Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu'nun, Orta Avrupa Üniversitesi (Central European University) ortaklığı ile düzenlenen "Savaş, Hafıza ve Toplumsal Cinsiyet Konferansı"nın birinci oturumunda "Hepsi Kurgu? Edebiyat ve Sanatta Savaş, Hafıza ve Toplumsal Cinsiyet" konuşuldu.
Moderatörlüğünü Boğaziçi Üniversitesi'nden Başak Demirhan'ın yaptığı toplantı, Cezayir Toplantı Salonu'nda kadınlardan oluşan kalabalık bir kitleyle gerçekleşti.
Sabancı Üniversitesi'nden Hülya Adak, Birinci Dünya Savaşı'nda Türkiye Edebiyatı'nda Ermeni Soykırımı esnasında kadınlara yönelik cinsel tecavüzün yer almadığını, sadece düşmanın uyguladığı cinsel tecavüzün "ötekileştirme" üzerinden işlendiğini söyledi.
"Halide Edip Adıvar, Ermenilere yapılan katliamları ve mülklerine el konmasını eleştirir ve suçluların cezalandırılmasını ister. Ancak romanlarında cinsel şiddetten bahsetmez. Adıvar, kadın dayanışması içinde yer alsa da yine Rumların tecavüzünden bahseder ve bundan öç alınması gerektiğini vurgular. Bu da ötekileştirmeyi getiriyor
"Yakup Kadri ve Falih Rıfkı Atay da tecavüzü ancak düşman üzerinden anlatır, mesela Yunanlıların Türklere yaptığı tecavüzden bahseder ve bunu bir utanç ve namus meselesi olarak görür. Bu utancın kapanmaz bir yara olduğunu söylerler ve kadının bu durumda ölmesi gereklidir.
"Mıgırdiç Margosyan ise Diyarbakır'daki Ermeni cemaatini anlatarak Ermeni meselesinde dönüştürücü bir rol oynarken, o da kadınların cinsel tecavüzüne sessiz kalıyor."
"Kadın şiddetinin savaşta araçsallaşması"
İstanbul Şehir Üniversitesi'nden İrvin Cemil Schick, konuşmasına şu alıntı ile başladı: "Savaş cehennemdir ama kadınlar için özel bir cehennemdir; savaşta hem kadınların hem toprakların vücudu fethedilir".
Schick, kadına karşı şiddetin, erkeğe ve ulusal onura bir saldırı olarak görüldüğünü ve bunun uluslar tarafından düşmanın ötekileştirilmesinde bir araç olarak kullanıldığını söyledi.
20.yy'ın başından günümüze "savaşta tecavüze uğramış kadın" resimlerinden örnekler gösteren Schick, gerek Osmanlı'ya karşı Avrupalı sanatçıların gerekse Almanya'ya karşı Fransız sanatçıların savaşı ve düşmanlıkları hep kadın bedeni üzerinden kışkırttıklarını söyledi.
Özyeğin Üniversitesi'nden Çimen Günay, 12 Mart 1971 askeri darbesinin ardından yazılan romanlarda kadın ve erkek yazarların farklılaşma noktalarını anlattı.
"Çetin Altan, Erdal Öz gibi erkek yazarlar, metinlerinde iktidar, işkence, baskı, siyasi kimlik, güçlü erkeğin yapılandırılmasını anlatır.
"Sol ve sağcı kadın yazarlar ise ataerkil toplum yapısı ile siyasal tahakküm arasındaki ilişkiye dikkat çekiyor. Sevgi Soysal, Emine Işınsu, Sevinç Çokum, Pınar Kür, Adalet Ağaoğlu...Bu yazarlar, devrimci erkeklerin otoriter bakışla örtüştüğü, iktidar paylaşımında kadınların rolü, aşkın ve cinselliğin devrimci hayatın bir parçası olabileceği gibi tartışmalar yürütür."
"Kadın anlatıları, tarihteki boşlukları dolduruyor"
Brüksel Özgür Üniversite'den (Free University of Brussels) Sophie Milquet, İspanyol iç savaşındaki kadın anlatılarını Angeles Caso, Dolce Chacon, Jesus Ferero yazarlarının kitapları üzerinden değerlendirdi.
"Kadınlarda sindirilmişliğin verdiği sessizliğin ötesinde bir travma sessizliği var. Konuşma ve sessizlik bir diyalektik içinde ilerliyor. Romanlar anı temsilleridir ve toplumsal hafızaya katkı sağlar. Bu yüzden de kadın anlatıları tarihteki kadın boşluğunu doldurmak için çok önemlidir."
Sofya Üniversitesi'nden Kornelia Slavova, Eve Ensler'in tiyatro oyunu ve Grbavica filmi üzerinden kadınların travmalarını yenmede diğer kadınlarla kurdukları iyi ilişkilerin etkisinden bahsetti.
"Piyeste de filmde de tecavüze uğramış, ailesini yitirmiş kadınların travma ve terapi seansları yer alır. Her ne kadar iki seans da başarısız geçse de hatırlama ve paylaşmanın, diğer kadınlarla ilişki kurmanın kadınların iyileşmesine katkısı anlatılır." (NV)