"İstanbul ara bir noktada. Hala hakiki sokakları var ama giderek azalıyor" diyor Ayşe Öncü.
Bizim kuşağın haberi bile olmayan Sultanahmet civarının yok oluşunu hatırlatıyor. Ve sonra bizim kuşağın da bir sonraki kuşağa bazı mekanları hatırlatmak zorunda kalacağı uyarısı yapıyor.
İstanbul yanı başımızda her gün değişirken, kente biraz daha dikkatli bakmamız gerektiğini söylüyor. Hem daha iyi anlamak hem de hafızada tutmak için.
Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi'nde öğretim üyesi Prof. Dr. Ayşe Öncü, sorularımızı yanıtladı.
Sizin İstanbul'unuzda yarım asırda ne değişti?
45 yıllık İstanbulluyum. İstanbul'da kendimi sosyolog olarak tanımladığım dönem Dalan dönemiydi. İstanbul'u küresel merkez haline getirmek için dönüşümler yapmaya başladı. Siyasi ajandası İstanbul'u küreselleşmeye açmaktı.
Dalan'ın o çok büyük yıkımlarını yaşadım. Haliç etrafında 30 bine yakın bina yıkıldı. Mimarlar odası, tarihçiler, restoratörler, üniversite ekibi hepimiz karşı çıkıyorduk. Buldozerlerle Haliç'in kenarının yıkılamayacağını, ayrıntılı çalışmalar yapılarak bazı binaların korunması gerektiğini söylüyorduk. Dinlemediler. İki ayda yıktılar. Yine Suriçi İstanbul'u müzekent yapma o dönem ortaya çıktı. Sultanahmet Camii etrafı şimdi park ama o zamanlar asılar boyunca oluşmuş binalar vardı. İşte çarşı, pazar vs. camii ile bütünleşmiş mekanlardı bunlar. Tarihi dokunun bir parçasıydı. Bunlar da o dönemde yıkıldı.
Tarlabaşı da yıkılarak bulvarlar açıldı. Yine aynı dönemde Arnavutköy'de yalılar yerine Boğaz'ın kenarına otoban yapıldı. Karşıda Göztepe'de deniz doldurulup kıyı yapıldı. Maslak'ta gökdelenlerin yer aldığı iş merkezleri de o dönemde oldu. Bunlar hiç tartışmaya açılmadı. Son derece vahşi yıkımlar oldu.
Bu yıkımlar kentten ne götürdü?
İstanbul'un tarih dokusunu geri dönmez biçimde değiştirdi. Sultanahmet civarı bir müzekente dönüştü. Butik oteller, küçük sokaklar turistik bir mekan oldu. Oysa orası yaşayan dokunun bir parçasıydı.
Bütün bunlara İstanbul'un dokusu yok oluyor diye karşı çıkıyordum. Yalılar deniz kenarında olur diyordum. Büyük bir tahribattı bunların yıkılması. Ancak şimdi bakınca mesela Haliç civarında yıkılan yerlerin yerine park yapıldı. Boğaz'a kabul edemeyeceğimiz bir otoban yapıldı ama ilk defa Boğaz kenarı insanlara açıldı. Eskiden denizi göremezdiniz. Göztepe'de büyük parklar da o dönemde oldu. Yani mekanlar özelleştirilmedi, o mekanlar kamu alanları oldu.
Bugünle farkı bu mu?
Evet. Şimdi yıkılan yerler kamuya açılmıyor, kamu alanları özelleştiriliyor. En temel fark bu. Tarlabaşı'nda olduğu gibi küçük parseller kamulaştırılıp özel sektöre devrediliyor. Başka bir süreç var. Tarlabaşı çöküntüydü, nostalji yapmayalım ama böyle mi olmalıydı. Orada yaşayanlara yapılacak teşvikler yoluyla oranın kimliğinin korunduğu başka bir koruma modeli olamaz mıydı? Şimdi tek bir şirket her şeyi yapıp satıyor. O Tarlabaşı artık ayrıcalıklı bir yer olacak. Peki orada yaşayanlar, dışlananlar nereye gidiyor?
Mesela Haydarpaşa. Sadece garı konuşuyoruz. Arkasında pek çok kişinin göz koyduğu çok büyük bir demiryolları arazisi var. Şimdi ihalesi yapıldı, bitti, ben artık bakamıyorum. Haydarpaşa otel olmayacak belki ama mesele sadece gar değil. Çok büyük bir arazi gitti.
Nasıl bir kent bekliyor bizi?
İnşaat büyümenin dinamosu. Arazi az ve çok pahalı. İnşaat çok büyük karlar bırakıyor. Bu yüzden de çok büyük, yandaş şirketler işin içine giriyor. Ahbap çavuş kapitalizmi denen bir süreç çıkıyor. Emlak, inşaat, turizm üçgeninde bazı kesimler çok büyük servet yaptı. Bu işin rant boyutu.
Ama mesela öğrencilerim arasında dahi mahallelerin yıkılmasına "canım temizleniyor, zaten köhne mahalleler güzelleşiyor, butikler, restoranlar açılıyor, ne zararı var" diyenler var. Oysa gerisinde çok büyük bir sınıfsal boyut da var. Bir takım insanlar kentten dışlanıyor. Diğerleri mutena semtlere gidiyor. Herkese açık alanlar daralıyor. Dışa gönderilen nüfus kim? Mesela bekar odalarında kalan inşaat işçileri, garsonlar, komiler. Bu insanlar klasik sanayi işçisi değil. Servis sektörünün çalışanları. İstanbul bu çalışanlara bağlı. Ama onlar şehrin dışından binlerce kilometre öteden turistik mıntıkalara otel ve restoranlara çalışmaya gelmek zorundalar.
Mahalleler haritadan silinecek. Sultanahmet'te o oldu. Kamu alanları yerine, yarı özelleştirilmiş, korumalı mekanlara dönüşecek her yer. Bu ya bina bina klasik anlamda mutenalaştırma (soylulaştırma) ya da çok büyük hiper bloklar rezidans, ofis, alışveriş merkezleri ile olacak.
Birbirini tanımayan farklı sınıflardan insanların olduğu mekanlar azalacak. Sokakların, birbirini tanıyan insanların, idealize edilen komşuluğun ortadan kalkacağı bir durum olacak. Şehre girince yoksul mahalleleri görmeyeceğiz. Şehrin giderek 21. yüzyılda yok olacağı gibi çok dispotik şeyler konuşuluyor.
Ama...
İstanbul ara bir noktada. Bu kadar yayılmış bir kent tamamen ortadan kalkamaz. Hala Galata'da hakiki bir şehrin içinde dolaşıyorsunuz. Hakiki sokakları var hala ama giderek azalıyor. Topçu Kışlası durduruldu ama yıllar sonra Sultanahmet'te olduğu gibi Taksim için de belki o zamanlar meydan vardı diyeceğiz.
New York Times vb. büyük gazeteler dünyada mutlaka görülmesi gereken yerler listesinde İstanbul'u hep en tepede gösteriyor. Çok trafik de olsa karmakarışık da olsa İstanbul mutlaka görülmeli deniyor. İşte zaten İstanbul bu karmaşıklığı için görülmeli. Karmakarışıklığı gider ve her yer gıcır gıcır olursa görecek bir İstanbul kalmaz. (NV)