Niye heyecanlandığımı şimdi çok iyi hatırlamıyorum, ama galiba Doktor'un kadınları bir sınıf olarak görmüş olmasını çok önemsemiştim.
Kıvılcımlı'nın bu yazısının, bence, Türkiye solunda, kadın sorununu ilk kez problematize etmesi ve kendi kuşağıyla kıyaslandığında bazı önemli ve yeni tespitler yapmış olması nedeniyle özgün bir yeri var.
Ama aynı zamanda, yazıyı "yeniden okumak" ve bugünün feminist bilinci ve deneylerinin süzgecinden geçirmekten de kendimi alamadım.
Önce yazının tarihçesiyle ilgili kısa bir hatırlatma: Kıvılcımlı bu yazıyı 1968'lerde yazmış. F. Fegan notlarına bakılırsa: "Elyazmalarından ilki ince uzun kağıtlar üzerindedir." Yayınlanmış olan bölüm kendisi tarafından daha sonra yeni Türkçe'ye aktarılmış.
"Öte yandan, 25-42 sayfa numaralarını taşıyan eskiyazı elyazmaları var. Bu elyazmalarındaki belli olaylardan (örneğin Vedat Demircioğlu'nun öldürülüşü (Temmuz 1968), Çekoslovakya Olayları (Ağustos 1968) incelemenin 1968 yılı ikinci yarısında kaleme alındığı anlaşılıyor."
Ayrıca, yukarıdaki elyazmalarından yeni yazı ile kaleme alınmış (kısmen) bir metin daha var. Bu metnin 16. sayfasında yer alan Kıbrıslı bir genç kızın bir yurt aranması vesilesiyle sarf ettiği sözler 1971 yılı Ocak ayında söylendiğine göre, Kıvılcımlı 1968'de kaleme aldığı incelemeyi, 1971 başlarında yeniden ve yeni yazı ile yazmış.
Kadın Sosyal Sınıfımız- Türkiye'nin Üç Katlı Sosyal Ehram adıyla Kıvılcım dergisinin Temmuz-Ağustos 1. sayısında da yayınlanan metin bu yazıdır. Ayrıca, F. Fegan'a göre, "Türkiye'nin Üç Katlı Ehram"ı başlığı, dergide çıktığı gibi, yazının alt başlığı değil, bölüm başlığıdır.
Yalnız, Kıvılcımlı eski notlarını 1971 yılında yeniden yazarken, bazı ilaveler yapmış ve muhtemelen taktik nedenlerle bazı bölümleri de çıkarmış. Bu benim tespitim. Bu konuda F. Fegan'nın bir açıklaması yok. Bu bölümlere daha sonra geleceğiz.
Bu yazıda, Kıvılcımlı'nın bu incelemesini, bugünkü deneyler ve bilgiler ışığında, yani 1970'lerde yükselen Kadın Kurtuluş Hareketi ve onun teorisi feminizm perspektifinden yeniden gözden geçirmek, Kıvılcımlı'nın kadın sorununda yakalayabildiklerini ve anlayamadıklarını tespite çalışmak ve son olarak ta Kıvılcımlı'nın Kadın Sorunu analizinde, kendinden önceki Marksistlere göre yeni neler söylediğini, ama bugünkü feminist perspektifle hangi zaafları taşıdığını irdelemek istiyorum.
Ayrıca, Kıvılcımlı'nın kadının kurtuluşu problematiğinde anlayamadıklarının, genel olarak Marksizmin bu konudaki anlayamadıklarıyla olan yakın ilişkisini de göstermeye çalışacağım.
1970'lerin Kadın Hareketi, öncelikle Marksist soldan gelen kadınların eseriydi. O nedenle, kadınların cinsiyetlerinden ötürü ezilmişliklerinin nedenlerini açıklamak için kullanıp kullanamayacaklarını tespit amacıyla Marksizm'i ciddi bir eleştiriden geçirdiler.
Fakat bu teoride kadınların kurtuluşu mücadelesinde kadınların kullanabileceği yeterli bir teorik silah bulamadılar. Sınıf analizi, kadınların kadın olarak ezilmişliklerini açıklamaya yetmiyordu.
Simone de Beauvoir, daha 1949 yılında çok yankı uyandıran ve 1970'lerdeki feminist patlamaya yol açan İkinci Cins adlı kitabında "Bu özel durumu (kadınlık durumunu) tanıyabilmek içinse, erkeği ve kadını yalnızca birer iktisadi değer sayan tarihsel maddeciliğin sınırları dışına çıkmak gerekir" diyordu. (Kadın,1.Kitap, Payel Yayınları s. 71. Kitap Türkçe'de Kadın adıyla üç cilt olarak yayınlandı).
Gerçekten de öyle oldu. Kadının neden kadın olarak ezildiğinin teorisini, erkek egemen ve cinsiyetçi sistem analizini 1970'li yılların feminizmi geliştirdi.
Feministler, Marx'ta kadın sorunuyla ilgili fazla bir şey yok, aile, kadın emeği ve yeniden üretim gibi kavramlara eserlerine dağılmış biçimde rastlamak mümkün diyorlar.
Dahası kadınları ele aldığı o nadir yerlerde de terminolojisi erkek egemen terminolojinin dışına çıkabilmiş değil. Kadınları devrime katmanın önemini onlara "dişi maya" diyerek vurguluyor.
Bu son husus, Kıvılcımlı'nın makalesini okuduğumuzda da göze çarpan hususlardan biridir. O da kadını, daha çok devrime katma bağlamında, Marks'ı şöyle geliştiriyor: "İkide bir Batıcı olmak uğruna göstermediğimiz el çabukluğu yoktur. Ama, Batıda gerek burjuva, gerek halk ve gerek işçi sınıfı hareketlerinde kazanılmış bütün başarıların hep ve ancak kadınlarla birlikte sağlandığını sistemlice unutuyoruz. Modern çağın bütün sosyal hareketlerinde ve sosyal devrimlerinde motor halktır. Ama bu motorun pistonu erkekse, yatağı kadındır. Bizim bütün sosyal hareketlerimizde motorun kuru gürültüden başka bir şey çıkarmayışı, yalnız pistonla, pistonlu erkekle iş yapamıyacağımızı bir türlü anlıyamamış olmamızdır. Motorun dişi yatağı olmaksızın motor olamıyacağını unutuyoruz. Marks sosyal inkılaplarda kadını dişi maya (ferment feminin) sayarken bunu söyler" (F. Fegan'ın elyazması yayınlanmamış metin, s.11)
Kıvılcımlı'nın konuyla ilgili yaklaşım ve terminolojisinin klasik Marksist metinlerdeki yaklaşım ve terminolojilerle benzerliğini gösterebilmek amacıyla önce Marksizm'in konuya yaklaşımını özetlemek istiyorum.
Marksizm'de kadın sorunu analizini genel olarak Engels belirler. Daha sonrakiler Engels'i geliştirmediler ama çok fazla tekrar ettiler. Engels'in amacı kadın ezilmişliğini açıklamak değildi. 1884'de Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni'ni yazdığında, amacı özel olarak kadın sorununu değil, tarihi gelişmesi içinde kurum olarak aileyi incelemekti.
İster istemez aile içinde kadını da gördü. Engels, insanlığın başından geçenleri, Morgan'dan kaynaklanarak Vahşet, Barbarlık ve Medeniyet diye üç devreye ayırır ve her ayrı devrede aile kurumunu inceler.
Engels'e göre, Vahşet ve Barbarlık dönemine uygun düşen aile örgütlenmelerinde cinsler arası eşitsizlik yoktu ve ev işleri kolektifçe yapılırdı.
İnsanlık tarım ekonomisine geçtiğinde monogami (tek eşli aile) ortaya çıkmıştır. Çünkü tarım ekonomisi özel mülkiyeti doğurmuş ve mülkiyetin aile içinde devamı, tek eşli aile sistemini gerektirmiştir.
Ailenin mülkiyeti kadın da dahil olmak üzere erkeğin mülkü olmuştur. Engels, "anahanlığın yenilgisi, kadın cinsinin tarihsel yenilgisi oldu" der. Ve bunu, "insanlığın yaşadığı en önemli devrimlerden biri " olarak belirler.
Tarım ekonomisi neden kadınların köleleşmesini gerektirmişti? Çünkü, kadının ev içindeki işi, kamu işi olmaktan çıkmıştı." (ev işi) toplumsal bir iş değildi artık. Kadınlar toplumsal üretimin dışına atılmıştı," diyor Engels.
Engels'in tek eşli aileye şiddetli eleştirileri var; "kadınların gizli-açık ev köleliğine dayanır", "öldürücü biçimde can sıkıcı", "sınıflı toplumun aynası. Erkek orada burjuvaziyi, kadın da proletaryayı temsil eder," der.
Peki, Engels bunları söylerken, cinslerarası mücadelenin sınıflar savaşından önce geldiğini mi söylüyor? Tabii ki hayır. Burada şiddetle eleştirdiği burjuva ailesidir, proleter aile değil. İşçi ailesi mülkiyetten yoksundur.
Sanayileşme kadınları da kitle halinde fabrikaya götürmüş ve onlara ekonomik özgürlük sağlamıştır. Ve böylece "işçi evinde erkek egemenliğinin son kalıntıları da kaybolmuştur!"
Kadınla erkek arasında bir uzlaşmadan söz ediyor Engels. İşçi evliliği, iki taraf ta mülkten ari olduğu için para kaygıları olmayan, aşka dayalı evlilik olacaktır, diyor.
Gene kısaca Engels'e göre, kadının yeniden erkekle eşit duruma gelmesi, kadının yeniden toplumsal üretime katılması ve ev işlerinin, yani yeniden-üretimin sosyalleşmesiyle mümkün olacaktır.
Kadın köleliğinin nedeni, sermaye ve özel mülkiyet olduğuna göre, sosyalist devrim bunları ortadan kaldırdığında kadınlar da otomatik olarak kurtulacaktır. Bu açıklama modeli, Engels'ten sonraki yüzyılı aşkın zamanda sosyalist harekete hakim oldu.
Büyük ölçüde hala da öyle. Kadınların kadın oldukları için ezilişlerinin teorisi 1970'li yılların Kadın Hareketi tarafından geliştirildi. Ama bir İsveçli feministin söylediği gibi, sosyalist feministlerin tüm çabasına rağmen, insanlığın kurtuluşunun önkoşulu olan Marksizm'le Feminizm arasındaki evlilik, Engels'in çok sevdiği deyimle aşk evliliği, hala engellerini aşamadı.
Engels, kadının ev köleliğinin, "kadın işinin" sosyalleşmesi ile son bulacağını öngörmüştü ama, o sosyalleşen işlerde, bu kez ücretle, kimin çalışacağını, yani sistemin kendisini nasıl yeniden üreteceğini hesaba katmamıştı.
Ev işlerinin sosyalleşmesini kapitalizm de büyük ölçüde gerçekleştiriyor, ama yeniden-üretim, toplumsal üretimle kesinlikle eş tutulmuyor. Kadınların çalışma oranının yüzde 85 olduğu Batının en gelişmiş ülkelerinden biri olan İsveç, iş hayatında cinsler arası ayrımcılığın en çok olduğu ülkelerden biri.
Yarım yüzyıldır özel olarak kadın erkek eşitliği politikası ve programı olan bir sosyal demokrasinin idare ettiği İsveç'te kamu sektörü (okullar, hastaneler, yaşlı ve çocuk bakımı vb) kadınların alanı ve ücretler diğer alanlara oranla yüzde 80 oranında düşüktür.
Şimdi Kıvılcımlı'ya dönelim: Engels'in insanlığın evrimini araştırırken kadın sorunuyla karşılaşmasında olduğu gibi Kıvılcımlı da Türkiye'nin toplumsal yapısını incelerken Kadın Sorunu'nu görüyor.
"... Bu üç sosyal katın üstüste yığılı lanetlenmiş yomsuz ehramı gözönünde tutulmadıkça ve ehram içindeki her katın ilişkileri ve çelişkileri dupduru kavranılmadıkça (altını ben çizdim) Türkiyenin Sosyal Sınıflar problemi aydınlığa kavuşamaz" (Kadın Sosyal Sınıfımız, Kıvılcım sayı 1, s.121)
Aynı yazıda daha sonra, "Türkiye'nin öteki sosyal ilişki ve çelişkilerine girebilmek için ve girmeden önce, başlı başına bir alt mahkum sosyal sınıf durumunda olan en büyük mazlum sınıfımız, en büyük sömürülen sınıfımız: Kadın yığınımız üzerinde çok durulmalıdır" der ve ilave eder: "Sosyal Stratejimizin hem en sonuncu, hem de en birinci gelen katı Kadın-Erkek sınıflaşmasıdır.".
Kadın Sosyal Sınıfımız adlı yazının birinci bölüm başlığı, "Türkiye'nin Üç Katlı Sosyal Ehramı". Burada Kıvılcımlı'nın Türkiye toplumunun özel sınıf yapısını açıklamada kullandığı bir tablo var.
Tabloda, üç katlı sosyal ehram dediği yapıyı açıklar: "Başka ülkelerde bu çeşit sömürü ilişkilerinin hiyerarşisi ayrı konudur. Türkiye Sosyal yapısı ve Politikası üzerine elle tutulur fikir edinmek ve şaşırmadan yönelmek istenildi mi, yalın kat Proletarya-Burjuvazi ayrımı yanında, yukardaki levhayı hiç gözönünden kaçırmamak büyük önem taşır" (aynı yer s.122).
Tüm bu örneklerde kadın sorunu kendi başına bir sorun olarak değil, devrim stratejisi vb başka konuların bir parçası olarak ele alınmaktadır.
Engels'in genellikle işçi kadının durumuna bakması gibi, Kıvılcımlı da, "kadın-erkek sınıflaşmasının yarattığı "kölelik durumundan" söz ederken köylü kadından söz ediyor.
Bu arada köyün devamı olan gecekonduların işçi kadınını da görmemezlik etmiyor. Gecekondulardan bahsederken, "... emeğiyle, sağlığıyla, insanlığıyla, haysiyetiyle kurban edilen varlık İşçi Kadın'dır. Çalışan şehir kadınının kaç türlü soyguna, ezgiye, bunalıma uğratıldığını burada saymaya kalkışmayalım. Bitiremeyiz," satırları işçi kadının durumunu sergileyen az örneklerden.
Fakat asıl vurguladığı alan köy kadını. Dikkat edilirse, hem köy hem de şehir işçi kadınlarının durumlarını sergilerken, kadın sömürüsü geri ekonomik ilişkilerden kaynaklanıyor demesine rağmen, hep bir erkek ezmesinden ve sömürüsünden de söz ediyor. Aslında erkeğin kadını ezmesinin altındaki neden de ekonomiktir.
"En karanlık ayaktakımı hergün, ağasından, efendisinden, beyinden 24 saat çalışmasına karşılık yalnız hak yiyicilik, hakaret ve işkence görür. O durumun yarattığı aşağılık kompleksi ile patlayacak kertede dolar, şişer. Çatlamadan yaşayabilmek için, evindeki cariyeye, parayla satın aldığı dişi köleye işkence yapabilmenin boşalışlarına sık sık başvurur. En mazlum erkeğimiz, hiç değilse eline geçmiş savunçsuz kadına zülum yapmakla, kendi yürekler acısı sancılarını bastırmaya özenir. Bir dişi insana, haklı haksız saldırı hürriyeti ve hakkı elinden alınırsa, bütün insanlık hakları ve hürriyetleri yok oluvermiş gibi gelir o an." (Kıvılcım, s.132).
Nedenini nasıl açıklarsa açıklasın, ev içi şiddetin, 1970'ler Türkiye'si Solunda böylesine açıkça ortaya konması, yenidir. Yalnız, Kıvılcımlı aile kurumundan hiç söz etmiyor. Aile içinde kadın-erkek işbölümünü hiç sorgulamıyor, hatta bence onaylıyor.
Bir yerde, kadının da erkek kadar insan olduğunu vurgulamak isterken, "Bu erkeklerden hiç birisi,- en homoseksüelleri bile,- anasız dünyaya gelinemiyeceğini, kızkardeşsiz, eşsiz, kadınsız yaşanmadığını bilirlerdi," şeklinde söylediği sözler de bunu doğruluyor.
Kıvılcımlı, adı konmamış bir erkek kültüründen söz ederken yine o günkü Türkiye Soluna göre yeni ve ileri bir gözlem yapıyor.
"Kadına karşı şartsız kayıtsız bütün erkeklerimiz, maddeleri yazılmamış, ama herkesçe ezbere bilinen ve her gün saksağan gevezeliği ile tekerlenen bir Anayasa'nın adsız fedaileri olarak sözbirliği ve işbirliği etmişlerdir. Kadın düşmanlığı, kimi sosyal sınıf ve zümrelerimizce canavarca ağır, kimisinde daha yeğnikçe veya cilalıca görünebilir... Niçin? Çünkü, o azgın erkek sadizmini besleyen kök, ekonomi geriliğimizin tabulaştırılmış derinliklerinden benliğimize fışkırıp dal budak salmıştır" (aynı yer).
Daha sonra 1970'li yılların feminizmi bunu, erkek egemen ve cinsiyetçi sistem olarak formüle edecektir.
Kıvılcımlı, kadına karşı şiddetten ve kadın düşmanlığında birleşen bir erkek kültüründen söz ederken, kendinden önceki Marksistlere kıyasla ileri bir adım atmıştır. Çünkü Engels'te kadına karşı şiddetten ve özel olarak erkek baskısından söz yoktur.
Yalnız burada Kıvılcımlı'nın yanlışı, bu olguyu Türkiye'ye has bir şey olarak görmesidir.
"Dün olduğu gibi bugün de Türkiye'nin bütün ekonomik, sosyal ve politik meselelerini daha doğmadan boğan, bütün sosyal ve ilh. ilişkilerini soysuzlaştıran sakatlıklar içinde Ana-Kadının tarih ve toplum dışı bırakılmasından doğan dilsiz trajedi dönüp dolaşıyor, Türkiye'nin, topal eşekle bile kervana katılamıyan uygarlık dışı kalış dramına karıyor. Onu kavramadıkça hiç bir sosyal meselemizde ayık gezemiyoruz. (aynı yer). "1965 Ekim 24 günü 31 milyon küsur nüfus sayıldı. Bunun 15 milyon kişisi kadın adlı toplumca herşeysi örtbas edilen alt mahkum sınıf insanımızdır. Yarısı yadlaşmış, altlaşmış, var iken yok edilmiş bir milletten hayır gelir mi?" diyor.
Zaten Kıvılcımlı bu tespitlerinden stratejik bir sonuç çıkaracaktır. Tespitlerinin ve nedenlerinin mantıki sonucu da oraya varıyor zaten. Kıvılcım Dergisinde yayınlanan kısım şöyle bitiyor: "Türkiye'de kadın cinsinin neredeyse Antika çağlar artığı bir Alt Sömürülen Sosyal Sınıf oluşu gerçeğinden hangi ekonomik-sosyal sonuçlar çıkar? Antika Tarihteki kölelerin durumu ile, Modern Tarihteki kadınların durumu arasında ana çizisiyle benzerlik vardır. Antika Tarihin köleleri hiç bir zaman Bilinçli bir Sosyal Sınıf olarak herhangi bir tutarlı bir Sosyal Devrimi başaramamışlardır. Marks'ın pek güzel söylediği gibi, "bir alt sınıf devrimci değilse, hiç birşey değildir."
O bakımdan koca tarih boyu, Sosyal Devrim bilincine ve davranışına eremiyen Köle sınıfı, bir büyük hiç olup gitmiştir."Antika Tarihte köleliğin kendi sosyal sınıfı ile birlikte Medeniyeti de 'Yok' edişi sırf olumsuz bir olay değildir. Kölelik yok olurken, kendi Medeniyet biçimini yok etmekle ve yok ettiği için, gelecekte yeni bir medeniyetin doğuşunu hazırlar... Demek, Tarihin en olumsuz güçleri bile eğer gerçekten güçsüz ve olumsuz iseler... ister istemez bir olumluluğa sıçrayabilirler. Kadının Modern toplumdaki 'Hiç'liği, tıpkı Antika toplumdaki köleliğin 'Hiç'liğine benzer... Kadını erkekler tahakkümü ve saltanatı istediği denli "Hiçe" saysın, o tepki, bütün yasak edilmiş güçler gibi, yeraltında, gizli sağır, derinden derine işleyen bir güçtür."
Yani, Kıvılcımlı, köle kadın sosyal sınıfımızdan modern bir isyan bekliyor. Bu isyanın işçi sınıfının önderliğinde olacağından kuşkusu olmadığı için, "hiçliğin" isyanının "hepliğe" dönüşebileceğini düşünüyor.
Kıvılcımlı bu metni, 1968'lerde yazdığı metne dayanarak 1971'in başlarında yazdı. Yani Kadın Hareketinin Batıda yeniden doğmak üzere olduğu fakat Feminist Teorinin metinlerinin henüz Türkiye'ye ulaşmadığı bir dönemde.
Kadının cinsiyetinden ötürü ezilişini ekonomi ve geri kültür gibi kavramlarla açıklamanın mümkün olmadığını ve kadının kurtuluşu için ayrı bir örgütlenmenin şart olduğunu söyleyen bir teoriye, feminizme Kıvılcımlı'nın tepkisi ne olurdu, şimdi de ona bakalım.
Yayınlanmamış metinde ilginç tespitler var. Bir kısmını buraya aktarmakta, yukarıdaki soruya cevap arama açısından yarar buluyorum.
Aşağıda uzun bir alıntı aktarıyorum. Bu satırlarda feminist tahlile son derece yaklaşan tespitleri var. Daha sonra bu tespitlerden nasıl sonuçlar çıkardığını da göstermeye çalışacağım.
"Bütün ekonomik, sosyal, politik, hukukcıl, kültürel, ahlakcıl ve ilh ilişkilerimizi en büyük çıkmaza sokan kadının iki başlı kölelik ejdarhasıdır. Bir kalemde 31 milyon nüfusumuzun 15 buçuk milyonu toptan...........(okunamamış bir sözcük, ama yazının gidişinden ne olabileceğini tahmin etmek zor değil) olmaktadır. Kadına, kanun kitaplarında ezbere insanlık hakları, siyaset hakları, seçim hakları vermişiz, kaç para eder. Bizde kadın, hangi sosyal katta bulunursa bulunsun (burada ilk kez köy kadınının dışına çıkıyor), toplum dışı, daha doğrusu toplumaltı, toplum mahkumu bırakılmıştır.
"Kimi okur yazar kadınlarımızın ara sıra, erkeklerce yapılmış sahnelerde "hürriyet" ve "eşitlik" rollerine çıkarılışlarına aldanmıyalım. (Burada Halide Edib'i kastediyor. Daha sonra yazıda ona eleştiri var.) Bu sahteliklerle yüzümüzün kızarması için 5 Haziran 1966 günü Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsünün "Cumhuriyet Senatosu Üyeleri Kısmi Seçim Sonuçları" adıyla çıkardığı 598 sayfalık koca istatistiğe bakalım. Orada, ne Senatonun, ne Milletvekilleri Meclisinin içinde kaç tane kadın bulunduğu üzerine bir tek sahifecik ayrılmamıştır."
Fakat bu olguyu o kadar "bizim" sayıyor ki, Batının bu alanda bizi taklit ettiğini söylüyor!
"Bu Fransa'da, İngiltere'de, Amerika'da da böyleymiş. Orada da kadın siyasetten bilerek, söz yerinde ise ........ (burada da okunamamış bir sözcük var), izzet ikram ile ama siyasetten tecrit edilmiş. Hiç bir yerde bizi taklid etmeyen Batı, politika demagojisinde bizim Babil metodlarımızı kullanarak kadını toplum dışı etmeğe çalışmaktadır"(yayınlanmamış metin, s.13).
Kıvılcımlı, kadının sosyal ve politik yaşamda nasıl ayrımcılığa uğratıldığı konusundaki tespitleriyle, feminizmle çakışıyor. Sorun nedenler konusunda ortaya çıkıyor. Erkek egemen sistem teorisini bilmediği için, tespitlerinin doğruluğu, olayı açıklamaya yetmiyor. Ve olayı o kadar bize özgü sayıyor ki, Batı olsa olsa bizi taklit etmiştir sonucuna varabiliyor.
Bugün hala, o Batının en gelişmiş ülkelerinden biri olan İsveç'te her yirmi dakikada bir kadının yakını bir erkek tarafından dövüldüğünü, her 10 günde bir, bir kadının erkek şiddetiyle öldürüldüğünü duysa herhalde çok şaşırırdı.
Kıvılcımlı için sorunun nedeni geri ekonomi ve kültür olduğu için evrensel boyutlu değildir. Kadınların durumuyla ilgili saptamalarını o kadar bize özgü sayıyor kı, tespit ya da tahlillerini Türkiye toplumu için yaptığı sınıf tahliline uyguluyor ve kadın sorununu, sınıf sorununa bağlıyor. Aşağıdaki alıntıyı, uzun olmasına rağmen buraya aktarmamazlık edemedim:
"Her üç bölük kadın da (köy, taşra, şehir kadını tahlili) genel olarak alt sınıf, alt insan karakteri taşır. İster üretim, ister öğülesi, ister süs kadını olsun, bütün ömrünce bir sahip bekler. Sahip nedir? Tıpkı Anadolu köylüsünün başından geçen şeydir. İlk Osmanlı Türkiyesi kurulduğu sıralarda "Sahib-ül Arz" (Toprağın Sahibi) denirdi. Bu "sahip"lerin Miri Toprak üzerinde ne en ufak bir "Mülkiyet" hakları, ne de Tasarruf hakları vardı. Mülkiyet Müslüman toplumunda, Tasarruf toprağı işleyen köylünündü. "Sahib-ül Arz"ın bütün görevi o sistemi korumaktı. Kadının beklediği "Sahip" ilk bakışta böyle bir "Koruyucu"dur. Ne demek koruyucu? Demek kadın korumaya muhtaç insandır. Erkek te insandır. Her erkeğin korunmaya ihtiyacı yok ta, kadının korunma ihtiyacı nereden gelir? Erkek Sınıfı karşısında, Ortaçağ köylüsü gibi, keyfe göre vergi ve angarya vurulan kişi oluşudur. Kadının bir Sahibi yoksa bütün erkekler, hemen, ayrı ayrı veya hep birden ona "sahip olma" hakkını kendilerinde görürler. "Sahibi" varsa, böyle bir "Hak" iddia etmezler. Niçin? Kadının insanlığına saygı gösterdikleri için mi? Asla. Kadının üzerinde bir "erkek ipoteği" bulunmasına, yani gene "erkek hakkına" saygı gösterirler."
"........Kadının böyle başlayan alt-sınıflık durumu, zamanla tıpkı Osmanlı toprak düzenindeki yerlerin durumu gibi kötüleşmekte gecikmez. Topraklara yalnız, "Koruyucu Sahip" gibi bakan Beyler, zaman geçtikçe toplum ilişkilerinin her soysuzlaşmasından yararlanarak toprağın "Mülkiyet Sahibi" durumuna girerler. Erkek sınıfı da, bizim Kadın sınıfına karşı çarçabuk mülkiyet sahibi kesilirler. O zaman kadın kendisine herhangi bir mal gibi "Malik" olacak bir mülk sahibi Bey bekler" (yayınlanmamış metin.s.25).
Devam edelim: "Türkiye'yi yüzer yıl yüzer yıl gerilere doğru çekip, binlerce yılın ötesinde fosilleştiren en korkunç gerçekliklerden biri budur. Bu esrarkeş-afyonkeş iptilasıyla köleliğe susamış cariye eğilimli kadın gerçekliği, bir Sosyal Sınıf meselesi olarak gözöninde tutulmadıkça hiç bir Sosyal Devrim veya Evrim kolayca başarılamaz." (aynı yer).
Bu satırlar, Kıvılcımlı'nın kadın sorununu ne kadar devrime bağladığının bir çok örneğinden biri. Yalnız Kıvılcımlı'nın özelliği, ciddi bir devrim stratejisinin bu sorunu hesaba katması gerekir önermesidir.
"Ve kadın bunu (yukarıdaki durumu. Benim notum) "tabii" karşılayabiliyor. Hiç bir erkek te çıkıp tabiata karşı en alçakça bir saldırı olan dişi köleliğini gereğince eleştirmiyor. Kadının toplumda cariyeleşmesini, cinsel aygıtının içeriye dönük oluşu gibi bir tabiat olayına bağlamış bulunuyor. Hiç bir erkek de, hatta en keskin sosyalist geçinenlerimiz bile, kendi cinsel aygıtının dışarıya dönük oluşundan gelme hayvancıl gösterişlerinden ötürü Üstün Sınıf durumunda şaşacak yan bulmuyor." (aynı yer. s.12-13).
Kıvılcımlı, feminizmin cinsiyetçi sistem analizini bilmediği için, böyle davalıyı yargıca şikayet ettiren şeyler söyleyebiliyor. Cinsel aygıt yorumu, erkek egemen anlayışın kadın psikolojini açıklama modelidir. (Kıvılcımlı'nın bilindiği gibi tıp doktoru olarak alanı psikiyatridir). Feminizmin psikoloji bilimine ciddi eleştirileri vardır. Ama doğrusu, 1968'lerde, yeniden yazdığı metne almamış olsa da, o günkü Türkiye solunda bunlar oldukça yeni ve ileri tespitler.
Kıvılcımlı'nın klasik Marksist yaklaşımlara oranla bir adım önde sayılabilecek açılımlar yapmasına karşılık, feminist yaklaşımın gerisinde kaldığına dair bir diğer örnek de, onun kadının kurtuluşuyla ilgili görüşlerinde bulunabilir.
Kıvılcımlı, konuya girerken kadın sosyal sınıfımızın kurtuluşu için ne yapmalı sorusunu soruyor. Burada, Kıvılcımlı'nın feminizmden habersiz, kadınların kurtuluşu kavramını kullandığına dikkat çekmek gerekir.
Bu sorunun bizzat kendisi, klasik Marksist yaklaşımdan daha ileri bir adımı ifade ediyor; çünkü Türk Solu, uzun zaman sonra bile sorunu "kadının kurtuluşu" mu, yoksa "kadın hakları"mı sorusu etrafında ele aldı.
Buna karşılık Kıvılcımlı'nın kadının kurtuluşu için geliştirdiği tezler, feminist yaklaşımın konuyla ilgili tezlerinin gerisinde kalıyor. Örneğin o, kadının kendi bedenine sahip çıkma arzusunu anlayamıyor, dahası kadının kurtuluşu için gerekli ön koşullardan biri olduğunu da fark edemiyor. Yazıdaki şu sözleri bu tespiti doğruluyor:
"Bütün dünya kadınlığı gibi, Türkiye kadınlığı da en büyük köleliğini ne yapacağını bilememekten alıyor. Striptizden, bikini ve mini eteğe, pantolana dek alıp yürümüş bütün kadın davranışları, hep kadın köleliğinin bir açıdan protesto edilişleridir. Bu açı önce yanlıştır, sonra bilinçsizdir, daha sonra sırf düzeyde kalmış biçimseldir."
"Açı yanlıştır: Kadın, gene şüphe yok, erkek sınıfının ona sinsice aşıladığı düzencilik yüzünden, Sosyal Kurtuluş Savaşı yerine "Cinsel Kurtuluş Savaşı"na önem veriyor." (aynı yer. S.32)
Cinsel özgürlük, kadın hareketinin öze ilişkin ilk parolalarından biri ve erkeğin kadın bedeni üzerindeki hakimiyetine son verme ve kadının kendi bedenine ve cinselliğine sahip çıkma talebidir.
Kıvılcımlı bunu "cinsel silahlarla, cinsel hasmı olan erkeği yenebileceğini umuyor. Cinsel gücüyle fethettiği dünyada hür olabilecegini sanıyor"
Kıvılcımlı'nın kadın hareketinin cinsel özgürlük talebini nereden duyduğunu bilemiyorum. Belki, 1917 Devriminin ilk yıllarındaki tartışmaları izlemiştir, Lenin'le Clara Zetkin arasındaki o ünlü konuşmayı okumuştur, özgür aşkın ve yeni bir moralin öncülüğünü yapan ve bunu sonra çok ağır ödeyen Aleksandra Kollantay'a yöneltilen eleştirilerden mi esinlenmiştir. 68'lerde cinsel özgürlük talebi Batıya kıyasla Türkiye'de belki sadece nüve halinde vardı.
Kıvılcımlı devam ediyor: "Açı bilinçsizdir: Tersliğin, yanlışın kökü budur. Kadın bu kafayı atmadıkça, yenilgiden kurtulamaz. Çünkü bütün gücünü bir ütopiye feda ediyor. Savaş sosyaldir. Kadın onu Cinsel Savaş biçiminde anladı mı, karanlığa kubur sıkmış olur. Düşmanı, üstü, zalımı olan erkek sınıfını zayıf zannettiği yerde, hiç te zayıf olmadığı yerde, erkeğin istediği alanda savaşa sokmakla, kadının başarısını yitiriyor."
"Açı biçimseldir: Bir kadının, bir erkeği bir görüşte alnından vuracağı cinsel gücü ne denli sürekli olur?.. Kadın bu kadıncıl silahlarını bıraksın."
Kıvılcımlı burada, kadının kendi bedenine sahip çıkma talebiyle, cinsiyetçi toplumun kadına dayattığı bazı davranışları birbirine karıştırıyor. Ve bu davranışları kadın mücadelesinin biçimsel açısı olarak değerlendiriyor.
Kıvılcımlı'nın kadınların kurtuluş mücadelesine önerisi şöyle: "Her savaş gibi cinsel sınıflar savaşı için de öz kadar biçimin de önemi vardir. Ancak biçimin içi boş bir balon olmaması, özüne kavuşması daha az önemli değildir. Bu öz ancak bütünüyle erkeklerin (altını ben çizdim. İnşallah bir çeviri hatası yoktur!) ezilip soyulmaktan kurtulacakları Sosyalizmde vardir. Gerçek sosyalist bilinçsiz kadın kurtuluşu düşünülemez." (aynı yer.s.34). Oysa, kadınların cinsel özgürlük talebi, kadının kurtuluş mücadelesinin özsel bir talebidir.
***
Kıvılcımlı'da kadın sorununun nasıl işlendiğini kısaca sergilemeye ve düşünce sisteminin ipuçlarını yakalamaya çalıştım. Yazının gidişi içinde bazı ipuçlarını da kaçırdım. Bazılarını bilerek ele almadım.
Ama genel olarak, yazının özünü verdiğimi ve bugünün ışığında Kıvılcımlı'nın kadın sorununa ilişkin tespitlerinin ne anlama geleceğini göstermeye çalıştım. Kıvılcımlı'nın, kendi kuşağında hiç ele alınmayan önemli tespitleri var.
Fakat bu tespitlerden kadınların o kaç katlı ezilişinin özellikli teorik tahlilini çıkarmak mümkün değil. Kıvılcımlı da, Marksizm'in klasik kadın sorunu anlayışından kurtulamıyor ve sorunu geri üretim ilişkileri ve geri kültürle açıklıyor. Kadınların kurtuluşunun ancak erkeklerle birlikte kapitalizme karşı mücadele ve sosyalizmde olduğunu söyleyen Marksist söylemi tekrarlıyor.
Sonuç olarak, Kıvılcımlı'nın kendi kuşağı Marksistlerle kıyaslandığında, Türkiye'ye ilişkin tarih ve toplum çözümlemeleri içinde, kadınların durumuna özel bir yer vermesi ve kadın ezilişinin çok boyutlu mekanizmalarıyla ilgili, bugün feminizmin tespitlerine yaklaşan tespitler yapmasının hakkını tanımak gerekir.
Fakat sorunun nedenleri ve çözümü konusunda, klasik Marksist terminolojiden ayrılamadığını da belirtmek gerekiyor. O günkü bakış açısıyla yaşıyor olsaydı, Marksizm'in kapitalist sömürü ve baskı tahlili yanında, cinsler arası iktidar ilişkilerini tahlil eden cinsiyetçi toplum teorisine ya da kadınların bağımsız örgütlenme talebine sıcak bakar mıydı sorularına cevap aramak gereksiz.
Yaşasaydı, muhtemelen fikirleri o günkünden farklı olurdu. Ama farkın nelerden oluşacağı konusunda feminizmin olumsuz deneylerini hatırlatmaktan kendimi alamıyorum. O nedenle yazıyı bugün yeniden okumak aynı heyecanı vermiyor.
* Latife Fegan'ın metni Kasım 2001'de Kıvılcımlı'nın 30. ölüm yılını anma vesilesiyle Almanya'da yapılan bir sempozyumda yaptığı sunuş.