Sahne emekçisi, lubunya, aktivist Jilet Sebahat’in denemelerini ve farklı tarihlerde yazdığı köşe yazılarını bir araya getirdiği 'Jilet' isimli kitabı, Axis Yayınları’nca okurla buluşturuldu.
Okuru kimi zaman Beyoğlu sokaklarında dolaştıran Jilet Sebahat, lubunyaların, işçilerin, emekçilerin, Cumartesi Anneleri/İnsanları'nın açıkçası paranteze sıkıştırılmaya çalışılan hayatların hikayesini manşete taşıyor.
Jilet Sebahat, kitabını bianet için anlattı.
“İstanbul'u bize benzetiyorum; her şeye rağmen var ve cezbedici”
Hemen şuradan başlayayım. Kitapta şöyle bir cümle geçiyor: 'Kimse sormuyor, bu şehri seviyor musun? Yönelimin ne? Bu cinsiyete ait misin?' O zaman, biz size soralım, bu kenti seviyor musunuz?
İstanbul'u çok seviyorum. Üstelik bütün her şeye rağmen seviyorum. Onun için bırakamıyorum. Geçmişiyle, varoluşuyla, mücadelesiyle, inadına ayakta kalmasıyla, yıkılmamasıyla biraz bize benzetiyorum, kadınlara ve kuir'lere benzetiyorum İstanbul'u.
Ne yaparsanız yok edilemez yanları var, yok edilemez bir cazibesi var. Ben başka bir kentten, Antakya'dan İstanbul'a geldim. Kendi tercihimdi İstanbul'da olmak.
“Dayatılan her şeyin kaçağıyım”
Kitapta geçen bir cümleniz var, 'Dayatılan hayatın kaçağı olmak.' Bunun biraz daha detaylandırılmasını ister misiniz?
Hayatın kaçağı olmak… Ben uzun süre asker kaçağıydım. O bana dayatılan bir şeydi.
Dayatılan her şeyin kaçağı olmak, insana güç veren bir şey. Dayatılan aileler, dayatılan okullar, dayatılan toplum, dayatılan iktidar, dayatılan militarizm, dayatılan ataerkil ne varsa, hepsinin kaçağı hissediyorum kendimi.
Bunlar aslında hayatımızda bizi yoran, nefesimizi kesen, enerjimizi tüketen şeyler. Benim gibi bir sürü kaçak var ve bu kaçaklarla aynı alanda olmak bana iyi geliyor. Nereden kaçsam bir başka kaçtığım yerde bir kaçak buluyorum, hangi konu olursa olsun. Bence, bize dayatılan hayatın kaçağı olmak en iyisi.
“Hepimizin kitabı"
Bu arada kitabın sonlarına doğru tüm dayatılanlardan sıyrılmayı başarmış bir varoluş hissettim. Her türlü zorunluluk size göre değil gibi?
Zorunluluklar, mecburiyetler… Örneğin seks işçiliği işçiliktir ama zorunlu seks işçiliğine hayır diyoruz.
Zorunlu her şeye, zorunlu çalışmaya, zorunlu evlenmeye, zorunlu başörtüsü takmaya, zorunlu ibadete, zorunlu dile. Her şeyin zorunluluğu çünkü çok kötü. Ve hayatın içinde bunu deneyimlemiş ve öğrenmiş olmak bence size ve üretimlerinize ayrı bir hâl katıyor…
Evet, çünkü hepimizden enerjisi, hepimiz bir şeylerden kaçıp başka hayatlar kurduk. Yani onun için bizim kitabımız diyorum.
Bizim kitabımız çünkü herkesin alacağı bir şey vardır. Çünkü hepimizin kaçtığı, kaçak olduğu, zorunlu olduğu, zorunluluktan çalıştığı, zorunluluktan seks işçiliği yaptığı, zorunluluktan kendi dilini kullanamadığı, zorunluluktan göçtüğü, zorunluluktan başka yerlere kaçmak zorunda kalan birçok hayatlar var. Bu anlamda, bunu bireysel yazılmış bir kitap değil. Onun için diyorum ki bu hepimizin kitabı.
“Parantezlerden çıkıp hayatlarımızı haykırıyoruz”
Bir de şöyle bir cümle var kitapta: “Parantez açılmış hayatları manşete taşı.” Bu cümleyi size yazdıran nedenler neler?
Çocukluğumuzda cinselliğin konuşulmadığı anneleri sanki cinselliği olmaz, algıları yokmuş gibi davranılırdı. Kız çocuklarının susturulduğu, lubunyaların susturulduğu, kendilerini bastırdığı durumlardan söz ediyorum.
Bir parantez içinde hayatımız yaşanmaya zorlandı. Evet, mücadele o parantezden çıkıp hayatımızı isteklerimizi, arzularımızı, beklentilerimizi haykırmak ve bunu ana başlığa taşımak olmalı. Bazen köşeli parantez oluyor o hatta o parantez içinde kalanı ana paragraflara taşımak üzerine düşünüyorum, yazıyorum.
Bir ilişki yaşıyorsunuz mesela “Kurulu bir hayatım var. Evin içinde yaşayalım. Bunu toplum görmesin şu görmesin bu görmesin.”
Hayır benim aşkım parantez içinde değil, benim aşkım da ana başlık, bir paragraf. Hayatı, hepimizin hayatını ana başlığa taşımak gibi bir derdim var.
Klişe bir cümle var “Toplumun iki yüzlülüğünü gösteriyor, suratına çarpıyor” diye, kitabınızda toplumun çok yüzlülüğünü okudum. Öyle hissederek mi yazdınız?
Kitap bu yönüyle toplumun yüzüne çarpmıyor tükürüyor diyeyim.
Bu çok yüzlülük hayatın her alanında başka türlü karşımıza çıkıyor. Örneğin, çalıştığımız işyerinde başka, içtiğimiz barda başka çıkıyor. Burada sadece bize karşı olan insanlardan bahsetmiyorum. Bize yakın olan insanlardan da söz ediyorum. Ki bu daha üzücü.
Yıllardır gece hayatında yaşayan bir insan olarak gece hayatı emekçisi olarak buna tanık oluyorum. Bize yakın insanların da o çok yüzülüğünü gördüm. Biraz bu kitap, onların yüzlerine tükürüyor.
“Kitapla birlikte insanların kalp atışlarını da duydum”
Kitabınıza dair nasıl geri dönüşler oluyor?
Bu kitabı yazarken elbette ki birilerine ulaşmak diye bir derdim de amacım da vardı. Daha çok okuyucuya ulaşmak, daha çok insana sesimizi duyurmak.. Varız işte, bakın demek.
Benim gibi olan insanları, benim gibi düşünen insanların bu şehri yaşamış, geceleri yaşamış, transfobiyi yaşamış, ırkçılığı yaşamış, kovulmuş, atılmış, hala kovulmakta olan insanlar için varız demek istedim, buradayız işte.
17 yaşındaki bir çocuk imzaya geldi titreyerek. Başka bir annesi ile gelmişti. Bu durumlar o an ağlayamıyorum fakat sonradan beni ağlatan şeylere dönüştü. Biri mesela “Sayenizde daha az korkuyorum” dedi. Bu cümle beni ağlattı. Mutluluktan ağladım.
Başka biri, 10 dakika boyunca boynuma sarıldı, ağladı, “hayatıma son vermek üzereydim” dedi. Ben biraz hikayeye önem veriyorum.
Instagram'dan mesaj atanlar oluyordu ancak dokunamıyordum o insanlara yani cevap veriyordum falan ama şimdi nefeslerini boynumda hissetmek, kalp atışlarını yürüye hissetmek, onlara sarılmak, buradayım demek, buradayız demek. Bana daha fazla güç vermeye başladı. Bu kitabın amacı buydu, daha çok nefesi, kalbimde, bedenimde hissetmeye başladım.
Daha çok kalp atışını hissetmeye başladım. Daha çok insana sarılmaya başladım. Ben de hayata biraz birbirimize dokunarak, sarılarak, birbirimizin yanında olarak hayatın başka bir şeye dönüşeceğine inanıyorum. Bu kitap bu anlamda benim için bir araç.
"Dünya değişiyor"
Bu haberi okuyanlar sizinle ve kitapla ilgili ne öğrensin?
Dünya değişiyor. Dün hepimizi yakmaya çalışıyorlardı, bugün daha da alıştılar. Değişime inanmak gerekiyor.
Bedenimiz değişiyor, ruhumuz değişiyor, hayat değişiyor. Şehirler değişiyor, dünya değişiyor, her şey değişiyor. Kafalar mı? değişmeyecek. Onur Yürüyüşü'ne 30 kişiyle başlamış biri olarak söylüyorum, Gezi’nin olduğu yıl gördük, dünya değişiyor.
İnsan yaşadığı şeyleri üzerinde özlem yası tutamaz. Özlem yası tutmuyorum, o günlerin yeniden geleceğine inanarak mücadeleye devam ediyorum.
O özlediğim günlerin yeniden geleceğine inanıyorum. Buna özlem umudu diyorum. Özlemin yasını değil, umudunu yaşıyorum.
Varoluşumu trans varoluşlara borçluyum. Ülker Sokak’ta direnenlere ve hayatımdaki bütün lubunyalara teşekkür ederim.
(EMK)