Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) Ocak 2009 rakamlarına göre Türkiye'deki işsiz sayısı 3 milyon 650 bine çıktı ve işsizlik oranı yüzde 15,5'e yükseldi.
TÜİK'in iş arayanları, mevsimlik işçileri ve iş bulma umudu olmayanları değerlendirme dışı tuttuğunu söyleyen DİSK asıl rakamın 6 milyon 334 bin olduğunu açıkladı.
Artan işsiz sayısı, işsizlerin örgütlenmesi ve işsizliğin toplumda yarattığı ya da yaratacağı etkiler üzerine Sosyal Haklar Derneği'nden (SHD) Nazır Kapusuz'la E-posta yoluyla söyleştik.
"Yeni bir örgütlenme anlayışı şart"
İşsizlerin örgütlenmesinin savunulması için neler yapılmalı?
İşsizlerin örgütlenmesi için, sendikaların bu konudaki örgütlenme anlayışlarının değişmesi gerekiyor. Ancak sendikalar politik amaçları olmayan kurumlar haline gedikçe giderek üyelik yaklaşımlarını sadece kendi sektörlerinde hali hazırdaki işçilere göre tanımlıyorlar. Bu durum sadece sendikaların "sarı"lığıyla açıklanacak bir durum değil. Bu konuda daha devrimci ve radikal tavır takınan sendikalar bile inanılmaz bir sendika düşmanlığı ile karşılaştıkları için onca emekle örgütledikleri işçiler, işten atılıyor ve/veya işveren daha uzlaşmacı bir sendikayı devreye sokuyor.
SHD olarak incelediğimiz 103 sendikal örgütlenme çabasının sadece dört tanesinin "sorunsuz" olarak başarıya ulaştığını söyleyebiliriz. Yani sendikalar kendi örgütlü üyelerini kaybetmeme dışında hiç bir şeye odaklanamadıkları için haliyle işsizleri örgütlemek bir fantezi haline gelmekte.
"Üç bin kişiye danışmanlık veren örgütün eylemine 50 kişi katılıyor"
Sendikalarda bu alanda ne gibi çalışmalar yürütülüyor?
Bu konuda Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyon'unun (DİSK) geçmişte "işçi evleri" adıyla olumlu bir girişimi olmuştu. Örgütlü işçi sınıfının dışında kalan işçi sınıfına kendi yaşam alanlarında -yani mahallelerinde- ulaşmayı hedefleyen bir ara yapılanmaya gitmişti. Maalesef bu kurulan az sayıdaki işçi evi, özellikle aynı mahalledeki sosyalist örgütlenmelerin inisiyatif kavgası alanı haline geldi ve o kurumlara egemen olan sosyalist örgütlenmelerle birlikte haliyle önemini yitirdi.
Çeşitli hak dernekleri işsizlerin örgütlenmesini hedefleyen girişimlerde bulunabilir.
SHD'nin de içinde bulunduğu birçok kurum bu alada bir şeyler yapmaya çalışıyor ancak gelişkin bir örnek yok. Bunda kurumların yaklaşımlarındaki eksikliklerin de payı bulunmakla beraber "işsiz" gibi unvana sahip emekçinin bu durumunun kalıcı olmadığını düşünmesi ve bunu uzun vadeli bir mücadele olarak düşünmemesi de neden olmakta. Şimdi adını vermeyelim ama bir sanayi kentinde örgütlü kardeş bir örgüt, kendilerinden bilgi ve hukuki destek almaya gelen emekçilerin -ki en büyük sorunları işten çıkarılma, kendi sorunları dışında hiç bir sorunu takip etmediklerini ve bu anlamda diğer emekçilerle dayanışma içinde olmadıklarını belirtiyorlar. Ve sayılarla anlatırsak, bir yıl içinde üç bin işçiye danışma ve hukuki destek veren örgütlenmenin herhangi bir etkinliğine 50'den fazla katılım olmuyor.
"'İşsizlik' bir unvan olarak algılanmadığı için bir tepki doğmuyor"
Peki işsizlik Türkiye'de nasıl bir sosyal tepkiye olanak sağlıyor?
Arjantin gibi ülkelerdeki deneyimler maalesef bizim ülkede gelişmiyor. İşsizliğin bir sınıfsal süreç olduğu ve emek yaşamında sık sık karşı karşıya gelecekleri gerçeğinden kaçınıyorlar. Bunun nedenleri detaylı araştırmak lazım ama bir nedenin de kültürel olduğunu ve "işsiz" unvanı kimsenin taşımak istememesinden kaynaklanıyor.
İkitelli havzasında 4-5 yıl önce yaptığımız bir anket çalışmasında genç işçilerin kendisini "işçi" olarak tanımlamadıklarını ve "işçileşmeyi" mutlaka bir gün bitecek bir süreç olarak tanımladıklarını gördük. Yani o bir "son ütücü" değil, kendi büfesini açmayı hayal eden, kendi tekstil atölyesin açmayı hayal eden ve/veya bir şekilde devlete kadrolu bir işe kapak atmayı deneyen biri olarak görüyor. İşçi tanımlamasının kendisi bile emekçilere (özellikle genç emekçilere) uzakken "işsiz" tanımlamasının nasıl sahipleneceğini kestirebiliriz.
"Kriz dönemlerinde iş arayanların sayısı artıyor"
Örgütlenmeyen işsizler ne yapıyorlar peki?
İki madde halinde söylersek;
Ailelerinde kalan son birikimlerle kendi işlerini kurmaya çalışıyorlar. Kriz dönemlerinde bir çok orta/büyük işyeri kapanırken az sermayeli ve kolay kurulan işyerlerinin artması da garip bir çelişkidir. Ufak bir büfe, kafe, dükkan vs açmak işsizlikten bir kaçış noktası.
Kendileri iş aradığı gibi ailesinde aslında daha önce çalışmayı düşünmeyen kişilerde iş aramaya başlıyor. İlginç bir şekilde kriz dönemlerinde iş arayanların sayısı daha da fazlalaşır. Aileden artık kim önce iş bulursa. Örneğin çekirdek ve geleneksel bir aile de, baba figürü iyi kötü aile geçimini sağlarken, onun işsiz kalmasıyla sadece kendisi iş aramıyor, "ev kadını" da iş arıyor, okumakla meşgul çocuklarda bir part-time, yevmiyeli iş arayışlarındalar. Ama bu işler çok formel ve güvenceli değil. Haliyle iş gücüne bu kadar katılım işgücünün değişim değerine de düşürüyor.(BÇ)