Bu durum bir rastlantı olarak görülebilir. Tarihsel bir anma ile güncel bir olayın ne gibi bir bağlantısı olabilir?
Fakat bir bağlantı var. Bu bağlantı Herzl'in, siyonizmin başucu kitabı olan Der Judenstaat (Yahudi Devleti) adlı kitabında geçen bir cümlede görülebilir.
Herzl'in cümlesi şöyle: "Biz orada (Filistin'de) Avrupa'nın Asya'ya karşı kurduğu duvarın bir parçası olacağız; medeniyetin barbarlığa karşı duruşunda bir karakol olarak çalışacağız".
Bu cümle kolaylıkla bugün de yazılabilir. Amerikalı düşünürler "Yahudi-Hıristiyan" kültürünün "İslami barbarlıkla" savaşını öngören "medeniyetler çatışması" fikrini ortaya atıyor.
Amerikalı liderler, İsrail'in Arap-Müslüman "uluslararası terörizmine" karşı Batı medeniyetinin ileri karakolu olduğunu ilan ediyorlar.
"Ayırma Çiti"
Şaron hükümeti, İsrail'i Filistin-Arap teröründen korumak için bu duvarı inşa ettiğini söylüyor. Bulduğu her fırsatta, "Filistin terörüne karşı savaşın uluslararası terörizme karşı savaşın bir parçası olduğunu" belirtiyor. Amerikalılar, İsrail'in inşa ettiği duvarı bütün kalpleri ve cüzdanları ile destekliyorlar.
Duvarın yarı resmi adı -Ayırma Çiti- bile bu eğilimi vurguluyor. Duvar, ulusları, medeniyetleri ve kültürü (bizi) barbarlıktan (onlardan) "ayırmayı" hedefliyor.
Bunlar duvarın inşa edilmesi için, çoğunlukla bilinçsiz, ideolojik nedenler. Yüzeyde ise bu duvar gerçek ve varolan bir tehlikeye karşı bir tepki olarak görülüyor. Sıradan bir İsrailli "Deli misiniz?" diyecektir, "Ne diyorsunuz? Bunun Herzl ile ne ilgisi var? O yüz sene önce öldü!".
Ama arada doğrudan bir bağlantı var.
Peki ama Filistinliler?
Bu durum duvarın bir başka özelliği için de doğru. Herlz'in yaşadığı günlerde yaratılmış bir deyim siyonist hareketin ilk yıllarında sloganı oldu: "Topraksız bir halk için halksız bir toprak". Bu, Filistin boş bir ülkedir, demek.
Duvarın planlanan güzergahı boyunca gezinen herkesin gözüne bir şey çarpacaktır: bu duvar orada yaşayan Filistinlilerin hayatı en ufak bir şekilde bile göz önüne alınmadan planlandı.
Duvar, Filistinlileri, bir insanın bir karıncanın üzerine basması gibi eziyor. Çiftçiler tarlalarından ayrılıyor; işçiler işyerlerinden, çocuklar okullarından, hastalar hastanelerinden ve yakınını kaybetmiş olanlar sevdiklerinin mezarlarından ayrılıyor.
Haritanın üzerine eğilerek, sanki orada Yahudi yerleşimlerinden, karakollardan ve yollardan başka hiçbir şey yokmuş, bomboş bir araziymiş gibi duvarın geçeceği yolu belirleyen memurlar ve yerleşimciler kolaylıkla hayal edilebilir.
Topografi konusunda; taktiksel konular ve stratejik hedefler hakkında tartışıyorlar. Filistinliler? Ne Filistinlisi?
Mahkemeden mahkemeye fark var
İsrail Yüksek Mahkemesi geçtiğimiz hafta, özellikle bu noktaya yoğunlaşmış olan kararını açıkladı. Mahkeme, generallerin duvarın gerekliliği konusundaki iddiasını tartışmadı bile. Eğer generaller bir şey derse, mahkeme de dikkat kesilir ve selamlar.
Mahkeme, duvarın, İsrail ve 1976'de işgal ettiği topraklar arasındaki uluslararası alanda tanınmış ve en kısa, savulması en kolay güzergah olan Yeşil Hat üzerine yapılmasına da karar vermedi.
Ama mahkeme o topraklarda bir Filistinli nüfus olduğunu belirtti ve onların insani gereklerinin göz önüne alınmasını istedi.
Kararın üzerinden geçen bir haftada, ordunun duvarın güzergahında bazı değişimler yapabileceği fakat ana fikrin değişmeyeceği görüldü. "Geliştirilmiş güzergah", öncekinden biraz daha iyi olsa da, hala Filistinliler için kuşatılmış cepler yaratıyor ve onların hareket özgürlüklerini kısıtlıyor. Bazı çiftçiler yeniden tarlalarına ulaşabilecekler; daha fazla değil.
Ve şimdi Uluslararası Adalet Divanı çıkıyor, duvara karşı çıkan İsrailli barış yanlılarınınkine benzer ilkelerden bahsediyor. Divan, duvarın, Yeşil Hattı takip etmeyen bölümlerinin yasa dışı olduğunu söylüyor.
İşgal edilmiş topraklar üzerine inşa edilen tüm bölümlerin uluslararası hukuka ve İsrail'in imza attığı konvansiyon ve anlaşmalara aykırı olduğunu belirtiyor.
Mahkeme, duvarın bu bölümlerinin kaldırılmasını, durumun eski haline getirilmesini ve bu durumdan etkilenen Filistinlilerin zararlarının karşılanmasını istiyor. Dünyanın bütün ülkelerine, duvarın yapımına hiçbir katkıda bulunulmaması çağrısı yapılıyor.
Şaron'un propaganda makinesi
Bu kararın İsrail kamuoyu üzerinde bir etkisi olacak mı? Korkarım olmayacak. Resmi propaganda makinesi, geçtiğimiz birkaç ay boyunca toplumu bu an için hazırladı.
Uluslararası Mahkemenin yargıçlarının antisemit olduğu söylendi. Bütün devletlerin -belki Amerika Birleşik Devletleri dışarıda bırakılabilir- Yahudi Devleti'ni yok etmek istediğinin bilinen bir gerçek olduğu vurgulandı. Birkaç yıl önce popüler olan bir şarkı şöyle diyordu: "Bütün dünya bize karşı/ Ama umurumuzda değil...". Hepsinin canı cehenneme o zaman!
Dünya kamuoyu üzerinde bir etkisi olacak mı? Her ne kadar mahkemenin "tavsiye kararı" bağlayıcı olmasa ve mahkemenin kararlarını uygulatacak bir polis ya da asker gücü olmasa da, muhtemelen olacaktır.
Bu kararı, ABD tarafından otomatik olarak veto edileceği Güvenlik Konseyi'ne sunmanın bir anlamı yok. Bir Amerikan yönetimi, hiçbir zaman, hele hele de seçimlerin arifesinde, İsrail lobisini -hem Yahudi hem de Evanjelik- karşısına almaktan çekinecektir. ABD, Mahkemeyi yok sayacak ve duvarı finanse etmeye devam edecek.
Fakat veto olmayan BM Genel Kurulu'nda, duvarın gerçek karakterine ışık tutacak geniş kapsamlı bir tartışma yaşanacak.
Şaron hükümetinin, dünya medyasının çoğunluğu tarafından desteklenen propaganda makinesi, duvarın İsrail'de gerçekleştirilen intihar saldırılarını önlemek için gerekli olduğu imajını üretti.
Genel Kurul'da gerçekleşecek tartışma bu canavarın gerçek amacını aydınlatabilir.
Duvarı anlatan film
Karar açıklanmadan bir gün önce Kudüs'ün kuzeyinde yer alan ve duvarın kurbanlarından biri olan A-Ram'da, büyük bir çadırdaydım. Orada, Duvara karşı olan Filistinli ve İsrailliler açlık grevindeydiler. Bölge, ülkenin dört bir yanından gelenlerin ilgi odağı olmuştu.
Çadırın içinde, bir filmin dünya galası yapıldı. Filmin Paris'te yaşayan, Kuzey Afrika kökenli İsrailli yönetmeni Simone Bitton duvarı olduğu gibi gösteriyor.
Filmde, Filistinliler duvarın onları ne hale getirdiğini anlatıyor. Bir Yahudi Kibbutz üyesi duvarın İsrail için bir felaket olduğunu, kendi kendilerine yaptıkları bir felaket olduğunu söylüyor.
Savunma Bakanlığı Direktörü General Amos Yaron (Sabra ve Şatilla katliamında yer aldığı için ordudaki görevinden ayrılmak zorunda bırakılmıştı), Filistinlilerin çektiklerinin suçunun kendilerinde olduğunu söylüyor. Eğer ki işgale direnmeyi bıraksalardı, bir duvar inşa etmeye de ihtiyaç kalmayacaktı.
Fakat filmin en çarpıcı sahnesi tamamen görseldi, söz olmayan bir sekans. Ufka doğru uzanan yeşil topraklar ve zeytin ağaçları görülür, birkaç küçük köy raslantısal olarak yerleştirilmiş minareleri ile manzaranın içindedir. Bir vinç dev bir beton bloğu kaldırır ve duvardaki yerine koyar.
Blok, manzaranın bir kısmını kapar. İkinci bir blok gelir ve manzaranın bir kısmı daha kapanır. Üçüncü bir blok manzaranın tamamını kapatır ve bir anda, bir köyün daha sekiz metrelik dev bir duvar yüzünden yaşamla ilişkisinin sonsuza kadar kesildiğinin farkına varırsınız.
Tam bu anda aklımdan bir düşünce geçti: Her şeyin ötesinde, o blokları oraya koyan vinç aynı zamanda onları oradan kaldıra da bilir. Almanya'da bu oldu; burada da olacak. Adalet Divanı'nın 15 ayrı ülkeden gelen yargıçları buna yardımcı oldular.
Belki de bu tarihin bir ironisi: Avrupa kültürünü temsil eden yargıçlar duvarın kaldırılmasını talep ediyor. Herlz bunu görmüş olsaydı kafası karışırdı. (EÜ/YS)
* Uri Avnery'nin yazısı Erhan Üstündağ tarafından çevrildi.