Milli Görüş geleneğinden gelen tüm partiler gibi Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) de iktidar olduktan sonra insanları yoksulluk ve açlığa mahkum eden koşulları ortadan kaldırmak yerine, yılda bir ay, bir öğün yemek verilen Ramazan çadırları geleneğini sürdürdü.
2004'ün başında, "işsiz sayısının bir milyon azaltılması için her birinin bir kişiyi işe alması" isteği patronlar tarafından kibar tebessümlerle yanıtlanan Erdoğan'ın işsizliği önlemek için bulabildiği tek çare dua etmek değildi kuşkusuz.
"Asgari ücretin 318 milyon lira olduğu koşullarda 250 milyona çalışmaya hazır olanlar var," diyen patronların bölgesel asgari ücret talebine hükümet oldukça sıcak baktı. (Finansal Forum 30 Mayıs 2004 ve Radikal, 29 Ağustos 2004.)
Bununla beraber bulduğu her fırsatta köylüleri azarlamaktan imtina etmeyen başbakan ve hükümet üyeleri işsizlere muştular vermeyi de asla ihmal etmiyorlar.
Ülke ekonomisinde büyüme gerçekleşmeden işsizliğin azaltılıp yok edilemeyeceğini, büyümenin olması için de özel sektör yatırımlarının arttırılması gerektiğini dilinden düşürmeyen hükümet, yatırımların asıl kaynağının da yabancı sermaye olduğunu sıklıkla vurguluyor.
Tabii yabancı sermaye, Avrupa Birliği (AB) demek oluyor. Türkiye'nin görevleri ve yükümlülüklerini yerine getirerek AB katılım sürecinde ilerleme kaydetmesi halinde ülkede yabancı sermaye yatırımları artacak ve işsizlik azalacaktır. Bu pembe tablo ressamları, başta işsizler olmak üzere tüm vatandaşlardan AB sürecini desteklemelerini ve bir süre daha sabretmelerini istemektedirler.
Ne kadar süre?
Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Abdüllatif Şener, ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, 1 Aralık 2004'te düzenledikleri basın toplantısında AB'ye "Katılım Öncesi Ekonomik Program"ı açıklarken bu süre hakkında bilgi verdiler.
Aynı zamanda üç yıllık Uluslar arası Para Fonu (IMF) stand-by "düzenlemelerine" temel olacağı bildirilen program, 2005-2007 döneminde Türkiye ekonomisinin her yıl ortalama yüzde 5 oranında büyüyeceğini ve ülkeye bu dönemde 15 milyar dolarlık bir yabancı sermaye yatırımı yapılacağını öngörmektedir.
Tabii ardından işsizlere de bir muştu: önümüzdeki üç yıl içinde 1 milyon 650 bin "ilave" istihdam bu sayede yaratılacaktır.
İşçisin sen işsiz kal
İşten uzaklaştırılanların, mevsimlik işçilerin ve artık iş aramaktan umudunu kesenlerin de hesaba katılması halinde ülkedeki işsiz sayısı 5 milyonu aşmaktadır.
Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) ise bu tenzilatları yaptığı için işsizlik oranını 2004'ün ilk çeyreğinde yüzde 12.4 ve işsiz sayısını 2 milyon 418 bin olarak açıklamıştı. 70 milyonluk Türkiye'de çalışabilir toplam nüfus 25 milyon kişi olarak kabul ediliyor.
Hükümet bu yıl için büyüme oranını yüzde 5 olarak öngörmüş, "hayali" ekonomi bakanı Cumhuriyet Halk Partili (CHP) Kemal Derviş ise bunun yeterli olamayacağını, halkın ekonomideki iyileşmeyi hissedebilmesi ve istihdamın artması için büyümenin yüzde 7-8 oranında gerçekleşmesi gerektiğini savunmuştu. Bu öngörülerin aksine 2004 yılında büyüme yüzde 10 olarak gerçekleşmektedir. Buna karşılık işsiz sayısında azalma olmamıştır.
Öngörülerin çok üzerinde büyüme yaşanmış, fakat bu, daha ziyade sanayide kapasite kullanım oranının yüzde 84'e yükselmesi sayesinde gerçekleşmiştir. Tabii bir diğer etken de sömürü oranının hızla artmasıdır: Verimlilik endeksi bu yılın ilk üç ayında yüzde 11, üretimde saat başına verimlilik ise yüzde 8.6 oranında artmıştır. (Reuters, 14 Temmuz 2004)
Kısacası ekonomik büyüme bir işi olanların daha çok sömürülmesiyle sağlanırken, işsizler için çare olmamıştır. (Uluslararası yatırım bankası Morgan Stanley'in raporundan aktaran Anadolu Ajansı, 1 Kasım 2004.) Örneğin bu yılın Nisan-Haziran döneminde ekonomi yüzde 14,4 oranında büyürken sadece 122 bin kişiye yeni iş imkanı sağlanmıştır. (Referans, 1 Ekim 2004.)
Programın işsizleri
Bakanların açıkladığı "Katılım Öncesi Ekonomik Program"da işsizlik oranı bu yıl yüzde 10, 2005 yılında yüzde 9.8, 2006'da yüzde 9.6 ve 2007'de yüzde 9.3 olarak öngörülüyor. Bakan Şener, "Büyüme için temel baz ihracat ve yabancı sermaye yatırımlarıdır," derken önümüzdeki üç yıl içinde yıllık ortalama 5 milyar dolardan toplam 15 milyar dolarlık yabancı sermaye yatırımlarının işsizliği azaltacağını murat ediyor.
Oysa bu yıl, yabancı sermaye girişi 2.4 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bu rakamın yıl sonuna kadar 2.9 milyar dolara çıkması beklenmektedir. Buna rağmen istihdam artmamıştır.
Tabii öngörülen, kapasite kullanım oranlarının artık sınıra geldiği ve daha çok mal satmak isteyen patronların daha çok üretebilmek için yeni yatırımlar yapması gerekeceği ve dolayısıyla istihdamın artacağıdır. Ayrıca bu yıl gerçekleşen yabancı sermaye girişinin tamamının yatırıma yönelmediği ve büyük bir kısmının 'sıcak para' olduğu kabul edilmekte fakat önümüzdeki üç yılda gelecek yabancı sermayenin kalıcı olacağı ve istihdamın artacağı savunulmaktadır. İşte bu yüzden üç yıllık programda her yıl 500 binin üzerinde yeni istihdam yaratılacağı öngörülmektedir.
Öngörülerin hepsinin abartılı olduğu savunulsa ve geçmiş hükümetlerin de benzer vaatlerde bulunmasına karşın işsizliğin azalmak bir yana giderek arttığı hatırlansa dahi, 17 Aralık'taki AB Konseyi'nin toplantısından Türkiye ile üyelik için müzakerelere başlanması kararının çıkması -ki böyle olacaktır- üzerine ülkeye yabancı sermaye yatırımlarının artacağı da bir gerçektir. Çünkü sermaye sahiplerinin yatırım yapması için koşullar oldukça caziptir:
Büyük orandaki işsizlik, insanları resmi asgari ücretin altında dahi çalışmayı kabule zorlamaktadır. Aynı zamanda işsizlik, bir işi olanların ücret artışı ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi taleplerini baskı altında tutmaktadır.
Avrupa ülkelerine göre on kat daha düşük olan asgari ücret örneğinde olduğu gibi, işçi ücretleri Avrupa'ya kıyasla oldukça düşüktür. 2003 yılında çıkan Yeni İş Yasası ile işçilerin başta fazla mesai ücreti olmak üzere kazanılmış hakları gasp edilmiş, esnek üretim ve istihdam yasallaşmıştır.
Devlet tarafından sermaye sahiplerine sağlanan cazip teşvikler, sermaye gelirlerinden alınan vergilerin azaltılmasıyla taçlandırılacaktır. Zaten program da gelir vergilerinin de kademeli olarak düşürülmesini öngörmektedir.
Üstelik Türkiye'nin AB üyelik sürecine dahil olması ve böylelikle hukuksal çatının Avrupa ile uyumlaştırılması ve aynılaştırılması sermaye sahiplerine fazladan bir koruma daha sağlayacaktır. Bu durumda yabancı sermaye yatırımlarının önündeki riskleri azalacak ve Türkiye yatırımlar için daha da cazip hale gelecektir.
Sürdürülebilir istihdam
Fakat sermaye sahipleri her zaman bu koşulların devamını ve kendileri için daha da iyileştirilmesini ister.
Hükümet açıkladığı programda "sürdürülebilir büyümenin" yanında "sürdürülebilir istihdamı" da hedeflediğini savunmaktadır. Büyüme oranı enflasyonu arttıracak kadar yüksek olmamalı fakat istihdam yaratacak kadar da artmalıdır. Bunun yanında işsizlik de bir anda yok edilmese ya da azaltılmasa dahi yıllar itibariyle yavaş yavaş düşürülmelidir ki, toplumsal bir infiale ve hükümetlerin "temsil yeteneğinin" azalmasına neden olmasın.
Bununla beraber sermaye sahipleri için "sürdürülebilir istihdam" her zaman ve her koşulda işsizliğin, işçilerin ücret ve çalışma koşullarının düzeltilmesi taleplerini baskı altında tutacak bir koz olarak mevcudiyetini ve yüksek oranını koruması anlamına gelmektedir.
Türkiye'nin istihdam yapısı da sermaye sahiplerinin istediği türden bir "sürdürülebilir istihdama" olanak tanımaktadır.
AB ve köylülerin proleterleşmesi
Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 30'unun (yüzde 27 ile yüzde 37 arasında oranlar verilmektedir, bu da 20-26 milyon kişi demektir, ayrıca tarımın istihdamdaki payı da aynı orandadır) tarım kesiminde olması sermayedarların lehine olan bu "sürdürülebilir istihdam" için koşulların, en az bir nesil boyunca devamını mümkün kılacaktır.
Zaten AB'nin en azından bir nesil boyunca Türkiye işçi sınıfına serbest dolaşım hakkı vermek istememesinin nedeni de budur: AB'ye geçiş süreci boyunca Türkiye'den tarım üretimini verimli kılması, yani daha az köylüyle daha çok tarımsal üretime ulaşması istenmektedir. Bu da üretim tekniklerinin yanında tarım arazilerinin birleştirilmesi anlamına gelmektedir.
Türkiye'nin tarım kesiminde, öncelikle kendi ihtiyacını karşılayan sonra satışı düşünen 3 milyon aile işletmesi bulunurken 25 üyeli AB'de toplam tarım işletmesi sayısı 16 bindir. AB'deki tarım işletmelerinin ortalama yüzölçümü 12 hektarken Türkiye'de 6 hektardır.(Referans, 15 Ekim 2004.)
DİE verilerine göre, tarımda çalışan yaklaşık 8 milyon kişinin (14-15 milyon kişi de tarım dışı alanlarda) önemli bir bölümü topraksız ya da işsiz kalacaktır. Kısacası, Tayyip Erdoğan'ın azarlarında da kendini gösterdiği gibi devlet tarafından hiç bir şekilde desteklenmeyecek olan köylünün hızla proleterleşmesi sağlanacaktır.
Sadece AB için değil, Türkiye'deki sermaye sahipleri için de yüzde 30'luk bir tarım nüfusu kabul edilemezdir. Gerçekten de yatırımların artması halinde -ki öngörülen düzeyde olmasa dahi kesinlikle gerçekleşecektir- işsizlik oranında gerçekleşecek bir düşüşün, işçi sınıfının kendi içindeki rekabeti azaltırken, ücret ve hak pazarlığı sürecinde patronlara karşı işçilerin elini kuvvetlendirecek bir etki yaratması kaçınılmazdır. Fakat tarım kesiminden gelecek yeni işsizler, genel olarak işçi sınıfının pazarlık gücünü azaltacak ya da -en iyi durumda- mevcut seviyelerde kalmasına neden olacaktır. Türkiye'de tarımdaki nüfusun ve istihdamın AB düzeyine çekilmesi halinde bu kesimden 5-6 milyon kişi proletaryanın saflarına geçecektir.
Bu durumda hükümet programlarında öngörülen ekonomik iyileşme ve yatırım miktarları gerçekleşse dahi işsizlerin sayısı azalmayacak aksine hızla artacaktır. Üstelik çalışma koşulları AB'ye katılım süreci dolayısıyla iyileşmeyecek aksine daha da kötüleşecektir. Bölgesel asgari ücret patronların hayali olmaktan çıkıp işçilerin kabusu haline gelecektir. Tek tek işçilerin travma hali genel olarak işçi sınıfının infiale hazır durumunu sürekli kılacaktır.
Bununla beraber yüksek işsizlik oranının kârlarını ve sermaye birikimini arttırmak için kendilerine olağanüstü bir zemin hazırladığının bilincinde olan sermaye sınıfı, giderek büyüyen işsizler ordusunun gardırobundakilerin sadece iki renkten oluştuğunu da pekala bilmektedir: Haki ya da Kızıl. (BB)