Hele bir de gerçekleştirdiği arkeolojik kazılarda çıkan dev heykellerin yanında çektirdiği "fotoğraflarını" görmüşseniz... Jale İnan'ı, yüreğinizin hangi köşesinde saklayıp, okşayacağınızı bilemezdiniz.
Türkiye'nin ilk kadın arkeologu Jale İnan. Ama onun öyküsü, ülkenin "ilk kadın arkeologu" olmasının çok ötesinde bir derinliğe sahip...
1914 yılında İstanbul'da dünyaya gelmiş. Erenköy Lisesini 1934 yılında bitirdiğinde; derdi gücü, müzeci ve arkeolog olan babası Aziz Ogan'ın yolunda ilerlemek ve arkeoloji eğitimi almaktır.
O yıllarda, Jale İnan'ın önündeki engel ; "kız çocuğu" olmak bile değildir. Türkiye'de arkeoloji öğrenimi yapma olanağı yoktur hepsi bu.
Aile çevresinde, "sen kız çocuğusun, ne yapacaksın arkeolog olup" diyen birileri yoktur ona...
Sonunda, babası yol gösterir: Burs bularak Almanya'ya gider Jale Hanım.
Almanya'da okumak iyidir de... Almanya, o yıllarda, giderek belaya tırmanan bir ülke olmuştur.
Sonunda İkinci Dünya Savaşı patlar.
Tam da Jale hanım doktora çalışmalarının sonuna yaklaşmışken...
Savaşsa savaştır... Zordur, belalıdır savaş ortamında Almanya'da kalmak. Ama, Jale Hanım, gözünü kırpmadan kararını vermiştir:
Her ne olursa olsun, arkeoloji alanında doktorasını tamamlayıp öyle dönecektir Türkiye'ye...
Bombalar düşerken doktora bitirmek
Yaşadığı kente "bombalar düşerken", doktora tezi nasıl mı bitirilir? Jale İnan anlatsın:
"Bir yanda kat kat giysilerim dururdu... Öte yanda, küçük bir bavulun içine koyduğum, doktora tezi çalışmalarım ve fotoğraf makinam... Sirenler çalmaya başladı mı, hemen giysilerimi üst üste giyerdim. Ki, sığınaktaki feci soğuğa dayanabileyim. Sonra da bavulumu alır odamdan aşağı, sığınağa inerdim. Bombalar, kentin üstüne yağarken, ben de sığınakta, doktora tezimin ufak tefek işlerini bitirmeye çalışırdım."
Onun bu soğukkanlı hali, sonunda sığınaktaki Alman komşuların sinirine dokunmuştur. Bomba sesini duyar duymaz, çığlık çığlığa bağıran biri sorar Jale Hanım'a:
-Sen korkmuyor musun?
-"Korkmaz olur muyum?"
-Öyleyse neden bağırmıyorsun?
-"İşe yarayacağını bilsem, hepinizden çok bağırırım."
Issız tepelerde tek başına at sırtında
İkinci Dünya Savaşı koşullarında Almanya'da doktorasını bitirip döner bir gün Türkiye'ye Jale Hanım.
Yine bitmemiştir sıkıntılar.
İstanbul Üniversitesi'nde, -o sırada- bağımsız bir arkeoloji bölümü bulunmadığı için- İlk Çağ Tarihi bölümüne asistan olacaktır.
Yıl1944: Mustafa İnan'la evlenir .
Eşi Mustafa İnan İstanbul Teknik Üniversitesi'nin temel taşı olan hocalardan biridir. Mustafa Bey, Jale Hanım'ı kendi mesleğinde geliştirmesi için her zaman destekleyecektir.
Şakası yok. 40'lı yılların Türkiye'sinde bir kadın arkeolog olacaksın ve ikide bir dağ bayır kazı yapmaya gideceksin!..
Hem de hangi koşulllarda! Doğru düzgün yolları olmayan bir Türkiye ortamında, kendi yolunu yordamını tek başına yaratma zorluğuyla başa çıkarak...
Bazan at üstünde ve ıssızlıklar içinden geçerek...
Nitekim, Jale Hanım da, eşinin kendisine verdiği desteğe sevgiyle anmıştı her zaman...
Side ve Antalya Müzesini ona borçluyuz
Oğlu Hüseyin İnan'ın dünyaya geldiği 1944 yılını izleyen yıl , üniversitede kurulan Arkeoloji bölümünün çatısı çatılırken, Jale hanım'ı bir "gayret küpü" olarak buluruz.
Çocuğu küçücükmüş ne gam. Çevirileri de üstlenir... Fotoğrafları da çeker.. Arşivi de düzenler... Komple bir atlet gibi çalışacaktır hep...
Bir arkeolog ne yapar öncelikle? Kazı..
Peki kazıda çıkartılan eserler ne olacaktır? Böyle bir sorunun bir arkeologu pek uzun boylu ilgilendirmemesi gerekir. Ama...
Jale Hanım, ne zaman ki, görmüştür çıkartılan arkeolojik eserler, ortalık yerde sefil olmak üzere... Sıvar kolları...
Bugün bilenler biliyor. Side Müzesi de Antalya Müzesi de hep onun kol kanat geren, ön ayak olan tavrı sayesinde kurulmuş müzeler...
Tarihi Eser kaçakçılarının takipçisi
Eski eser kaçakçıları bir yerlerde cirit mi atıyor? Onun minicik bedeni, hep şahin kesilmiştir.
Biribirinden bağımsız gibi duran tarihi eser parçalarını birleştirip , inanılmaz gerçekleri ortaya koymada da müthiştir Jale Hanım...
Diyelim ki, uluslararası bir arkeologlar toplantısında, bir grup bronz heykelden söz edildi... (Tıpkı 1967 yılında Boston'da olduğu gibi) Unutmaz o bronz heykeli Jale İnan... Unutmadığı için de çok sonraları Burdur Müzesi'nde rastladığı bronz heykelin nasıl bulunduğunu da araştıracaktır.
Sorup soruşturunca , o heykelciğin Afyon civarındaki İbecik köyü yakınlarında köylülerin yaptığı kaçak kazılardan arta kaldığını öğrenir... Ve o sayededir ki, daha sonra, İbecik köyünde -bu kez kaçak değil- ayrıntılı bir kazı çalışması yapılacak ve koskoca bir antik bina çıkacaktır ortaya...
Bitmez Jale Hanım'ın öyküleri...
Bir kazıdan köye dönüşünde, köylülerin silahla nişan talimi yaptığını görünce:
"-Bir kez de ben denemek istiyorum" demiştir
Tak. "12"den vurur Jale Hanım.
Köylüler, büyülenmiştir. Küçücük bir kadın; Hem de tek atışta, 12'den vuruyor.
"Bir daha dene" diye yalvarırlar.
Jale Hanım, Almanya'da okuduğu yıllarda, atış dersleri de almıştır ama, bir daha denemeyecek kadar da tedbirli.
Ya ikincisinde yine 12'den vuramazsa?
Satılan son arabasının parasını ne için harcamıştı dersiniz? Kaynak olmadığı için bir türlü tamamlanamayan bir kazı için...
Dişçiye gidip, " bugün önemli bir işim var. Uyuşuk dolaşmak istemiyorum. Onun için dişimi, morfinsiz çekin " diyen de odur.
Son yıllarda yakasına yapışan Parkinson hastalığı ile de inanılmaz bir disiplinle savaşarak doktorlarını hayran bırakan da...
Ne kadar ton ton, ne kadar muazzam ve ne kadar da şaşırtıcısıydınız Jale Hanım!