Dikkat ediniz hep erkektir sinemaya bu kadar aşık karakterler. "Tesadüf işte" denilebilir bu duruma. Ama bir adım ötesini düşününce çok da tesadüf olmadığı anlaşılacaktır, bu sine-masal filmlerde yalnızca erkek karakterlerin yer almasının.
Türk Sineması bir yana, Dünya Sineması'nda kaç kadın yönetmen var? Kaçı kadın senaristlerin, yapımcıların? Bu soruların yanıtlarını biliyoruz ve tartışarak zaman harcamanın gerekliliğine inanmıyorum.
Biliyoruz ki, sanatın tüm alanlarında olduğu gibi kadınların sinemaya girmeleri, erkeklere oranla zor ve geç olmuştur. Ancak giderek artmaktadır setlerde kadın sayısı. Sevindirici bir gelişme (mi) bu! Öyle diyebilirdim. Temmuz 2004'ten beri çeşitli setlerde çalışmamış olsaydım.
Sinema dünyası ve onun uzantısı olan diziler, reklamlar yani setler -üzülerek söylüyorum-tamamıyla erkeklere ait. Sadece oran olarak erkeklerin çoğunlukta olması ile değil, konulan görünmez yasalarla, çeşitli davranış kodlarıyla, kullanılan dil biçimi ile, kadınları içine almayan, almak istemeyen bir dünyadır setler.
İletişim Fakültesini yeni bitirmiştim ve kostüm sorumlusu olarak işe başladım. Çok heyecanlıydım. Bir şekilde ben de büyülenmiştim o filmlerden haddim olmayarak.
Sonra anladım ki, işi bilmeyen bütün kızlara biçilen bir rolmüş kostümcülük. Öyle önemsenmeyen, olmasa da olur dedikleri bir iş. (Erkeklerin klasik tavrı kadınlar kadar kıyafeti de önemsemiyor işte. Kadın önemsiz, kıyafet önemsiz eşittir olmasa da olur... Olmasa da olmuyor ya her neyse.)
Bugüne kadar çalıştığım hiçbir sette teknik ekipte (ışık-kamera-ses) kadınlarla çalışmadım. Bunun nedenini sorduğumda genelde fiziksel güçsüzlükle açıkladılar. Halbuki benden daha kısa-çelimsiz erkeklerin yetiştirilmek üzere teknik ekibe rahatlıkla alınabildiğini de gördüm. Üstelik sinema eğitimi almamış, lise-orta okul mezunu erkeklerin.
Bunu kesinlikle elitist bir tavırla yazmıyorum. Ama ortada açık bir haksızlık var. Bu ülkenin iletişim fakültelerinde kadın öğrenci sayısı, erkek öğrenci sayısından fazla. Ve benim gördüğüm; bütün kadınların severek-isteyerek girdiği bölümlerden sinema-TV, reklamcılık v.s.
Buna rağmen bilgili ve ilgili bir kadınla çalışmak yerine, bu işle hiç alakası olmayan bir erkekle çalışmak tercih edilebiliyor. Duyduğum kadarıyla Türkiye'de ışık elemanı olarak çalışan yalnızca bir kadın, set ekibinde de yalnızca bir kadın var.
Kamera bölümünde kadınların sayısı çok az. Olan kadınlar da genelde amir veya şef değil, hiyerarşinin alt kısımlarında. Yani her ne kadar iyi çalışırsanız çalışın biçilen rol belli.
Nitekim ben de teknik işlerle uğraşmama rağmen ilk işimden itibaren nerede durmam gerektiğine dair ipuçlarını almaya başladım. Bütün enerjimi harcayarak ve işimi önemseyerek hem kostüm bölümünün önemsiz olmadığını, hem benim bu işi yaptığımı-yapabildiğimi göstermek için oradan oraya koşturdum set boyunca.
Ben böyle kendimi yıpratırken bir gün bir adam 'Güzel ve genç bir kadınsın niye evlenip evinde oturmuyorsun da sabahlara kadar koşturuyorsun burada?' dedi "haddi olarak".
Adam yaşlı ve kamusal alanda kadınları görmeye alışık değil diye durum tespitinde bulundum. Ama yine de içimi acıttı söyledikleri. Bu karşılaştığım ilk örnekmiş meğer. Sonraları gittiğim bütün setlerde gördüm ki, mecburen, para sıkıntısından, başka iş bulamadığımızdan, koca bulamadığımızdan vs. çalıştığımızı sanırmış erkekler setlerde.
Tabii böyle olunca ilginç bir savaşın içinde buldum kendimi. Burada olmak benim hakkım ve işimi iyi yapıyorum diye isyan eder gibi çalışıyordum. Şoföründen-çaycısına, görüntü yönetmeninden-yapımcısına herkes yüzünde 'ne işin var senin burada' ifadesi ile bakıyor.
İsteyerek-severek bu işi seçebileceğimiz, özgürleşmek için çalışmayı tercih edebileceğimiz kimsenin aklında yok. Gerçi haklılarda biraz; leş kokan dünyalarına girdikten sonra kaçmayı istememekte mümkün değil.
Ama yükselen koku setlerin ağır, tozlu, zor kokusu değil. Setlerin üzerinden yükselen koku iğrenç çıkar ilişkilerinin, yüksek kumpasların kokusu.
Diziler ve reklamlar üst kademelerde çalışanlar için çok ciddi paralar demek. Böyle olunca da sinemayla ilgisi olsun olmasın herkes bu sektöre bir şekilde kapak atmaya çalışıyor. Tabii burada da eşit işe eşit ücret, hatta daha fazla işe daha az ücret sorunu karşımıza çıkıyor.
Erkekler hiçbir zaman para kazandıran işleri kadınlara bırakırlar mı? Daha az çalışıp, daha çok kazanmak için bütün para kazandıran bölümler erkekler tarafından işgal altına alınmış durumda. (Desteksiz bir tez değil bu. Mülk edinme oranının kadın-erkek arasında ki dağılımını bir düşünün.) Kadınlar 'ne de olsa ek gelir' olarak görüldüğünden açıkça sömürülerine devam edebiliyorlar.
Örneğin; Yönetmenler erkek, yönetmen yardımcıları genelde kadın, veya prodüksiyon amiri ; erkek asistanı kadın. î Ve aslında bütün sorumluluklar asistan olan kadınlarda. Ancak aldıkları ücret en az yarı-yarıya fark ediyor.
Benim set macerama yazıyı biraz döndürerek devam etmek istiyorum. Çünkü bir tanıklık F yazısı bu yazı. Kostüm sorumluluğunun yanında başka işlerde öğrenmek için, erkek işi denilen işlere de el atmaya başladım. Bu işlerden kostümcülükten aldığımdan daha çok zevk aldığım için o tarafa kaymaya çalışıyordum.
Ama böyle durumlarda birileri hep 'dur' der size. Sınırımı aştığım için sürekli üstüme geliyorlardı. Doğrudan bir şey söylemeseler de, dolaylı olarak kadın olduğum ve durmam j gerektiği hatırlatılıyordu. Bu zaman zaman kötü bir sözle, bakışla olurken, bazen kibarlıklarının altına gizledikleri bir cinsiyetçilikle hareket ediyorlar(dı).
Mesela elimde ağır bir dekorla ilerlerken kibarca elimden almaları!!! Oysa bu benim işim diye kavga ediyordum her seferinde. Bu tavırlardan kurtulmak için, kadın gibi görünmemeye özen göstermeye başladım. Bir süre sonra gerçekten erkek gibi giyinen-konuşan-davranan biriydim.
Buna rağmen tacizlere maruz kalmaktan kurtulamadım, kibarlıktan bana dekor taşıtmak istemeyen adamlar tarafından. TGRT'ye yaptığımız bir işte başımıza gelenler ilginçtir.
Cümlelerine duayla başlayan adamların, ikinci cümlesi ise kadınlara yönelik o bildiğimiz küfürlerden oluşuyordu. Bildiğimiz diyorum ama, küfür konusunda yaratıcılıkta sınır tanımıyordu adamlar. Bugüne kadar hiç duymadığım küfür tamlamaları hayrete düşürücüydü.
Bir gün prodüksiyon amiri yanımdan geçerken öyle bir küfür savurdu ki, üzerime alınmasam bile yanımda böyle konuşmasına izin vermemem gerektiğini biliyordum. Bir kenara çekip kendisi ile tartışmaya başladım.
Tek açıklaması küfrün bana değil, sette çalışan başka bir kadına yönelik olduğuydu! Böyle de olmaması gerektiğini, hiçbir ekip arkadaşıma bunları söylemeye hakkı olmadığına dair tartışmayı başka bir yere taşıyınca, ilginç bir savunma psikolojisine girdi.
'Aslında sen çok iyi çalışıyorsun, ben üzülüyorum senin için, çok yoruluyorsun, halbuki kraliçeler gibi yaşamalısın sen' dediği noktada yanından kaçmam gerektiğini anladım.
Aynı adam bir gün sonra başka bir arkadaşımıza krallar gibi elle tacizde bulundu. İnanın yanından kaçmasam, tacize o gün ben de uğrardım. Maalesef tacize uğrama ihtimali ile karşı karşıya kaldığımda yapabileceğim tek şey kaçmak oluyor. Çünkü bu benim işim.
Hem ekmek param, hem de beş para etmez adamlar yüzünden işimi bırakmak istemiyorum. Tüm bunların yanında kadınların, kadın olduklarını unutması kadar hiçbir şey bozamazdı herhalde sinirimi.Çoğunlukla olduğu gibi, kadın olan yardımcı yönetmenle konuşabileceğimizi düşünüp, bir taciz meselesini açtığımızı hatırlıyorum. Tacize uğrayan arkadaşım yanımdan gittiğinde, arkadaşımın teşhirci olduğuna dair bir şeyler gevelemişti.
Yani hak etmişti tacizi... yorumsuz binlerce olaydan biri bu. Zaten sette çalışan kadınlara, özellikle yeni başlamış kadınlara karşı, hem kadın ekip arkadaşları hem erkekler 'hafifmeşrep' kadın gözüyle bakmak hakkını kendilerinde buluyorlar. Sanırım şu ünlü 'yönetmenin yatağı' meselesi herkeste böyle bir yargı yaratmış.
Tabi bir de çalışma koşulları nedeniyle bu kadar asosyal yaşantıya sahip insanlar, kendilerine dedikodu üzerinden setlerde sosyal yaşantı kurmaya çabalıyorlar. Dedikodu ise kadının kiri, erkeğin şerefi olan konular üzerinden dönüyor. Üç kuruşluk egolara, kadın yine kurban ediliyor, kolaylıkla. Bu arada setlerde 35-40 yaşlarında kadınlara rastlamak ta imkansız.
Çünkü iş çok yorucu ve koşturmak gerektiği için genelde orta yaş üzeri kadınlar tercih edilmiyorlar. Bir tek durum dışında; daha az para almazsa. Türkiye'de, özellikle plastik makyaj konusunda işinin uzmanı, hatta alanında ödül almış, ama kocasından boşandığı için, emekli olduğu halde çalışmak zorunda olan, ve piyasada çok iyi tanınan bir kadının, zor durumda olduğu için kullanıldığına tanık oldum.
Benim ilk setimdi, ancak yine de o başarılı ve deneyimli makyöz kadın benden daha az ücret alıyordu. Veya çocuklu kadınların setlerde gece yarılarına kadar çalışmalarının imkanı yok.
Kreş gibi bir haktan zaten söz edemiyorum. Çünkü sözleşmesiz, sosyal güvencesiz çalışılan bir sektörde bunu talep etmenin imkanı yok. Evet setlerde kadın sayısı giderek artıyor. Sevindirici bir gelişme mi bu?
Hala öyle olduğunu düşünebilir misiniz? Tabii ki kadının kamusal alanda yer alması adına 'evet'. Ama nasıl diyeyim, ben hiç birinizin tüm bunları yaşamasını istemem. Kadınlara karşı psikolojik savaş, bazen doğrudan saldırılar... Ben açıkçası hiç iyi hissetmiyorum kendimi.
Bunun çözümünün uzak kalmak, yılmak olmadığını biliyorum. Belki iletişim fakültelerinde daha çok uygulamaya yönelik dersler konulabilir, toplumsal cinsiyet dersleri feministler tarafından verilebilir, Sinema Emekçileri Sendikası (Sine-Sen) bünyesinde bağımsız bir kadın örgütlenmesi çözüme giden yollardan olabilir.
Ya da tacize maruz kalan kadınlar için, yapımcıdan ciddi ölçülerde caydırıcı tazminatlar istenebilecek şekilde yasalar düzenlenebilir, ücret eşitsizliğinin kanıtlanabilmesi halinde dava açılabilir...v.s.
Bunlar için öncelikle ciddi yasal düzenlemelere ihtiyaç var. Çünkü devlet tarafından gözden kaçırılmış ve çok az müdahale edilmiş bir çalışma alanı sinema. Ama yine de en önemlisi setlerde birlikte çalışan kadınların birbirilerine sonuna kadar destek vermesi, birlikte harekeletmesi. Gerektiğinde birlikte çekilip gidilmesi.
Bu çok zor biliyorum. Ama yapılamaz değil. Sette tanıştığım ve çok sevdiğim bir arkadaşımın üzerindeki hırkayı beğenip, 'Çok güzelmiş bakabilir miyim nasıl örülmüş' dediğim de verdiği yanıt; 'Aman kadın olduğumuzu anlarlar' olmuştu.
Tüm olanlara karşı nasıl taş kesilmiş bir sinirle dik durmuşsak artık ikimiz birlikte, tutamadım kendimi; "22 yaşındayım, hadi 12 yılını çocukluk diye adlandıralım, ama bilinçli olarak on yılımı verdiğim kadına, kendime, büyük bir haksızlık bu. Kadınlığımı bir sette mi kaybettim..." (ND/BA)