Yapıcı, plan çerçevesinde yapılan Zeytinburnu pilot proje uygulamasında meslek odalarını yer almamasını eleştiriyor.
Yapıcı, İstanbul için yapılacak bir deprem riski azaltma projesinin hayat bulması için kentte yaşayanların bu yönde bilinçlendirilerek, yaşam haklarını savunmalarının önemine değiniyor.
Mimarlar Odası Afet Komisyonu üyelerinden olan, Körfez ve Düzce depremlerinde depremzede derneklerinin kurulması gibi bir çok çalışmada aktif rol oynayan Yapıcı, İstanbul'un nasıl hazırlandığını, kentin yapılaşmasında rol oynayan süreçlere dayanarak şöyle özetliyor:
* İstanbul depremlerle haşır neşir olmuş bir şehir. Her büyük depremde kentte farklı tarzda bir yapılaşmaya gidilmiş.
* Bu coğrafyanın depremsellik davranışını bile bile, 50'lerden sonra Marmara bölgesine olağanüstü bir durumda yüklenmişiz. Göçleri özendirmişiz, sanayii buraya taşımışız. Kısa sürede, kârı yükseltmek ve maliyetlerini azaltmak için kentin kullanılması süreci başladı. 13 tane imar affı var. Sistemin ranta dayalı yapısının yanında kentin kullanıcıları da bu ranttan pay kapar hale gelmiş.
* İstanbul'un bu hale gelmesinde bir ortaklık söz konusu. Tepeden baktığımızda medyasıyla, siyasetçisiyle, planlı dönemlerde bile afet bizim planlarımızın bir belirleyeni olamadı.
* 80'lerde informel sektörü pompalayan, kentsel rantı esas alan büyüme politikalarına geçildi. Bakıldığında, 1990 sonlarına doğru Türkiye'deki ilk 500 şirket arasında inşaat şirketlerinin çok fazla olduğu görülür. Kent toprakları bankalarda teminat kredisi olarak gösterilir oldu. Bir gayrimenkul sektörü üretildi.
Dünya kenti İstanbul
* İstanbul zemin özellikleri açısından sağlam bir kenttir, ama bu kentin taşıyabileceği bir nüfus var. Özal zamanında bir helikoptere bindi, "Bu kent 20 milyon nüfusu kaldırır" dedi. Bütün dere yatakları yapılaşmaya açıldı. Belediyeler kentsel alanları imara açtı, siyasal rant aracı yaptı.
* Artık kentsel ranttan faydalanma ulus aşırılaştı. İlk gayrimenkul ortaklıkları 1999 depreminden sonra başladı.
* Dünya kenti İstanbul projesi Marmaray'ı, kentsel dönüşüm adıyla yapılan projeleri içeriyor. Florya'dan Zeytinburnu'na gelen sahil şeridinde, merkezi iş alanları ve turizm merkezi projesi var. Bu planlar yapılırken, orada yaşayanların nereye "nakledileceği" düşünülmemiştir.
* İstanbul'u güvenli, sağlıklı, insanca yaşanılabilir, içinde yaşayanlarla barışık hale getirmek ana hedef olmalıdır. Kenti rant aracı olarak görmek, kent üzerinden gayri safi milli hasılanın nasıl yükseltileceğini planlamak, buna bağlı olarak kontrolsüz göçü çağırmak, İstanbul'da deprem dışında, şu an olduğu gibi, başka sorunların da yaşanmasına yol açacak.
* Bu kentin zemin etüdü vardır; zemine uygun, mühendislik ve mimarlık hizmetinin doğru yapıldığı bir yapı sayısı çok azdır. Binaların yüzde 70'ten fazlasının kaçak olduğu artık herkes tarafından kabul ediliyor.
"Demokrasi tarihi ve imar tarihi çakışıyor "
* İmar yasaları ve afet yönetmelikleri açısından bir sorun yok. Ancak bina projelerini denetleme mekanizması yok. Örneğin Gökkafes için belediye sınırlarını değiştirdiler. Şimdi yargı kararı olmasına karşın bu bina yıkılamıyor. Türkiye'nin demokrasi tarihi ile imar tarihi birebir çakışır. Bütün mekanizmaları da ona göredir. Meslek odaları, kaçak yapı ya da projeye, imar planlarına aykırı yapılara karşı açtığı davaları kazanmasına karşın pratikte bir sonuç alamıyor.
* Süleyman Demirel döneminde SEKA fidanlığında Ford fabrikası yapıldı. 17 Ağustos depreminde fabrikaya bir şey olmadı ama, oraya getirilip de barınma sorunu çözülmeyen, kendi başına çarpık çurpuk evlerde yaşayan 40 bin kişi öldü. Niye o kadar yüklenmişti o insanlar oraya ? Bunun cevabı sistemin bizatihi kendini sorgulamaktan geçiyor. Böyle söyleyince meseleyi nereye atıyorsun diyorlar.
* Çarpık ve sağlıksız yapılanmayla insan hayatının, kentin kullanıcılarının ekonomik, sosyal ve kültürel hayatlarının birebir ilişkili olduğuna dair bir ahlak, sorgulama oluşursa sorun çözülür. Depreme karşı alınacak önlemlerin bir ayağı, toplumdaki hak bilincinden geçiyor. Demokrasi de oradan başlıyor. Yoksa siz bin tane plan yapın o plana sahip çıkılmadıkça bunlar olacaktır.
* İstanbul'un depreme hazır olduğunu söylemek için, binaların projesinin olup olmadığını kontrol etmek, yani sürekli bir denetim mekanizması oluşturmak gerekiyor. Özellikle Beyoğlu'nda alt katları kafeterya yapılan binalarda ne gibi tadilatlar yapıldığını bilmiyoruz. Gittiğiniz sinemanın deprem güvence belgesi olup olmadığını bilmiyorsunuz.
"İstanbullular yaşam hakkını sorgulamalı"
* Japonya'nın örnek bölgeler seçerek yaptığı bina envanter çalışması sonucu, İstanbul'daki bir depremde sonra bazı bölgelerde yürünemeyeceğini ortaya koydu. Projeyi ücretsiz yaparken, buradaki yapı sektörüne girme amaçları olduğunu düşünüyorum. Olayın ne kadar ciddi olduğuna bakarsak, İstanbul'daki binaların güçlendirilmesi için gereken 10 milyar dolar, banka hortumcularına verilen paraların yanında az kalıyor.
* Depreme hazırlık yapmak için genel bir seferberlik yaratılmalıdır. Master plan bir yol haritasıdır. İDMP kamuoyuna açıklanmadan önce 7 Ocak 2003'te Zeytinburnu pilot projesi Bimtaş'a ihale edildi. Plan açıklanmadan Dünya Bankası uzmanları gelmiş, krediler için anlaşılmıştı. Bu anlamda üniversitelere bırakılan master planın pilot uygulamaları şeffaf ve katılımcı hale getirilmelidir.
* Ekonomik büyüme için kentleri kullanmayı, kenti bir kâr aracı olarak görmeyi ve buradan sermayenin sorunlarını ve devletin ekonomik sorunlarını çözmeye çalışmayı bırakmalıyız.
* Kamu binalarında, sinemalarda depreme yakalanma riski var. Sadece tek tek konutları güçlendirmekle de güvenliğinizi sağlayamazsınız. İstanbul'da yaşayan herkes kendi yaşam hakkını sorgulamaz, rant düzeninin bir parçası olmaya; orta hasarlı binasını, az hasarlıya çevirmeye devam ettikçe, İstanbul beş kez daha yıkılır. Bu bir toplumsal zihniyet değişimine bağlı, herkes layık olduğu şekilde yaşar ve idare edilir. Depremi afet, felaket haline getiren, bu bölgedeki siyasal, ekonomik ve kültürel açmazlardır. (ÖG/EÜ)