı bir merkezdir, iyilik ve güzelliklerin dünyada son ve en güzel çiçekleridir.
Beklentimiz Geçmişten günümüze kadar hep savunulan ama bir türlü uygulamaya yansıtılamayan Toplumsal Cinsel Eşitlik konusunun gelecek kuşaklarda oluşması için zemin hazırlanması, toplumda hem kadın hem de erkeğin hak ettiği mevkiye gelmesi ve ikisinde de bu bilinç oluşmasıdır. (MHİ/BA)
* Mehmet Halis İş (Midyat Habur gazetesi) yayımladığımız "Eşitlik ama nasıl" yazısıyla Ankara Gazeteciler Cemiyeti, Birleşmiş Milletler ve Kadının Sorunları ve Statüsü Genel Müdürlüğü'nün birlikte düzenledikleri ''Toplumsal Cinsiyet Eşitliği'' yarışmasında 26.09.2004'te birinci olmuştu.