Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne (AB) giriş süreciyle ilgili, son zamanlarda Fransa içinde yaşanan hareketli tartışmaların ortasında bulduk kendimizi birkaç gün, Ali Bayramoğlu ve Etyen Mahcupyan'la birlikte.
Bir demokrat adam
Fransız solunun her daim muhalif kalmış ama hep haklı çıkmış yaramaz çocuğu Jean Kehayan'ın Marsilya'da düzenlediği toplantıda Fransızlarla ve Fransa Ermenileriyle buluşacak, Türkiye'nin AB sürecini konuşacaktık. Ama gelin görün ki, daha biz Marsilya'ya varmadan, toplantının patırtısı kopmuş ve Marsilya Ermenileri'nin sert aktivistleri toplantıya katılımın engellenmesi için elden geleni yapmıştı.
Baş hedef Jean Kehayan'dı.
Bu güçlü demokratın, Fransa Ermenileri'nin genel eğiliminin aksine Liberation'a yazdığı o eşsiz makaleyle, Türkiye'nin AB'ye girişini aklı ön plana çıkararak mükemmel bir şekilde savunması, sert Ermeni aktivistleri çileden çıkarmaya yetmişti.
Ateş püskürüyorlardı Jean'a, benim yakıştırmamla "Ca-no"ya.
Boşa değildi elbet Fransa Ermenileri'nin tam bir Don Kişot olarak kalan Cano'ya yüklenmeleri.
Cano onların duygusal düzlemde kalan söylemlerini yerinden sarsıyor ve asıl önemlisi onları akıllı olmaya ve akılla davranmaya davet ediyordu.
Ternon'un katılmayışı
En üzüldüğüm nokta, tarihçi Yves Ternon'un toplantıya katılmayışı oldu. "Ben artık Türklerle bir masaya oturup konuşmam" diye haber göndermiş.
Anlaşılan o ki, iki hafta önce Venedik'teki buluşmada Türk aydınlarla arasında geçen tatsız tartışmalar bu kararında etkili olmuştu.
Venedik'teki toplantıya yabancı ve Ermeni aydınların yanı sıra Murat Belge, Baskın Oran, Halil Berktay, Ferhat Kentel, Ragıp Zarakolu ve Taner Akçam gibi isimler de katılmışlar, iki gün boyunca konuşmuşlardı. Ne var ki, Yves Ternon'un konuşmasının bir yerinde bu Türk aydınlarını bağımsız ve kendi iradeleriyle konuşan kişiler olarak görmek istemeyişi ve "Gidin şimdi bu söylediklerimi Ankara'daki sahiplerinize anlatın" deyişi, ortalığı hayli gerginleştirmiş ve bu gerginlik de genel olarak toplantıya damgasını vurmuştu.
Yazık, katılsaydı eğer Yves Ternon'a, "Ermeni Tabusu" adlı kitabının Türkçe'ye çevrildiğinde nasıl toplatma kararı yediğini, kitapları kurtarmak, saklamak ve el altından satmak için ne gibi çabalar sarf ettiğimizi anlatıp o günlerden bugünlere gelen Türkiye'nin yaşamakta olduğu değişimleri anlatacaktım.
Ternon'un toplantıya katılmayışına gerekçe olarak "Ben artık Türklerle bir masaya oturmam" sözü doğrusu benim canımı iki kez sıktı.
Birincisi "Türklerle oturmam" deyişiydi ki, yanlış bir duruş. Bu sorunların çözümü için Türklerle diyalog dışında başka bir yol yok, bu böyle biline. İkincisi de toplantıya katılan üç kişiden ikisinin aslında Türk değil, Türkiyeli Ermeni oluşunun gözardı edilmesi.
Bir tam iki Ermeni
Gezimizden yadigâr kalan ve Fransa'daki halimizi karikatürize eden anekdotu aktarayım ilkin.
Gezi boyunca kendi aramızda esprilerle dolu hoş bir Türk-Ermeni muhabbeti o denli yoğunluk kazanmıştı ki, neredeyse her yaşadığımız anın Türk versiyonu ya da Ermeni versiyonu kendiliğinden oluşuyordu.
Hani bir yazımda farklılıklarımızı fıkralaştırmaktan bahsetmiştim ya... Gezi boyunca işte tam da bunu yaşıyorduk.
Bir ara Türk-Ermeni muhabbeti o denli koyulaşmıştı ki Etyen'in, hızlı tren bileti almaya giden Ali'ye "Bir tam, iki Ermeni al" deyişi cuk oturdu halimizi anlatmaya.
Saatlerce güldük bu espriye. Fransızlar Fransa'yı Hıristiyanların ülkesi sayıyorlardı ve sanki orada hayat sadece Hıristiyanlar içindi.
Etyen'in "Bir tam iki Ermeni" demesi işte Fransızların bu algılamasına cuk oturuyor ve aslında Fransa'nın antidemokratik halini de çok iyi anlatıyordu.
Sonuçta ben de Etyen de Hıristiyan'dık, Ali ise Müslüman'dı.
Ve demek ki, hayat Hıristiyanlar için Avrupa'da indirimli olmalıydı!
Ermeni'yi Müslümanlaştıran Ermeni
İyi ki tüm Avrupa'nın hali Fransa'nınki gibi değil. Aksi takdirde böyle bir Avrupa'da yaşamaya değmez, çünkü Fransızlar gerçekten de bizim anladığımız tarzda demokrat değiller. Sürekli kendilerine yontan bir demokrasi anlayışları var. Marsilya'daki konferansta dile getirilen görüşler, bunun ne ucube bir çokkültürlülük ve demokrasi anlayışı olduğunu ortaya koyuyor.
Hayli Fransızlaşmış Ermeni bir din adamı bakın nasıl hayıflanıyor:
"Biz bunca yıldır altı milyon Cezayirli Müslüman'ı entegre edemedik, onlara Fransız isimleri bile aldıramadık. Şimdi 80 milyon Türk'le nasıl başa çıkacağız?"
Aşırı derecede etkilendim bu sözden.
Söz sırası bana geldiğinde taşı gediğine yerleştirdim:
"İyi ki siz Türkiye'de yaşayan çoğunluğa ait değilsiniz, eğer öyle olsaydınız vay gelmişti biz gayrimüslimlerin haline. Demek ki, bizi Müslümanlaştırmak ve de isimlerimizi dahi değiştirmek için elinizden geleni ardınıza koymazdınız."
Mahcup oldu adamcağız, hissettim. Sonuçta kendisi de bir Ermeni'ydi ve "Ermeni'yi Müslümanlaştıran Ermeni" konumuna düşmek onun için gerçekten acı vericiydi.
Bu kafayla...
Ve ne yazık ki durum hayli vahim. Fransa'da ciddi bir şekilde Fransız ve Hıristiyan olmayanı ötekileştiren bir zihniyet, çoğunluğun kafasını cezbetmiş durumda, bu zihniyetin ise çokkültürlülüğe hiç ama hiç tahammülü yok.
Öteden beri Avrupa'nın çokkültürlülükle henüz yeni tanıştığını, birarada yaşama geleneğinden ve tecrübesinden yoksun olduğunu boşa söylemiyorum. Diğer Avrupa ülkeleri hakkında çok net bir saptamam yok ama Fransa'da bu apaçık bir şekilde gözüküyor.
Bu haliyle de şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim: Doğrudur Türkiye bugünkü hali ve her türlü standardıyla henüz AB'ye hazır değildir, ama bu Fransa da şu demokrasi ve çokkültürlülük anlayışıyla bizim algıladığımız o evrensel ilkelerin Avrupasına hiç ama hiç layık değil.
Müslüman karşıtı Dell Valle
Bu antidemokrat Fransız zihniyetinin en tipik ve şu sıralar en popüler olan temsilcilerinden biri olan Alexandre Del Valle ile de tanışma fırsatımız oldu. "Avrupa'nın içindeki Türkiye: İslamcı Truva'nm atı?" adlı kitabın yazarı Del Valle düzgün fizikli bebek yüzlü ve de hayli yakışıklı bir Fransız genci. Chirac'ın partisinde siyaset yapıyor ve üst sıralara tırmanmada da hayli iddialı.
Türk karşıtlığında buluşmuş olmalarından olsa gerek, Fransalı Ermeniler arasında da hayli popüler. Birçok televizyon ekranında, konferansta hep o.
Türkiyeli aydınlarla buluşması ve konuşması için Türkiye'ye davet ediyoruz. Gelmeye niyetli, ancak hayli çekiniyor. Sürekli iki lafın arasında Müslüman kesimlerden tehdit aldığını tekrarlıyor. Merak etmemesini Türkiye'yi içinden tanışa zaten böyle bir kitabı yazmak gereği duymayacağını iddia ediyoruz.
Ali Bayramoğlu ile birlikte ona da aktardığımız itirazlarımızdan pek etkilendiğini sanmam, çünkü şu sıralar Türkiye'ye karşı olmak Fransız siyasetinde hayli prim ve oy yapıyor.
Haklı gerekçeleri de yok değil
Marsilya konferansında ve konferans dışında görüştüğüm Diasporalı Ermeni aktivistlerden edindiğim intibaları şöyle özetleyebilirim:
Fransız Ermenileri Türkiye'nin AB'ye girmesine karşılar. Türkiye'nin 150 yıldır değişmeyen ve değişmeyecek bir yönetim tecrübesine sahip olduğuna ve hatta bu tecrübeyle AB'yi dahi avucunun içine alabileceğine inanıyorlar. Türkiye'de yaşanan son demokratik gelişmeleri bir aldatmacadan ibaret görüyor ve bunun sadece Avrupa'nın gözünü boyamak için yapıldığını dile getiriyorlar.
Öyle ki, yeri geldiğinde, uygulanmayan uyum yasalarından örnekler verip bu düşüncelerinin doğruluğunu ispatlayabiliyorlar. Özellikle Türk Ceza Yasası'ndaki 305. maddenin gerekçesinde yer alan "Ermeni soykırımını dile getirmenin suç sayılacağına" ilişkin ifade şu an hararetle atıf yapabildikleri en büyük kozları.
Farklı talepler
Birçoğu Türkiye-Ermenistan sınırının açılmasının Ermenistan'a birşey kazandırmayacağına, aksine Türkiye'ye çok yarar sağlayacağına inanıyorlar.
Soykırımın kabulü konusunda ise, hayli farklı duruşlar var. Büyük ve sessiz çoğunluk Türkiye'nin soykırımı kabul etmesini, kendilerinin rahatlaması açısından gerekli görüyor ve bu kadarla yetiniyorlar.
Önemli bir aktivist kesim ise tanınmasıyla yetinmeyip taleplerini tazminat ödenmesine kadar taşımaya niyetli.
Toprak talebi ise en sert aktivistler için bile hayal, böyle bir talebin bu zamanda geçerliliğini yitirmiş olduğunun farkındalar.
Belli ki Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan'ın "Bizim Türkiye'den toprak talebimiz yok" sözü bu kesimin belini tamamen kırmış.
Değişimi fark etmemek
Bizim onlara aktardığımız karşı fikirlerin özeti ise şuydu:
Türkiye de dünyadaki her ülke gibi değişiyor. Bu hayli yavaş bir değişim, ama sonuçta bir değişim ve ne yazık ki siz bu değişimi göremiyorsunuz ya da görmek istemiyorsunuz. Değişimi görmekten korkuyorsunuz belki de, çünkü bu sizin de değişmenizi gerektirecek. Muhtemelen de asıl değişmeyen ve değişmek istemeyen sizsiniz.
En önemli sorulardan biri de şu ki, siz ne istediğinizi biliyor musunuz? Sürdürdüğünüz politikayla dile getirdiğiniz söylemler arasında önemli bir çelişki var ve bu da ne istediğini bilmemekle ilgili bir durum. Eğer Türkiye'nin soykırımı tanımasını istiyorsanız, bunun için Türkiye'nin demokratikleşme sürecine karşı çıkmamanız aksine buna destek vermeniz lazım. Ama siz Türkiye'nin demokratikleşme sürecinin motor gücü olan AB'ye giriş sürecine karşı çıkarak aslında Türkiye'nin demokratikleşmesine ve belki de tarihiyle yüzleşmesine karşı çıkıyorsunuz.
Bu da şunu gösteriyor ki, belki de siz Türkiye'nin soykırımı kabul etmesinden de korkuyorsunuz.
Ne istediğini bilmek
Bugün dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın bir Ermeni'nin asıl istemesi gereken şeylerin başında Ermenistan'ın bekası ve güvenliği, orada yaşayan insanların mutluluğu gelmeli.
Ama sizin bunu istediğiniz de şüphe götürüyor çünkü Türkiye'yle iyi ilişkiler kurulmasına da karşısınız, sınırın açılmasına da. Oysa sınırın açılması iki halk ve iki devlet arasında normalleşmenin başlamasına, sorunların azalmasına, işbirliğinin artmasına, bölgede güvenin ve huzurun yükselmesine yol açacak, bu da Ermenistan'ı istikrarlı bir ülke konumuna getirecek. Ne var ki, işte siz burada da ne istediğinizi bilmiyorsunuz.
Bu politikanız da gösteriyor ki, sadece duygularınızla hareket ediyor ve aklı bir kenara bırakıyorsunuz. Bu tutum üç bir yıllık geleneği olan üretken bir halkın torunlarına gerçekten de yakışmıyor.
Şimdi aklı üstlenmenin ve AB'ye girmiş bir Türkiye'nin mi bölgesine ve komşularına daha güvenli bir komşu olacağını, AB dışında kalmış bir Türkiye'nin mi daha güvensiz bir komşu olabileceğini tartmanın zamanıdır. Bugün Türkiye'nin AB'ye girişine karşı Ermeni dünyasının bu kadar ön plana çıkması, yarın Allah göstermesin, eğer Türkiye AB'ye salt Ermeniler nedeniyle giremezse Ermeni dünyasına ve Ermenistan'a neler kazandırır neler kaybettirir mesela.
Yok öyle yağma
Biz Diasporalı kardeşlerinizle işte böyle karşılıklı cebelleştik ya... Türkiye'ye dönüşümüzde sağolsun Hürriyet gazetesi "selden kütük kaparcasına" yine kendi üslubu ve yöntemine göre, biz üç kafadarın Marsilya'da Diaspora Ermenileriyle buluşmasını "Türkiyeli Ermenilerden Diasporalı Ermenilere ders" olarak yansıttı.
Hemen belirteyim ki, bizim böyle bir misyonumuz da olmadı, niyetimiz de.
Buluşmaya sadece üç nedenle gittik.
Birincisi onları anlamaya, ikincisi kendi durduğumuz noktayı anlatmaya, üçüncüsü de belki biraz kafa karıştırmaya.
Çünkü bizlerin yapabileceği ve en sevdiğimiz şey bu: Sabit fikirleri parçalamak, kafaları karıştırmak, soru sordurmak.
Hem kendimizin hem muhatabımızın.
Peki bunu becerebildik mi?
Sanıyorum becerdik. Etyen Mahcupyan ve benim saptamalarımız ve vurgulamalarımız onlar açısından hiç de kabul edilebilir sözler değildi. Bizim konuşmalarımız sırasında yükselen sesler ve itirazlar muradımıza erdiğimizin ve hedefimizi yakaladığımızın göstergesiydi.
Ali Bayramoğlu, ise Diasporalı Ermeniler açısından muhtemelen aramızdaki en sempatik Türkiyeliydi.
Şunu eklemeden geçemeyeceğim.
Türkiyeliler bizim Diaspora Ermenilerine yönelttiğimiz eleştirilere sevinip bir kenara sıvışmasın. Bizler epeyce bir miktar hinoğluhin insanlarızdır. Hedefimiz de sadece Diaspora Ermenilerinin kafasını karıştırmak değildir.
Yok öyle yağma... Diaspora Ermenileri belki sorunlu ama bizim asıl sorunumuz Türkiye. (HD/BB)