Roboski Katliamı’nın on üçüncü yılına sadece üç gün kaldı. Sözün bittiği anlardan biriydi. Hükümet katliamı önce inkâr etti. Buna karşın, toplumsal muhalefetin ısrarlı tutumuyla yok sayılamadı. Ve yaşananlar bütün çıplaklığıyla görünür hale geldi. Ancak, bu katliamın kararını verenler de gerçekleştirenler de halâ korunuyor. Saklanıyor.
Bu kara günü, yalnızca “sessiz milyonların çığlığı” aydınlatabilir. O nedenle, hem söylenecek sözler hem de yazılabilecekler oldukça sınırlı. Bununla birlikte, “insan kalabilmemiz”, kaybedilenlere olan sorumluluğumuz ve benzerlerinin gerçekleştirilmesine engel olabilmemiz için unutmamamız ve unutturmamamız gerekiyor.
“Hedefin muhteviyatı!”
On üç yıl önce, 28 Aralık 2011 tarihinde, gecenin kör karanlığında, TSK savaş uçakları, Roboski ile Irak sınırı arasındaki bir bölgede kendilerine tanımlanan canlı hedefi imha amacıyla bombaladı. Günün ilk ışıklarıyla birlikte, “imha edilen” canlı hedefin içeriği tanımlandı:
Şırnak’ın Uludere İlçesi’nin Roboski köylüsü, çoğu çocuk olan; Bedran Encü (12 yaşında), Erkan Encü (13 yaşında), Şivan Encü (14 yaşında), Muhammet Encü (15 yaşında), Bilal Encü (15 yaşında), Aslan Encü (15 yaşında), Adem Ant (15 yaşında), Savaş Encü (15 yaşında), Orhan Encü (15 yaşında), Celal Encü (15 yaşında), Fadıl Encü (16 yaşında), Mahsum Encü (16 yaşında), Şervan Encü (16 yaşında), Cemal Encü (16 yaşında), Cihan Encü (16 yaşında), Vedat Encü (16 yaşında), Serhat Encü (17 yaşında), Salih Encü (17 yaşında), Özcan Uysal (18 yaşında), Hüseyin Encü (19 yaşında), Nevzat Encü (20 yaşında), Hamza Encü (22 yaşında), M. Ali Tosun (22 yaşında), Selam Encü (22 yaşında), Zeydan Encü (22 yaşında), Yüksel Ürek (23 yaşında), Salih Ürek (23 yaşında), Nadir Alma (23 yaşında), Seyithan Encü (23 yaşında), Hüsnü Encü (27 yaşında), Osman Kaplan (32 yaşında), Şerafettin Encü (40 yaşında), Selman Encü (40 yaşında) ve Karker Encü ile birlikte taşımacılıkta kullandıkları katır ve atlarıydı öldürülenler. Sonradan medya aracılığıyla öğrendik ki bölgedeki karakol tarafından birebir tanınan bu Kürt köylülerin yaptıkları sınır ticareti de bunun ne zaman yapıldığı da biliniyordu. Aralarında “yabancı” olmadığı da.
Uludere Alt Komisyonu
Karar verenler ve tetikçileri operasyonlarını kendilerince ‘başarıyla’ tamamladı. Ancak yer yerinden oynadı. Halklar ayağa kalktı. Yaşananlar bir katliamdı, insanlık suçuydu. Recep Erdoğan başkanlığındaki 61. Hükümet, hemen örtbas etmeye çalıştı. Ancak, hem BDP ve HDK’nin hem sosyalist, sol ve demokrat diğer yapıların kararlı tutumu ve kamuoyunun sahiplenmesi nedeniyle katliamı saklamayamadılar.
Hükümet, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun yapısı içerisinde, beşi AKP’li sekiz üyeden oluşan “Uludere Alt Komisyonu”nu kurmak zorunda kaldı. Ocak 2012 tarihinde çalışmalarına başlayan bu Komisyon, raporunu ancak Şubat 2013’te tamamladı. Taslak rapor, alt komisyon üyeliği görevindeki Ertuğrul Kürkçü, Atila Kaya ve Levent Gök’e dâhi; “sızma”lara karşı önlem (güvenmeme) gerekçesiyle; verilmedi. Raporu AKP’li İlhan Şener-Alt Komisyon Başkanı ile üyeler; Mehmet Kerim Yıldız, Hamza Dağ, Abdullah Akdağ ve Gülşen Orhan “yazdı” ve yalnızca onlar oy çokluğuyla kabul etti.
Hazırlama sürecinin nerdeyse bütün aşamalarında dışarıda tuttukları üç milletvekili, dahil edilmedikleri taslak raporu reddetti. Ancak, komisyon başkanı sızmalara karşı önlem olacağını düşündüğünden olsa gerek, raporu açıklamadan sonucunu açıklamaktan geri durmadı. Merakları giderdi: Üzücü olay “koordinasyon eksikliği, yerel ve askeri makamlar arasındaki koordinasyon kopukluğuna bağlı olarak geçekleşti” dedi. Kısaca, “Roboski acıklı bir kazadır” demek istiyordu.
Taslak rapor, 27 Mart 2013 tarihinde önce TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun basına kapalı oturumunda sonra da TBMM Genel Kurulu Gizli Oturumu’nda, yukarıda paylaşılan bileşenle kabul edildi. Bu bir utançtır. İnsanlık suçu görmezden gelinerek, utancımız pekiştirilmiştir. Sağır sultan bile biliyor; AKP Hükümeti, Başbakan istese, ülkede hukuk mekanizmaları işlese failleri görünür olur, cezalandırılırdı.
Bir de bunlar yetmiyormuş gibi Roboski Katliamı’nın suistimal edilme çabalarına tanık olduk. Katliamın üzerinden beş ay geçmeden, AKP Genel Başkanı ve Başbakan, 26 Mayıs 2012 tarihinde; “Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Ha anne karnında bir çocuğu öldürürsünüz ha doğduktan sonra öldürürsünüz. Hiçbir farkı yok. ... Her kürtaj bir Uludere’dir diyorum. … Bu milleti dünya sahnesinden silmek için sinsice bir plan olduğunu bilmek durumundayız. Bu milletin çoğalması için asla bu oyunlara prim vermemeliyiz." ifadesiyle, katliamı pronatalist poitikanın-ülke nüfusunu artırma hedefinin aracı haline getirmeye çalıştı.
Bir insanlık suçu olan Roboski Katliamı yetmiyormuş gibi, ardından, alt komisyon tarafından hazırlanan inceleme raporu da bir utanç belgesi olarak toplumsal tarihimizdeki yerini aldı. Hem insanlık suçu hem de utanç belgesi: Roboski Katliamı, Türkiye’nin 21. yüzyılda yaşanan ilk kara günlerinden birisi, kitlesel katliamıydı. Ancak, sonuncusu da olmadı. Bu katliamın dördüncü yılında bu defa başkentin merkezinde daha büyüğü yaşandı.
Haziran 2105 seçimlerinde
AKP ilk defa, 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde tek başına hükümet kurabilmek için gerekli olan 276 sandalye kazanarak, Meclis çoğunluğunu sağlayamadı. Ve hemen sonrasında, neredeyse bir anda ülke geneline zor ve şiddet atmosferi egemen oldu. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Kürtlerin yoğun yaşadığı kentlerde ağır silahların da dahil olduğu çatışmalar, büyük kentlerde çok sayıda can kayıplarının meydana geldiği patlamalar yaşanmaya başlandı. Böylesi bir dönemde, emek gücünü satarak yaşamak zorunda olanlar adına bir nebze olsun yalnız olmadıklarını anımsatabilmek için DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin çağrısıyla Ankara’da, 10 Ekim 2015, Cumartesi gününe “Emek, Demokrasi, Barış” mitingi çağrısı yapıldı.
Emek, Demokrasi ve Barış İçin Miting
Ancak, 63. Hükümet, Ahmet Davutoğlu’nun ikinci başbakanlığı döneminde, Ankara Garı önündeki toplanma alanında patlatılan iki canlı bomba ile miting kana bulandı. Çok sayıda yaralanma ve sakatlanmanın yanında, mitinge katılan yüz bir insan öldürüldü. Böylece, Türkiye’de 21. yüzyılda ikinci bir katliam daha yaşanmış oldu. Hem de daha ilkinin failleri ortaya çıkarılmadan. Toplumun geneline güvensizlik ve korku duygusu hâkim oldu. Ve 1 Kasım 2015’de yenilenen genel seçimlerde AKP, tek başına hükümet kurma hakkını yeniden kazandı.
Bu katliamın tetikçileri bir süre sonra yakalandı ve yargılama olaydan dokuz yıl sonra Haziran 2024 tarihinde tamamlandı. Ankara 4'üncü Ağır Ceza Mahkemesi, tutuklu on sanığa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi. Ancak, yine toplumda yaygın bir kanı olarak; bu saldırıyı engellemekle ödevli olanlarla ilgili olarak hiçbir işlem yapılmadı. Adeta korundular. İnsan hakları savunucuları tarafından takip edilen davada da maalesef toplum vicdanı, aklı huzura kavuşamadı. İktidar, Türkiye halklarını, muhalefeti, yarattığı karanlığa mahkûm etmek, “teslim” almak istiyor.
Tarihsel deneyimler ışığında biliyoruz ki, her türden “karanlığı aydınlığa çevirmek” niyetinde olanlarda kararlılığın daha büyüğü hâkim olduğunda katliamlar son bulacak. Katliamlar çözüldüğünde, karanlık aydınlığa döndüğünde, Türkiye halkları barışa, adalete, özgürlüklere, ekmeğe, refaha ve mutluluğa sahip olabilecek… (OH/TY)
Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu'nun bianet'te yayımlanan tüm yazılarını görmek için tıklayın.