AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz hafta yaptığı Katar ve Umman ziyaretlerinde, 12 adet ikinci el Eurofighter Typhoon’un hızlı teslimi için anlaşmaya vardı.
Bu kapsamda, 40 uçaklık alımın 12’si Katar ve Umman’da hâlihazırda kullanılan uçaklardan, 28’i ise Eurofighter Konsorsiyumu’ndan (İngiltere, Almanya, İtalya ve İspanya) yeni üretim olarak temin edilecek.
Erdoğan’ın, bu kapsamda bugün İngiltere Başbakanı Keir Starmer ile bir araya gelerek “savunma” işbirliği ve ortak üretim konularını görüşmesi planlanıyor.
Emekli kaptan pilot Bahadır Altan, Katar’dan alınan 12 adet ikinci el Eurofighter Typhoon’un sadece uçak alımı olmadığını; altyapı, eğitim, mühimmat ve entegrasyon gerektiren kapsamlı bir sistem değişikliği olduğunu vurguladı.
Altan ayrıca, artan askerî harcamaların ekonomik krizin temel nedenlerinden biri olduğunu ve önceliğin komşularla barış sağlamak olması gerektiğini belirtti.
- Eurofighter Avrupa tabanlı sistemin bir parçası; paket hâlinde planlanmadığı zaman bir süs olarak kalmaya mahkûm.
- Katar’dan alınan uçakların son serileri çok fazla yenilik taşımıyor. Hatırlayalım F-4 Phantom, ilk defa Vietnam Savaşı’nda kullanılmış bir uçaktı. Türkiye’ye ilk alınanlar, neredeyse yalnızca bomba taşıyabilen, atış kontrol sistemleri eski uçaklardı. Eurofighter’da da benzer bir sorun var. Bu açıdan, 12 tane çok eski uçağı almak yanlış bir karar olabilir.
- F-4 uçakları, aviyonik sistem, atış kontrol sistemi, radar, güdümlü füze ve bomba sistemleri açısından İsrail’de modernize edilmişti. Bu da başka bağımlılıklar ve zaaflar yaratıyor.
- Türkiye’nin dış politikasının, özellikle de 2015’ten bu yana Suriye’de yürüttüğü askeri operasyonların bugünkü ekonomik çöküşün başlıca nedenlerinden biri olduğu açık. Ekonominin mevcut durumu, böylesine büyük ölçekli silah alımlarına elverişli değil.

Eurofighter Typhoon ve özellikleri
Erdoğan’ın Katar ve Umman ziyaretleri sırasında, 12 adet ikinci el Eurofighter Typhoon’un teslimi konusunda anlaşmaya varıldı. Eurofighter Typhoon nasıl bir uçak?
Öncelikle, bir savaş uçağını “satın almak” tek başına yeterli değil. Savaş uçakları ülkedeki savunma sisteminin sadece bir parçası. İkinci el uçaklar fiyat açısından cazip görünebilir; ama yeni tip bir uçağı envantere sokmak için, o uçağın mevcut savunma sistemleriyle, altyapıyla ve teknik personelin eğitimi, kullanacağı füze vb. ile uyumunu sağlamak gerekiyor.
Türkiye’de halihazırda Amerikan kökenli sistemler kullanılıyor. S-400 alımı gibi örneklerde de görüldüğü üzere, uyumsuzluk son derece maliyetli —öyle ki satın alınmış, parası ödenmiş bazı sistemler kullanılamadan hangarlarda bekleyebiliyor. Eurofighter ise Avrupa tabanlı sistemin bir parçası; bu nedenle sadece uçak almak değil, aynı zamanda personel eğitimi, mühimmat ve sistem entegrasyonu, bakım onarım altyapısı ve yazılım uyarlamaları da paket hâlinde planlanmadığı zaman bir süs olarak kalmaya mahkûm. Bu paket; uçakların modern aviyonik ve komuta kontrol yetenekleri, atılacak mühimmatın temini, eğitim programları ve lojistik desteği kapsamalı. Bunların şeffaf biçimde açıklanmaması, maliyet ve operasyonel uyum konusunda büyük soru işaretleri. Yani “Uçak alıyoruz” demek yeterli değil. Kapsamlı bir sistem değişikliği ve ciddi bir planlama, bütçe ile uyumlu bir eğitim lojistik yatırımı gerektirir.
Türkiye, Eurofighter özelinde Avrupa ile görüşmeler yürüterek Amerika’ya “Alternatifsiz değiliz” izlenimi verme çabasında aynı zamanda. Belki de amaç ABD’yi F35 satışında ikna etmek için baskı kurmak. Uçakların genel olarak yıllık uçuş saatleri sanırım 2000-4000 saat civarında. Bir uçağın yapısal ömrünün yanında bir de teknolojik ömrü var. Katar’dan alınan uçakların son serileri çok fazla yenilik taşımıyor. Hatırlayalım F-4 Phantom, ilk defa Vietnam Savaşı’nda kullanılmış bir uçaktı. Sonradan bunun yeni serileri, yeni aviyonik ve atış kontrol sistemlerine sahip, daha modern modelleri üretildi. Ama Türkiye’ye ilk alınanlar, neredeyse yalnızca bomba taşıyabilen, atış kontrol sistemleri eski uçaklardı. Eurofighter’da da benzer bir sorun var. Bu açıdan, 12 tane çok eski uçağı almak yanlış bir karar olabilir. Daha özel yorumlar için detayları bilmek gerek.

Erdoğan, Katar ve Umman’dan ikinci el savaş uçaklarıyla dönüyor
“Uçakların ne kadar kullanılabileceği ayrı bir tartışma”
Uçakların yapısal ve teknolojik ömrü içinde ne kadar kullanılabileceği de ayrı bir tartışma konusu. Türkiye, elindeki uçakları yapısal limitleri açısından çok az uçurabilen bir ülke. Yani daha uzun bir süre uçabilecek bir uçak, daha modern daha gelişmiş uçaklar üretildiği için demode olabiliyor. Örneğin, ABD’de bir F-4, yapısal ömrü boyunca 10 bin saat uçuyorsa, Türkiye’de bunun yarısına dahi ulaşamadan sistemleri açısından eski nesil uçak sınıfına düşüyor. Bu, pilot sayısı, yetişmiş teknik personel eksikliği ve eğitim anlayışıyla ilgili bir sorun. En önemlisi de pilot yetiştirmek kuşkusuz. Hava Kuvvetleri’nde eskiden yalnızca Hava Harp Okulu’ndan mezun subaylar pilot olabiliyordu örneğin, ben de onlardan biriyim. Ama özellikle 15 Temmuz’dan sonra personel eksikliği had safhaya çıktı. Artık ilânla savaş pilotu aranır hâle gelindi. Üniversite mezunu gençler, subay yetiştiren okullardan mezun olmadan kısa bir eğitimle doğrudan uçuş eğitimine alınabiliyor. Bu da ülke ihtiyaçları açısından neye öncelik verilmesi gerektiğinin bir göstergesi.
Ülkenin savaş uçağından önce daha önemli eksiklikleri var kuşkusuz. Üstelik, satın aldığınız uçak yapısal olarak uzun süre uçabilecek kapasitede olsa da teknolojik açıdan demode ise, bunu sürekli yeni uçak alarak telafi edemezsiniz. Bu nedenle Türkiye, yapısal ve teknolojik ömrü hâlâ yeterli olan uçakları modernize etmek durumunda kalıyor. Örneğin F-4 uçakları, aviyonik sistem, atış kontrol sistemi, radar, güdümlü füze ve bomba sistemleri açısından İsrail’de modernize edilmişti. Bu da başka bağımlılıklar ve zaaflar yaratıyor. Eski Eurofighter alımları bence bunları giderecek bir seçenek olmaktan çok uzak…
“Katar’daki uçakları kısa sürede uçuşa hazır hâle getirmek zor”
Uçakların yeni sisteme entegre edilmesinin handikapları neler?
Uçak yapısal olarak uçabilse de sistemleri mevcut teknolojinin çok gerisinde kalmışsa yeni silahlara, füzelere, elektronik harbe karşı elektronik tedbirler açısından zayıf ve etkisiz hale gelebilir. O zaman teknolojik ömrü dolmuş olur. Bu durumda mevcut uçakları elden çıkarıp yerine daha yeni uçaklar almak zorunda kalırsınız. Bir tür kısır döngü bu. Katar’dan alınan 12 tane eski uçağın teknolojik ömrü piyasaya sürülecek yeni nesil uçaklarla kısa sürede dolacaktır. Bu süre içinde onları sadece uçurabilecek hâle getirmek bile zor. Personelin eğitimi, sisteme entegrasyonu vb. uzun zaman alacak işler.
Öte yandan, ülke savunmasında elindeki silah gücünü artırmak caydırıcılık sağlar gibi bir yanlış anlayış var. Caydırıcılık sadece elinizdeki saldırı gücünü artırmakla olmaz, kendi ürettiklerinizle bunun nasıl tamamlanacağı önemli. “Yerli ve millî” savaş uçağı KAAN, iktidar tarafından büyük bir seçim yatırımı gibi topluma pompalandı. Bu imajın ne kadar kof ve gerçeği yansıtmadığı da bu alımlarla ortaya çıkmış oldu. Amerika’nın motor satışı konusundaki tavrı gibi ayrıntılar hâlâ belirsiz. Dışişleri Bakanı kendi ağzıyla “Amerika motorları vermiyor” dedi; fakat KAAN uçağına ilişkin satış anlaşmaları yapıldı bile. İlk deneme uçuşları iyi gidiyormuş reklamı yapılsa da gerçek farklı.
Dışarıdan uçak satın almak yerine savunmayı ve caydırıcılığı farklı bir yaklaşımla kurmak gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’nin her şeyden önce güçlü bir hava savunma sistemine ihtiyacı var. Kalkan diye adlandırılan, güdümlü füzeleri, insansız hava saldırı araçlarını tespit edip önleyecek, füze tespit ve önleme kabiliyetine sahip bütünlüklü bir sisteme ihtiyaç var: Radarlar, erken uyarı sistemleri, hava savunma bataryaları vb…


“Erdoğan’a KAAN projesi kapsamında eksik bilgi verildiği iddiaları doğru mu?”
“İsrail saldırılarına karşı savunma sistemleri şart”
İsrail’in istediği her yere rahatlıkla bomba atabildiği, Amerika’nın her yere operasyon yapabildiği bir dünyada; İran örneğinde olduğu gibi yüksek tahribatlı saldırılara karşı etkili hava savunma ve füze savunma sistemleri şart. Ancak Türkiye bu ihtiyacı, caydırıcılık bakımından yalnızca uçak sayısını ve taarruz gücünü artırmakla karşılayabileceğini sanıyor —bu da yanlış bir anlayış. Kendi iç meselelerini ve komşularıyla sorunlarını barışçıl yollardan çözen bir ülke neden taarruz silahları satın almak için kapı kapı dolaşsın, değil mi? Bir de işin görünmeyen boyutları var elbette. Bazı anlaşmalarda elde edildiği söylenen kazanımların gerisinde ülkenin geleceğini ipotek eden metinlere imza atıldığının örnekleri var yakın tarihimizde.
Uçak alımlarında, özellikle sivil uçak alımlarında, bir de maddi motivasyonlar kullanıyor üretici şirketler. Uçak alımı yapan şirketin yönetim kurulu, toplam rakamın yüzde 3’ü gibi milyonlarca dolar nakitle adeta ödüllendiriliyor. Örneğin Türk Hava Yolları’nın büyük miktarda Boeing 737 MAX alım anlaşmasında yönetim kurulu üyelerinin kazancı kaç milyon dolardır, açıklasalar da kamuoyu bilse. Bu anlaşma sanki bir lütufmuş gibi kamuoyuna yansıtılıyor. Oysa 737 MAX’ı satma peşinde olan Boeing şirketinin kendisidir. O modelde geçmişte yaşanan kazalar nedeniyle uçuşlar durdurulmuştu, bu yüzden üretici şirketin satışı canlandırmaya ihtiyacı, bizim uçak alma ihtiyacımızın çok üstünde. Eurofighter açısından da benzer etkenler olabilir.
Kanal İstanbul detayı
Türkiye, Almanya ve Fransa gibi Eurofighter üreticisi ülkelerle görüşerek sorunların çözüldüğünü açıkladı. Peki, o halde neden şimdi Katar’dan ikinci el uçaklar alınıyor? Ayrıca, Katar bu uçakları üretici ülkelerin onayı olmadan Türkiye’ye doğrudan satabilir mi?
KAAN örneğinde olduğu gibi, bu konularda kamuoyuyla gerçekler paylaşılmıyor. Büyük rakamlara atılan imzaların ardında hangi tavizlerin verildiği belirsiz. Nadir elementlerden maden imtiyazlarına kadar pek çok iddia fısıltı gazetesiyle dolaşıyor. F-35’ler konusunda İsrail’in etkili olduğu söyleniyor örneğin, bu mantıklı görünüyor. Oysa bütün bunları kamuoyunun bilme hakkı var. Meclis’teki soru önergelerine bile yanıt vermeyen bir iktidar, her şeyi kapalı kapılar ardında kotarıyor ne yazık ki. Ama gerçeklerin önünde sonunda açığa çıkma gibi bir huyu olduğunu da hatırlayalım.
Öte yandan, ABD ile yapılan bazı anlaşmalarda “nadir toprak elementleri” gibi maddelerin yer aldığı iddiaları hatırlanacak olursa, Katar’la yapılan anlaşmaların arka planında da Kanal İstanbul projesi kapsamında verilen bazı sözlerin bulunabileceğinden kuşkulanıyorum. Katar’ın paraya ihtiyacı yok. Onların aradığı, bizim gibi ülkelerde yerleşim imkânları, lüks projeler ve bunun karşılığında verilen diğer tavizler. Katar Türkiye’den büyük çapta yatırım, arsa, imar gibi ayrıcalıklar talep ediliyor olabilir. Bu yüzden anlaşmaların içeriklerine bakmak lazım; ama az evvel de belirttiğim gibi bu tür anlaşmalar kamuoyunda yeterince tartışılmıyor. Türkiye’nin gerçek savunma ihtiyaçları ne, hangi tehditler ciddi? Bunlar netleştirilmeden hayali tehditlere karşı, rüzgâr değirmenlerine saldırır gibi silahlanmanın bir anlamı yok. Eğer gerçekten somut bir saldırı tehdidi varsa durum farklıdır; ama tehdit gerçekçi değilse harcamaların sorgulanması gerekir.

İmamoğlu: Kanal İstanbul Stratejik Bir İhanet Projesi
“Sivil yatırımlar geri planda kalınca yoksullaşma derinleşiyor”
Bu aşamada şunu sormak istiyorum: Türkiye, uçak alım-satımlarında İsrail’in olası saldırılarını öne sürüyor. Sizce bu yakın bir tehdit mi Türkiye için?
İsrail bütün Ortadoğu, hatta bütün dünya için tehdit. Ama yalnız başına değil. Arkasında ABD gibi bir destekle bunları yapabiliyor. Gazze’de 2 yıldır sürdürdüğü soykırımı ABD’nin açık desteğiyle gerçekleştirdi. Yani aslında dünya için, asıl tehlike herkesten daha fazla konvansiyonel ve nükleer silaha sahip olan, bunları istediği ülkeye satan ABD ve NATO. Türkiye ise İsrail tehdidine karşı, onun açık destekçisi ABD’den silah sağlamaya çalışan bir ülke konumunda, ki asıl çelişki burada. Dolayısıyla İsrail tehdidine karşı da öncelikle iç sorunlarını, yani Kürt Meselesini çözmek zorunda. Bunu uçak alarak gidermesi mümkün değil. Öte yandan, Türkiye’nin dış politikasının, özellikle de 2015’ten bu yana Suriye’de yürüttüğü askerî operasyonların bugünkü ekonomik çöküşün başlıca nedenlerinden biri olduğu açık. Bu nedenle, iç barışı yeniden tesis etmek ve Suriye politikasını barışçı bir çizgiye oturtmak, aslında ülkenin gerçek beka meselesidir. Zira ekonominin mevcut durumu, böylesine büyük ölçekli silah alımlarına elverişli değil.
Komşularla kalıcı barış sağlamak yerine “herkesle kavgalı” bir dış politika izlerseniz, bütün paranız silaha gitse bile —ki savunma bütçesinin 2026’da sanırım çok büyük rakamlara ulaşacağını göz önünde bulundurursak— bu yetmeyecektir. İç ve dış gerilimler silahlanmayı tetikliyor. Ekonomik krizin temelinde bu var: Ülkede giderek artan yoksulluğun önemli sebeplerinden biri son 10 yılda ısrarla artan askerî harcamalar. Sivil yatırımlar geri planda kalınca toplumda yoksullaşma derinleşiyor.
Öte yandan dünyada artık savunma paradigması değişiyor: Artık Eurofighter gibi, F-35 gibi klasik insanlı savaş uçakları yerine ülkeler, insansız hava araçlarına, SİHA’lara yatırım yapıyor ve bunları daha etkin kılmaya çalışıyor. Gelecekte insansız sistemler, büyük oranda insanlı uçakların yerini alacaktır. Eğer etkili bir füze savunma ve erken uyarı sistemi kurarsanız, insanlı uçaklara ihtiyaç da azalır. Hiçbir ülkeye saldırma gibi bir niyetiniz yoksa, taarruz gücünü artırmaya dayalı bir caydırıcılığa da gerek olmaz. Özetle ülke savunması bakımından da eşitlik, adalet ve demokrasi temelinde birlik olabilen bir topluma, uçaklardan füzelerden daha fazla ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bu olmadan, dünyanın en gelişmiş silahlarına da sahip olsanız kendinizi güvende hissedemezsiniz.
Bahadır Altan hakkında
Sendikal haklar, sivil havacılık güvenliği ve kamuoyunu bilgilendirme alanındaki çalışmalarıyla tanınan emekli kaptan pilot.
Hava Harp Okulu’ndan 1978’de mezun oldu ve 1992’ye kadar F-4 uçaklarında test pilotluğu ve öğretmenlik yaptı. Siyasi görüşleri nedeniyle 1982 ve 1984’te gözaltına alındı; yasa dışı örgüt üyeliği iddiasıyla yargılandı, beraat ederek görevine iade edildi. 1992’de işitme kaybı nedeniyle emekli oldu.
Emekli olduktan sonra Anadolu Üniversitesi Sivil Havacılık Yüksek Okulu’nda öğretim elemanı olarak çalıştı. Atatürkçü Düşünce Derneği Eskişehir Şubesi’nin kuruluşunda yer aldı. 1998’de Türk Hava Yolları’nda çalışmaya başladı; Hava-İş Sendikası’nda işyeri temsilciliği yaptı, pilot hakları ve uçuş güvenliği için sendikal mücadele yürüttü.
Atlas Jet’in 2007 Isparta kazası sonrası düzenlenen sempozyum ve grev dönemi açıklamaları nedeniyle 2008’de işten çıkarıldı. İşe iade davasını kazansa da geri alınmadı. 2009’da Hava-İş içindeki Gökkuşağı Hareketi’nde yer aldı, sivil havacılıkta çalışanların yönettiği sendikal modeli savundu. 2010’da Sivil Havacılık Akademisi’ni kurdu, kamuoyuna raporlar sunarak havacılık güvenliğini ve gerçekleri aktarmayı hedefledi.
2015’te Kadıköy Barış Bloku kurucuları arasında yer aldı; Barış Nöbeti etkinlikleriyle halka savaş ve barış konularında bilgilendirme yaptı. 2017’de Nusaybin’de köy girişinden video yayını yaptı, Aralık 2017’de Kuzey ve Doğu Suriye seçimlerini izledi.
2018’de Akkuyu Nükleer Santrali protestosuna ve 3. Havalimanı işçileriyle dayanışma eylemlerine katıldığı için gözaltına alındı. Ocak 2019’da yaptığı konuşma nedeniyle tazminat davası açıldı. 2020’de Pegasus uçağı kazasıyla ilgili açıklamaları sebebiyle işten çıkarıldı, 11 Ekim 2022’de işe iade davasını kazandı.














