Bir kilise bulmak ümidiyle evden kendimi pür telaş dışarı atıyorum. İstiklal caddesine karşı duran St. Antuan kilisesine yetişiyorum. Beklenen ayinin hazırlıkları yapılmış, kilise içi düzenlenmiş. Kapıya bu akşam ayin olacağına ilişkin uyarılar asılmış. İlana aldırmayanlar dalıyor içeri, önemsemez ama merak eder bir edayla kimi hızlı hızlı, kimi ağırdan kiliseyi tavaf ediyor. Papa 16. Benedikt'in geçen ayki ziyaretinin hatırası bronz heykel bahçede duruyor; bazıları önünde fotoğraf çektiriyor, bazıları burada bulunma nedenini meşrulaştırmak istercesine, "oğlum ben içeride mum bile yaktım sevgilim için" diye açıklamalarda bulunuyor.
Fazlasıyla turistik hale gelmiş, gelenin geçenin içeriye dalmayı vazife bildiği St. Antuan kilisesinde 24 Aralık'ın nasıl geçtiğini anlayamayacağımı düşünüp çıkıyorum. Aklıma biraz aşağıdaki hep kapalı duran kilise geliyor, ona yetişsem açık olur mu diye hızlıca muhasebe edip, oranın kapalı olması halinde, zaman kaybedeceğime karar veriyorum. Bu kez yönümü Kurtuluş'a doğru değiştirme, oradaki kiliseleri kolaçan etme niyetiyle yürüyorum Taksim'e doğru.
Sonbahar renkli Noel...
Üzerime üzerime gelen kalabalıktan sıkılıp kendimi Süslü Saksı sokağa atıverince, birden ellerinde peksimetleriyle bana doğru gelen kadınlar görüyor, aydınlanıyorum. Aradığım şey karşıma çıkıveriyor. Yolun iki tarafı kesilmiş, araç trafiğine kapatılmış. Yanında bir levazımatçı, bir ütü olan küçük kilisenin hep kapalı duran kapısı bugün aralık ve ışıklı. Bu Aksaray dolmuşlarına binenlerin bile dikkatini çekmekten uzak kilise, İstanbul'un bu orta yerinde kaderin cilvesiyle geçen haftaya kadar polis koruması altında kalan Fransız Konsolosluğu'nun arkasındaki Surp Hovhan Vasgeperan Kilisesi. Önünde duran bekçiyle bir baş hareketiyle selamlaştıktan sonra, süzülüyorum içeri sessizce.
İçeri girdiğimde üç kişiden oluşan koroyu şarkı söyler buluyorum. Kilisenin içi mumlarla, ışıklarla, tütsülerin ateş böceği yanıp sönmeleriyle aydınlatılmış. Hıristiyanlık tarihini özetleyen tasvirleri -belki de ayin öncesi temizlikten- daha aydınlık duruyor.
Koronun böldüğü sessizlik dışında, her şey, herkes çok sessiz. Bir avuç kalmış bu insanlar, bu tek seslilik içinde iyice kendilerine dönüyorlar. En arkada oturduğum sıradan, öne doğru uzayıp giden cemaat içinde, gençlerden çok yaşlılar dikkat çekiyor. İlahiler, usul usul eşlik eden sesler içinde söylenirken, kilisede yakılan günlük kokusu ortalığı alıyor.
Yanımdaki kadın ilahiye eşlik etmeden elinde bir tespih onu çekip, büyülenmiş gibi Bakire Meryem'in kucağındaki çocuk İsa'ya bakıyor. Dua ediyor mırıldanarak. Burada, bu herkesin babaanne deyişiyle "temizcecik" giyindiği, siyahlar ve tabalar içinde bir bayram kutlayan kadınların arasında, o kadar sakil duruyorum ki, bir kase içinde bana peksimet uzatan görevli de bir süzüyor beni. Araya karıştığımı, cemaate ait olmadığımı anlıyor, ses etmiyor.
Şarkılar bitince, yanımdaki kadınlar ayağa kalkarak, rahibe gidiyor, kendilerini kutsamasını bekliyorlar. En yanımda duran ve yaşı bir hayli ilerlemiş olan kadınsa ayağa kalkmıyor, rahip yanına gelerek onu kutsuyor.
İyi koca iyi kocatır
Artık kutsama işlemi başladığından, yavaşça kalkıp kapıya gidiyorum. Kapıda biri genç biri yaşlı iki kadın var. Elimdeki peksimeti nereye koyacağımı bilemiyor, bir elime daha tutuşturulan mumu yakmadığımı hatırlıyor, gerisin geriye dönüyorum. Mumu yakıp kapıdan çıkmaya hazırlanırken, kadın, "güzel kısmet dileseydin" diyor. Gülüyorum. O gülmemi utanmaya verip "daha gençsin ama iyi bir koca iyi kocatır" diye ekliyor. "Siz ne dilediniz" diyorum, "ben gençliğimde diliyordum, artık dilemiyorum" diyor. Yanındaki genç kızı gösterip "artık bizim dileğimiz bunlara."
Geniş aydınlık yüzlü kilisede duygulandığı, kendini kötü hissettiği için dışarı uzanmış. Kocasını bu yıl kaybetmiş. Bu onsuz ilk Noel'iymiş. O yüzden bir sonraki Noel'e kadar siyah giyinmeye devam edecekmiş. Tüm bu umutsuzlukların üzerine bir de bu Noel kar yağmamış. "Kar yağınca daha mı iyi olur Noel" diyorum. "Kar yağınca, fakiri hatırlarsın, üşümeyi hatırlarsın, evi hatırlarsın."
Geniş merdivenli avludan iniyorum havanın biraz soğumasına duacı. Işıklandırılmış kilise avlusunun içinde duran bu bayram gününü dışarı çıkınca yitireceğimi biliyor, Ermeni Kilisesi'nin sayısı yüzü bulmaz cemaatine bakıyorum.
Eve gittiğimde, günümüze cemaati değilse de heybeti yadigar kalmış Dolapdere'deki kilisenin çanını duyuyorum. Çanı çalan hangi zangoç, dinleyen hangi cemaat ve duyanlar karsız bu Noel'de umudu, fakiri, üşümeyi, evi hatırlar mı bilmiyorum...(AÖ/TK)