Bir Ekim daha ve bir festival koşuşturması daha İstanbullularda. Öyle bir aydır ki Ekim, yaz desen değil kış desen değil; hani sonbahar da tam gelmemiş oluyor son üç senedir. O yüzden “Filmekim”lerinde hastalık bulaşıcıdır sinemaseverlerde.
Sabah dersin vardır ve koşa koşa yetişmelisindir öğleden sonraki filme. Sıcak gelir, o koşuşturmacada terlersin. Sonra film biter, öbür filme girmeden önce bir sandviç yiyeyim dersin İstiklal’de. O arada rüzgar çarpar sırtına. Ürperirsin. Ama Emek sineması’nın o sıcak festival havası ısıtır seni tekrar. Böyle gidip gelmeler mahveder insanı. Her festival bitiminde, festivalden kalan izler silinmeye çalışılır bir iki hafta. Ve her sene aynı arada kalış olur izleyicilerde. İzlemesem de olmaz ki?
Festivallerin bir başka güzelliği daha vardır. Metroya binersin ya da otobüse. Yolcuların hangileri festivale gidiyor hangileri gitmiyor hemen belli eder kendini. Birkaç bakışma olur, sonra son durağa gelinir ve meydandan Emek’e kadar yürünür. İçeride hep birileriyle denk gelinir ve bir tanışıklık olur o an izleyicilerde. Hafifçe baş eğilir, selam verilir.
Hele de birkaç kez farklı filmlerde karşılaşılırsa, izlenilen film hakkında ufak bir muhabbete giden bir arkadaşlık bile boy gösterebilir. Festival arkadaşlıkları kurulur. Taksime hiç gelmemiş, gelmeyi uygun bulmayan, tehlikeden kaçınan kimi sanatseverler, istemeyerek de olsa kültürel bir aktivite için Nişantaşlarından, Etilerden, Çengelköylerden kalkıp gelirler Taksim’e. Ve farklı gruplar toplanır o salonda. Zil çalınır. Filmden önce son bir dakikalık ara verilir ve motor!
İstiklal festivale hazırlanırken...
Bu sene yine Filmekimi izlemesek de olmaz ki dedirtecek filmlere ev sahipliği yapıyor. Tükenen biletler, kapıda son bir umut bilet bulmaya çalışanlara sebep olacak belli ki. Afişler asılmış, standlar kurulmuş Emek’te. Geldi gelecek derken; son haftasını geçiriyor İstiklal festivalsiz.
Yedi adet gala filmi var bu sene. Öncesinde “Şiddetin Tarihçesi” ile tanıdığımız yönetmen David Cronenberg yine Viggo Mortensen ile çalıştığı “Sessiz Tanık” filmiyle İstanbul’da. Sam Garbaski, Irina Palm’ıyla, Ünlü Bosnalı yönetmen Emir Kusturica “Bana Söz Ver”iyle, Julie Taymor “Across the Universe” ile, geçen sene İstanbul Film Festivali’nde izleyicilerle buluşan Gus Van Sant “Paranoid Park” ile, Adam Shankman “Hairspray” ile de İstanbullularla tanışanlardan. Ve dünyanın bir çok köşesinden farklılıklarıyla festivali renklendirecek onlarca film daha.
Ama belirli filmler vardır ki, ilk günden biletleri hemen tükenir. Bilet alamayanlar festival sonrası vizyona girip girmeyeceğini öğrenmeye çalışır. Ve o seneki festival o filmlerle anılır genelde. 2007 Filmekimi de şöyle anılacaktır yıllar sonra; Filmekimi, 19- 25 Ekim 2007, Sonbahar Film Haftası, yer: Emek Sineması; Marjane Satrapi’den “Persepolis”in ilk kez seyirci karşısına çıkması ve Türkiye festival seyircisinin vazgeçilmez yönetmeni Kim Ki-duk’tan “Nefes”…
Şimdi moda Malezya da olsa festival İran'a bakıyor...
Persepolis, öyle bir zamanda aktarıldı ki beyazperdeye, Türkiye seyircisinin filme olan yoğun ilgisinin sebeplerini sıralamak zorlaştı. İran devrimi sonrasında Fransa’ya kaçıp, hala da orada yaşayan İranlı çizer Marjane Satrapi’nin bir çizgi romanıdır esasen Persepolis.
Yıllar sonra Vincent Paronnaud'le animasyon halinde izleyicilere aktarırlar hikayeyi. Animasyona meraklı belirli bir kesim dışında çok da ilgi görmez aslında bu tür filmler Türkiye’de. Ama bu sefer küçük bir kız çocuğunun gözünden İran devrimini izlemeyi tercih eder insanlar. Artık kendilerine daha yakın bulduklarından olabilir mi acaba? Ya da, pardon, artık İran’ın modası geçmiştir, revaçta olan Malezya’dır deyip bu sebebi bir kenara mı atmalıyız? Tartışılır…
Diğer film, bir Kim Ki-duk filmi “Nefes”. Kim Ki-duk artık "bizden biri" desem yeridir bence. Yıllar önce “Boş Ev”le sinemalarımıza ve ruhlarımıza giren Güney Koreli yönetmen ardından, Antalya Film Festivali’yle ülkemize de gelmişti. Alışmıştık ona.
“Boş Ev”den sonra “Yay”ı izlemiştik yine festival kapsamında ve daha geçen sene bambaşka bir film olan “Zaman”la gelmişti Filmekimi’ne. “Nefes” bir aşk hikayesi. Hayatı çok farklı yerlerden yaşayan birbirine tutkun iki insanı anlatan bir müzikal. Diyalogların yok denecek kadar az olduğu tipik bir Kim Ki-duk filmi. Ve açıklaması bile okunmadan hemen alınacak biletler listesine adı yazılanlardandı bu sene.
Festivale son bir hafta kaldı. Biletler alındı. Programlar yapıldı. Sinema çıkışı içilecek kahveler, filmden önce gezilebilecek kitapçılar az çok tasarlandı zihinlerde. Festivale katılması muhtemel arkadaşlar da aranır Cuma’ya yaklaşırken. Biz de koltuklarımıza oturduk, o son bir dakika için zil çaldı ve ışıkların kapanmasını bekliyoruz.
Herkese iyi seyirler… (EÇ/GG)