Dört yıl kadar, Ankara'da bir kadın grubunda yer aldıktan sonra, hayatımın temel meselelerinden biri olan "kadın sorunu" konusunda daha sistemli okuyup yazabilmek için 2000 yılında Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları yüksek lisans programına başladım.
İlk günler, meseleye ilgi duyan farklı feminizmleri benimsemiş kadınlarla, birkaç yıl yoğun bir entelektüel faaliyet içerisine gireceğiz, önümüzde bir sürü yeni pencere açılacak, hep birlikte okuyacağız tartışacağız diye düşündükçe çok heyecanlanıyordum. Aslında öyle olmadı da değil.
Özellikle ilk yıl aldığım Feminist Kuram dersinden her çıkışta daha da donandığımı hissediyordum. Bir gün süfrajet'lerden biri, bir gün Mary Wallstonecraft'ın yakın bir dostu, bir başka gün Virgina Woolf'un Bloomsburry Grubu'ndan bir arkadaşı olarak hissedecek kadar etkileyici geçiyordu benim için dersler. (*)
Çalıştığım için, ders çıkışlarında ofise gidip gerçek dünyayla karşılaşana kadar, çok az insanın karşılaşabileceği özel ve çok değerli bir paylaşımı yaşamışlık duygusuyla dolu oluyordum hep.
Toplumsal cinsiyet ve ataerkillik
Türkiye'de şu an birkaç üniversitede bulunan diğer kadın çalışmaları bölümlerinde olduğu gibi, bizim bölümün müfredatı da "toplumsal cinsiyet" ve "ataerkillik" kavramları etrafında örülmüştü.
Bölüm, fen bilimleri, mühendislik dâhil olmak üzere her bölüm mezununa açık olduğu için, özellikle ilk yıl bu nedenle bazı sorunlar yaşanıyordu.
Sosyal teorinin temel kavramlarıyla ilk kez karşılaşan öğrenciler kadar, sosyal bilimler alanından gelenler için de derslerde zaman zaman tıkanıklıklar yaşanıyordu.
Bunu aşmak üzere, sosyal bilimler dışından gelen öğrencilere bir yıl "bilimsel hazırlık" verilmesi gerektiği hep tartışılan bir çözüm yoluydu ama sanıyorum hâlâ uygulamaya geçilmedi; ya da belki başka bir çözüm üretildi.
Bölümde aldığımız derslerden bazıları şunlardı: Kültürün Cinsiyeti, Türkiye'de Kadın Çalışmalarının Temel Paradigmaları, Feminist Metodoloji, Enformasyon Teknolojileri ve Toplumsal Cinsiyet, Feminist Medya Çalışmaları.
Yazıyla buluşmak
Kadın Çalışmaları yüksek lisans programından çok şey öğrendim; özellikle de ismini andığım dersleri veren hocalarımdan. En önemlisi, kadınların kendilerini ifade etmelerinin, bunu yapmak için yazıyla buluşmalarının neden bu kadar cefalı bir süreç olduğunu bu bölümde anladım.
Gazeteci olduğum için akşama kadar birçok haber yazıyordum, başka yazma deneyimlerim de olmuştu ama burada "yazmak" başka bir deneyimdi sanki.
Zordu; çünkü kendime dair şeyler yazıyordum artık. Kadın Çalışmaları'nda yapılan ödevler, lisansta ya da başka bölümlerde yapılan ödevlere benzemiyordu. Hemen hepsi benim için gerçek anlamda yazma eylemini gerçekleştirdiğimi hissettiğim küçük çalışmalardı.
"Sokak"tan gelenler için hayal kırıklığı
Ancak buna karşın Kadın Çalışmaları Bölümü, özellikle feminizmle 'dışarıda', 'sokakta' tanışıp, sonradan akademiye gelenler için kısa bir balayından sonra sükût-u hayal oluyordu galiba.
Bu kuşku ne kadar yersiz ve ne kadar genellenebilir, bilmiyorum. Doğrusu buna net bir yanıt verebilmiş değilim. Ancak kuşkularım, tezimi teslim etmiş ve diplomamı almış olmama, bunun üzerinden üç yıl geçmiş olmasına karşın sürüyor.
Zira Kadın Çalışmaları'ndan mezun olduktan sonra da orayla irtibatım, hemen her öğrenci gibi, öyle ya da böyle sürüyor, sürecek de. Ve edindiğim izlenimler, benden sonra gelen öğrencilerin bazılarının da benzer bir hayal kırıklığı yaşadığını gösteriyor.
Başta da altını çizmeye çalıştığım gibi, bu bölümde feministlerle okuyup tartışacağız ve bunların gündelik politikayla, kadın politikasıyla bağlantısını kuracağız diye düşünmüştüm.
Peki, bunu ne kadar gerçekleştirebildik? Ne kadar gerçekleştirebiliyoruz? Sanırım artık bu sorun üzerine daha fazla kafa yormanın, konuşmanın zamanı geldi.
Benimle aynı yıl bölüme başlayan kadınlar arasında kendini feminist olarak nitelendiren ve orada öğrendiklerini feminist politikaya dönüştürme niyeti taşıyan öğrenci sayısının dramatik azlığı, unutulur gibi değil. Ama elbette anlaşılır. Bu, sadece bizim bölümde değil, diğer kadın çalışmaları bölümlerinde de gözlenen bir sorun sanırım.
Dolayısıyla tüm sorumluluğu, bölümün veya üniversitenin kendisine yüklemek, haksızlık olur. Zaten hayal kırıklığımız, biraz da kendimizden kaynaklanıyordu galiba.
Akademi ve politika
Öte yandan üniversitelerdeki Kadın Çalışmaları'nın temel sorunlarından biri, gündelik politik yaşama dâhil olmaması veya olamaması. Akademik bir yapıdan söz ediyoruz, bu doğru.
Temel amacın akademik bilgi üretmek olduğu, dolayısıyla Kadın Çalışmaları Bölümü'nde "politik kaygıların ikincil olması gerektiği" yollu itirazlarda bulunacaklar olabilir.
Zaman zaman bu vurgunun, bölümde okuyan ve kendini feminist diye tanımlamaktan imtina eden öğrenciler, hatta hocalar tarafından yapıldığına ise zaten tanığım. Peki, üniversitelerdeki kadın çalışmaları disiplini (veya 'disiplinlerarası bölümü), 'sokakta' üretilmesi imkânsız olan bilgi birikimini akademi çatısı altında sağlama ihtiyacından doğmamış mıydı?
Diyelim ki, şöyle bir itiraz geldi: "hayır, kadın çalışmaları bölümü, tamamen entelektüel ve akademik kaygılarla oluşturuldu".
Peki, bu olasılığa karşın, bu bölümlerin, ihtiyaçtan kaynaklı olarak, üretilen bilgiyi sokaklara inen feministlerle paylaşması ve onlarla bir yakınlık oluşturması ve aktivizmle hiç değilse köprü kurması gerekmez mi?
Bu bağ kurulmalı ki, kadın hareketi de akademiyle buluşmak, orada üretilen bilgiyi "kendisinin" kılmak ve zenginleşmek için adım atabilsin.
"Apolitik duruş"
Burada ihtimaller ve çekinceleri istediğimiz kadar uzatabiliriz. Ancak, şunu söyleyebilirim ki, Kadın Çalışmaları Bölümü'ndeki temel rahatsızlıklarımdan biri, bu 'apolitik duruş"tu.
'Apolitik duruş'a meşruiyet zemini kazandıran birtakım hususlar hakikaten de vardı. Örneğin:
. 'Sokakta' pek de dinamik ve akademiden gelecek bilgiyi bekleyen bir kadın hareketinin olmayışı,
YÖK nedeniyle, akademisyenliğin neredeyse bir memuriyete dönüşmüş olması, akademik çalışmaların içi boş, sırf görevi ifa etmiş olmak ve sıra savmak için yapılmış çalışmalara dönüşmesi,
Üniversiteye (ve Kadın Çalışmaları'na) gelen her yeni öğrencinin de temsil ettiğini gördüğümüz ve temeli 12 Eylül ve sonrasındaki eğitim politikalarına da dayanan depolitizasyon sürecinin derslere, tartışmalara yansıması, zaman zaman hocaları bezdirmesi.
Ama tüm bu nedenlere rağmen, yukarıda değindiğim gibi, kadın çalışmaları bölümü, Batıda ve Türkiye'de kuruluş nedenleri hatırlandığında biraz daha "politik" bir tavır sergileyebilmeli.
Ataerki ve sistem
Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları bölümünü farklı kılan ve değinmeden geçmemem gereken özelliklerinden biri, ataerkiyi, sistemin diğer parçalarından kopararak, tek başına sorgulama eğilimine yüz vermemesi.
Kapitalizmi, milliyetçiliği, resmi ideolojileri, militarizmi, genel olarak iktidar kavramını sorun etmeden tek başına ataerkiyi sorunsallaştırmanın mümkün olmadığı bizlere her zaman hatırlatıldı.
Türkiye'de genel olarak Kadın Çalışmaları bölümlerinde yan yana yaşayıp giden iki düşman kardeşe değinmeden sözümü bitirmeyeyim.
Kadın Çalışmaları Bölümü'nde, kadın bakışı, kadın dili, kadın edebiyatı, kadın duruşu, kadınların erkeklerden farklılığı (belli düzeylerde doğru ve savunulabilir olduğu gerçeğini reddetmiyorum, özcülüğe düşme tehlikesine karşı tetikte olmak kaydıyla) üzerine yapılan ve kadın meselesini bu nedenle kendi içinden marjinalize eden "biz kadınlar ne muhteşemiz" söylemi ile kadın nefreti, kadın düşmanlığı, feminizmin değersizleştirilmesi ve feministlerin alaya alınması tavrı aynı çatı altında yer alabiliyor.
Hatırlatmaya gerek var mı, bu da apolitikliğin bir sonucu. Paylaşılmayan, kamusal alanda tartışılmayan, "sosyal"e akamayan bilgi, bakış içine döner, içine patlar, köhner ve çürür.
Akademi dışı "kadın akademileri"
Kadın Çalışmaları bölümlerinin burada değindiğimiz ve değinemediğimiz birçok sorununun nedeni nihai olarak devlet ve yaratılan apolitik duruş olduğuna göre, acaba çözüm, ülkemizde örneği bir- ikiyi geçmeyen, akademi dışı "kadın akademileri"nin sayılarını artırmak ve çeşitlendirmekten geçiyor olamaz mı?
Belki de ancak bu şekilde, YÖK'ten ve devletten bağımsız, dolayısıyla bürokrasiden uzak, bilgiyi, politikayla bağını koparmadan üretebilen, seçkinci olmayan, teori ve pratik birlikteliğini sağlayabilen, bilginin eşit paylaşılabildiği bağımsız ve dinamik "kadın akademileri" oluşturabiliriz ve bunu gerçekleştirmek sandığımız kadar zor olmayabilir.
Bu da akademinin sokakla barışını sağlamanın bir kısa yolu olabilir. (GK/FK)
* Birinci dalga feminizmin temelini oluşturan, kadınların oy hakkı için mücadele eden "süfrajet hareketi"nde yer alan eylemci feministler.