Türkiye siyasi ve ekonomik açıdan haraketli bir haftayı geride bırakıyor. Cuma günü piyasaların kapanmasıyla birlikte Merkez Bankası Başkanı Murat Uysal Cumhurbaşkanı Kararı’yla görevden alındı. Yerine Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanı Naci Ağbal atandı.
Bu olayın hemen ardındansa Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın olaylı istifası geldi. İstifasını yayınlatacak bir mecra bulamayan Albayrak, kararını Instagram’dan duyurdu. Hükümet kanadı ise 24 saatten uzun bir süre sessizliğe büründü.
Erdoğan istifanın ardından kameraların karşısına çıktığı ilk açıklamasında Albayrak’ın istifasından bahsetmezken ekonomiye çok fazla bir şey söylemedi.
Dünkü konuşmasında ise 'ekonomide yeni dönem' vurgusu yaparak Türkiye'nin risk priminin düşürüleceğini söyledi, yabancı yatırımcılarla toplantılar yapılacağını aktardı.
Yeni Merkez Bankası Başkanı ile Hazine ve Maliye Bakanı'na desteklerini iletti. Yaşanan tüm bu gelişmeler üzerine de agresif olarak yükselen döviz kuru düşmeye başladı. TL uzun bir aranın ardından dolar karşısında değer kazandı.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesi Doç.Dr. Murat Birdal’la gelişmeleri konuştuk.
"Hükümet Merkez Bankası politikasını yönlendiriyor"
Sırasıyla gitmek gerekirse Merkez Bankası’ndaki değişikliği nasıl okumak gerekiyor?
Eski başkan Murat Uysal bir buçuk yılı henüz doldurmamış bir başkandı. Yani yakın zamanda göreve gelmişti. Aynı Murat Çetinkaya’nın görevden alınışı gibi bir süreç yaşadık. Merkez Bankası’nın bağımsızlığına dönük tartışmalar açısından bu durum çok olumsuz bir gösterge. Çünkü Merkez Bankası’nın başkanının bu kadar kolay görevden alınabilmesi hükümetin Merkez Bankası politikasını yönlendirdiğini gösteriyor.
Burada temel mesele aslında Erdoğan’ın söylediği enflasyon hedeflemesinde. Enflasyon hedeflemesi iki farklı şekilde uygulanır. Birincisi Merkez Bankası’nın kendisi enflasyon hedeflemesi yapabilir. ABD gibi ülkelerde olduğu şekliyle. Ya da Merkez Bankası Türkiye’de olduğu gibi hükümetle hedefi tespit eder. Tespit çalışmasının ardında da hedefe uygun politikaları belirlemekte Merkez Bankası bağımsızdır. Dolayısıyla enflasyon hedefinin tutturulması bu şekliyle Merkez Bankası’nın sorumluluğundadır.
Ama Türkiye’de hükümet Merkez Bankası’nın enflasyon hedefini tutturmaya yönelik araç bağımsızlığını -faiz veya para arzı gibi- kullanmasına izin vermiyor.
Türkiye’deki temel problem de buydu. Murat Uysal’dan önceki başkan Murat Çetinkaya bu nedenle görevden alınmıştı. Şimdi baktığımızda Murat Uysal’ın da belirsiz bir şekilde görevden alındığını görüyoruz. Hala daha Merkez Bankası Başkanının neden görevden alındığına dair somut bir açıklama yapılabilmiş değil. Bu önemli çünkü en temel gösterge bu. Uzun vadede istikrarsızlık yönündeki algıyı güçlendirecek bir durum.
"İstikrarsızlığı körükleyen en baştan çizilin ekonomi politikası"
Merkez Bankası’nın politikalarının değişmeyeceğini mi söylüyorsunuz yani?
Evet, çünkü Merkez Bankası’nın bir enflasyon hedefi var ama döviz kuru hedefi yok. 28 Ekim’deki toplantıda Murat Uysal “Döviz kurunun seviyesi ile ilgili bir hedefimiz yok” demişti. E kur hedefiniz yoksa nasıl enflasyon hedefiniz olur? Bu iktisadi açıdan son derece altı boş beyan. Ama bunun ötesinde açıklamanın hükümetin genel tavrıyla tutarlı olduğunu vurgulamak lazım. Hükümetin zaten tavrı buydu. Başkan da bunu dile getiriyordu, Cumhurbaşkanı da bunu dile getiriyordu. Merkez Bankası, Erdoğan’ın istedikleriyle uyumlu tutum sergiliyordu. Ama zaten istikrarsızlığı körükleyen en baştan çizilen bu ekonomi politikası.
Erdoğan’ın dünkü açıklamasında da aynı şey var. Bütün piyasaları heyecanlandıran reform gibi altı doldurulmamış pek çok söylem var konuşmada. Tüm güzel süslemelere karşı da yine diyor ki “Unutmayın faiz sebep enflasyon neticedir.” Yani başladığımız noktaya dönmüş oluyoruz. Yüksek faizin enflasyon yarattığına inanıyor Erdoğan ve bundan dolayı da enflasyon konusunda faiz yükselterek müdahalenin doğru olmayacağını söylüyor.
"Tutarsızlık"
Peki Berat Albayrak’ın istifası…
Şu anki görünüm Merkez Bankası Başkanının biraz günah keçisi görülerek, başarısızlığa ve kurdaki sert yükselişe dair görevden alındığı. Berat Albayrak’ın istifası da buna tepki olarak geldiği.
Çünkü ekonomideki tüm kadrolar kendi kadrolarındandı, uyumlu kadrolardı.
Ama hepsinden önemlisi başkan değişiyor, bakan değişiyor ve biz hala dahi bunun arkasındaki ana nedenleri sadece spekülasyon yoluyla tartışıyoruz. O zaman da geliyoruz Erdoğan’ın dediği şeffaf ve öngörülebilir olunması meselesine.
Erdoğan konuşmasına üst perdeden basına çıkışarak başladı. Siz basının soru sorma ve bilgi alma kanallarını tıkarsanız hatta iki gün boyunca ana akım medyada bakanın istifası haberi dahi verilemezse para politikasına dair nasıl şeffaf olacaksınız? Benim kafamdaki ana soru bu.
Dolayısıyla ben takınılan tutum ile yapılan açıklamalar arasında ciddi tutarsızlıklar olduğunu düşünüyorum.
"Temel politikada hiçbir değişiklik yok"
Ama piyasalar başkan değişikliğini, bakan istifasını ve hatta Erdoğan’ın açıklamalarını olumlu karşıladı…
Piyasanın olumlu algısı Merkez Bankası’nın ve dolayısıyla da hükümetin -çünkü piyasalar Merkez Bankası’nı ayrı bir aktör olarak görmüyor- faiz konusundaki tavrının gevşeyeceği ve birazcık da enflasyonu ön plana alacağını, fiyat istikrarını, kur istikrarını ön plana alacağı şeklinde oldu.
Bu beklenti de çok olumlu bir fiyatlamaya sebep verdi. Ama bunu besleyecek değişiklikler, politikalar yok ortada. Erdoğan’ın açıklamaları daha önce kendi bildiği doğruları tekrarlamaktan ibaret.
Erdoğan önceki açıklamalarının aksine şunu da söylüyor. “Biz fiyat istikrarına, enflasyon hedeflemesine, şeffaflık ve ön görülebilirlik konusuna özen göstereceğiz” de diyor. Ama dediğim gibi çelişkileri hala dahi ortada duruyor. Eğer siz “Faiz sebep enflasyon neticedir” diyorsanız o zaman izleyeceğiniz politika buradaki artışa rağmen faizleri baskılamak olacaktır. Piyasa bu kısmı atlayarak, şeffaflık, öngörülebilirlik, kurumların tekrardan yapılandırılması ve yapısal reformlar üzerinde duruyor. Ama aslına bakarsanız temel politikada hiçbir değişiklik gözükmüyor.
"Faizin sert bir şekilde yukarı çekilmesi iflas yaşatır"
Peki döviz kurlarında düşüş devam eder mi?
Kurlar piyasa tarafından kısmen fiyatlandı. Yani Erdoğan’ın açıklamalarındaki olumsuz tarafı görmeyerek sadece olumlu tarafa bakarak kısmen fiyatladı. Bir nebze daha aşağı doğru hareket görebiliriz dolar ve Euro kurunda. Ama bu tabii ki gelecek olan faiz artırımının boyutuyla alakalı. Ben burada çok sert bir faiz artırımı geleceğini düşünmüyorum.
Buradaki temel meselemiz şu. Hükümet aslında tümüyle haksız değil. Faizin sert bir şekilde yukarı çekilmesi tehlikeli bir iştir.
Küresel bir ortamda faizlerin son derece düşük olduğu bir dönemden geçiyoruz, pandemi dönemindeyiz, ekonomik faaliyetlerde ciddi bir yavaşlama var. Bu dönemde faizleri sert bir şekilde yukarı çekmek riskli.
Özellikle geçtiğimiz yaz aylarında para arzı çok fazla genişletildi, çok fazla kredi dağıtıldı piyasalara. Agresif faiz artışı bu kredilerin geri dönüşleri açısından da büyük problemler yaratacaktır. Bankacılık sistemi üzerinde de büyük bir risk oluşturacaktır. Çünkü faiz artışı borcun çevrilmesini zorlaştırıp iflasları tetikleyebilir.
Özellikle kobiler için konuşuyoruz. Bunlar büyük ölçüde TL cinsinden kredi kullanıyorlar. Bunların borcunu çevirebilmesi açısından zorluklar ortaya çıkaracaktır. Özellikle de yeni yatırımların gerçekleşmediği bu ekonomik iklim içinde.
"Uzun vadede gelecek faiz politikasıyla belirlenmez"
Merkez Bankası’nın net döviz rezervlerini ekside olduğunu biliyoruz. Yeni hamleler bir umut olarak görülse de siz uzun vadede Türkiye’nin ekonomik geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’nin uzun vadede geleceğini faiz politikasıyla belirlenmesi mümkün değil. Yani bugün faizlerin arttırılmasıyla Türkiye’nin geleceğinin kurtarması mümkün değil. Türkiye kadar büyük bir ekonomik yapının sürekli yüksek cari açıklar vererek ve dışarıdan sıcak para girişleriyle fonlanarak yürütülmeye çalışılması bence AKP iktidarının en büyük hatası ve zaafı.
Çünkü Türkiye ekonomisin büyüme hızı biraz yükseldiği anda yüzde 10’lara kadar fırlayan cari açık oranları gördük biz. Dışa bağlı yapının güçlendirilmesi ortaya hormonlu bir büyüme süreci çıkardı. Bu dış sermaye hareketlerine bağımlı yapı aslına bakarsınız sermaye girişlerinin daraldığı her dönemde Türkiye’yi büyük krizlerle karşı karşıya bıraktı.
Şimdi ise paranın ortaya saçıldığı süreçten geçiyoruz. Pandemi süreci aslında Türkiye gibi ülkeler açısından kimi olanaklar yarattı. Bunu atlamamak lazım. 2018’de bir kriz yaşadık. Bu ABD’deki faiz oranlarının yükselmesi ve o parasal genişlemenin sonlanmasıyla birlikte doların piyasadan çekilmesinden kaynaklıydı.
Şimdi de batı ekonomilerinde pandemi sonrasında ekonomi tekrar ayaklarının üzerine basmaya başladığında enflasyonist kaygılar ön plana çıkarsa ve faizler yükselirse -ki bir noktada yükselecek çünkü şu an tarihi düşük seviyelerde uluslararası faiz oranları- Türkiye ekonomik sıkıntıları yaşamaya tekrar başlayacak. Dolayısıyla uzun vadede Türkiye ekonomisinin daha ön görülebilir bir patikaya oturması ve ekonomisinin tekrar yapılandırılması lazım.
Bu da eğitim sisteminin tekrardan yapılandırılması, yargının, adalet sisteminin uluslararası belli bir saygınlığa kavuşturulması gibi tüm kurulmaların değişimiyle mümkün.
Diğer türlüsü güveni zayıflatıyor. Pek çok alanda ciddi kapsamlı reformlar yapılmasını gerekli kılıyor. Ama tabii bu söylediklerim maalesef AKP iktidarını şu anki yönetimiyle uyumlu değil.
Doç. Dr. Murat Birdal hakkında1993'te Kadıköy Anadolu Lisesi'ni bitirdi. 1997'de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İngilizce İktisat Bölümü'nden mezun oldu. 1998'de aynı fakülteye araştırma görevlisi olarak girdi. 2001'de kazandığı YÖK bursuyla eğitimine yurtdışında devam etti. 2006'da University of Southern California'dan doktorasını aldı. O tarihten bu yana İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümü'nde öğretim üyesi olarak görev yapıyor. Aynı zamanda 20 yıla yakın bir süredir Evrensel gazetesinde köşe yazıları yazıyor. |
(HA)