Akiva Orr'un, "İsrail: Politika, Mitler ve Kimlik Sorunu", "Yahudi Olmayan Devlet: İsrail'de Yahudi Kimliği" ve Moshe Machover'le birlikte yazdığı "Barış Barış Ama Barış Yok" adlı üç kitabı var.
Siz İsrail'in bütün savaşlarının tanığısınız. Öncelikle şu anda sürmekte olan savaştan başlayalım. Nasıl değerlendiriyorsunuz bu savaşı?
Biliyorsunuz İsrail 1982'de Lübnan'a girdi ve 2000'e kadar Lübnan'da kaldı. Lübnan'a girmesinin sebebi, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) Kara Eylül'den sonra Ürdün'den çıkıp Beyrut'un güneyine yerleşmesiydi. İsrail FKÖ'yü Lübnan'dan çıkartmayı başardı, FKÖ Tunus'a gitti ancak İsrail Lübnan'dan çıkamadı 2000 yılına kadar. İsrail Lübnan'da bulunduğu süre içinde, o güne kadar organize olmamış ve baskı altında bir grup olan Şiilerin örgütlenmesine neden oldu. Bu örgütlenme Hizbullah'tı. İsrail Hizbullah'la anlaşma yaptıktan sonra Lübnan'dan çekildi.
Fakat halihazırda İsrail'de mahkeme önüne dahi çıkmamış 200 Lübnanlı tutuklu* var. Hizbullah Gazze'de olanlara bir tepki olarak ve Filistinlilerin elini kuvvetlendirmek için İsrail'e girip askerleri esir aldı; bu sayede bir pazarlık ortamı oluşturabilmeyi umuyor.
Fakat İsrail pazarlık istemiyor. Çünkü bu savaşı Hizbullah'ın kökünü kazımak için bir fırsat olarak görüyor. Ancak bunu asla yapamayacağı ortada. İsrail Britanya'nın ve ABD'nin kendisini desteklediğinin farkında. Ne de olsa Hizbullah da aynen El Kaide gibi algılanıyor.
Sizce Suriye ve İran da girecek mi bu savaşa?
Hayır; bence iki devlet de tarafsız kalmaya çalışacak. Suriye ABD'nin kendisine saldırmak için fırsat kolladığını biliyor, buna meydan vermeyecektir. İsrail de ne İran'a ne de Suriye'ye yönelik bir harekette bulunacaktır, çünkü bu kadar cephede savaşamaz. Ama eminim ABD çok isterdi İsrail'in böyle bir şey yapmasını.
Hizbullah'ın füzeleri İsrail şehirlerini vuruyor, İsrail askerleri savaş tutuklusu oluyor. Bunlar İsrail için "gafil avlanmak" demek değil mi?
Sadece bugün İsrail'e 30 roket düştü. Kimseye birşey olmadı. Fakat, İsrail'in uzayda 70 cm'den büyük olan herşeyi tespit edecek teknolojiye sahip casus uyduları vardır. İsrail'in pilotsuz uçan ve İsrail'e atılan roketlerin yerini tespit etmeye yarayan fotoğraf çeken uçakları vardır. İsrail, bir arabayı bir mil uzaklıkta gökyüzünden vurabilecek dünyanın en iyi hava kuvvetlerine sahiptir. İsrail'in kendi yaptığı çok iyi donanımlı tankları vardır. İsrail'in atom bombası vardır. Ama tüm bu son teknolojiyle üretilmiş silahlar Hizbullah'ın ya da Hamas'ın gündüz gözüyle İsrail'e roket fırlatmasını durduramıyor.
Unutmayın ilk defa İsrail şehirlerine roketler düşüyor, 1948 de dahil Hayfa'ya, Tiberias'a, Safed'e roket düşmemişti.
Sizce bu savaş Filistinlilerin elini güçlendirebilir mi?
Eğer Hizbullah başarılı olursa ve pazarlık ihtimali doğarsa güçlenebilir; eğer bu olmazsa Filistinlilerin davası çok daha zayıf düşer.
İsrail'in anlamadığı bir şey var, Filistinlilerle barış yapmadan bu coğrafyada barış olmayacak.
Bütün bunların sonunda umuyorum ki, İsrail halkı kendi güvenliği için gerekli olan en önemli şeyin Filistin devleti olduğunu anlayacaktır. Bu Hizbullah'ı da rahatlatır.
Peki o halde tüm bu sorunların başladığı yere, 1948 savaşına dönelim. Siz İsrail kurulmadan önce geldiniz Filistin'e ve İsrail'in komşularıyla olan bütün savaşlarını biliyorsunuz. Hatta 1948'deki savaşta askerdiniz.
1948 Savaşı'nda ben denizci olarak askerdim ve tek bir kurşun dahi atmadım. Çünkü savaş denizde değildi. Sanıldığından çok daha az çatışma oldu, çatışmaların çok azı Filistinlilerleydi ama büyük bir kısmı Mısır'a karşıydı. Mısır ve Irak orduları Filistin'deydi. Hem Irak'ın hem de Mısır'ın Britanya karşıtı tavrı çok açıktı. Herkes, "Britanyalılar bizi Filistin'e sürükleyerek başka tarafa çekmek istiyorlar" diyordu. Askerler hiç de motive olmuş değillerdi bu savaşa.
Daha sonar Mısır'ın lideri olacak olan Abdulnasır o dönemde kıdemli bir memurdu ve İsrail'le yapılan görüşmelerde konuştuğu bir İsrailli memura şu soruyu sormuştu "Britanyalılardan nasıl kurtuldunuz?" Yani Abdülnasır Filistin'de İsraillilerle savaşıyor ve Britanyalılardan kurtulmak için İsraillilerden fikir alıyor.
Sonra 1956 geldi...
Evet, Kudüs İbrani Üniversitesi'nde matematik ve fizik okuyordum. O dönemde Süveyş Savaşı patladı. Bu savaş aslında İsrail'in Britanya ve Fransa ile anlaşması uyarınca yapılmıştı. Nisan 1956'da Britanya ve Fransa Nasır'ı ortadan kaldırmak istiyordu. Fakat Fransızlar çocuklarını Süveyş Kanalı'ndaki bir savaşta kaybetmek istemiyorlardı. Hem Britanya'da hem Fransa'da savaş karşıtı gösteriler oluyordu. Bu iki ülke savaşa gidemiyordu.
Bu durumda Ben Gurion'la anlaştılar. "Sen gidip Mısır'a saldıracaksın, biz gelip tarafları ayıracağız" dediler. Ben Gurion Paris'e gitti, Britanya ve Fransa liderleriyle bir anlaşma imzaladı. Mısır'dan bir provokasyon olmaksızın Mısır'ı işgal etti. Nasır bu yüzden barış istedi, çünkü Britanya ve Fransa'dan korkuyordu. Ben Gurion ise arkasına Britanya ve Fransa'yı almışken doğruca Sina Yarımadası'nı işgal etti ve birdenbire İsrail'deki televizyon kanalları Sina Yarımadası'ndaki hava durumunu bildirmeye başladı.
Savaştan önce "Mısır'ın bir karış toprağını dahi ilhak etmeyi düşünmüyoruz" diyen Ben Gurion, savaş sonrasında "peki ya Sina?" diye soranlara, "Sina Mısır değildir, Süveyş ve Batısı Mısır'dır" diye cevap verdi.
Daha sonra Britanya ve Fransa ile anlaşma yaptığı söylendi, buna da "Fransa'ya gitmedim. Britanya ve Fransa sömürgecilik uğruna savaşıyorlar; biz önleyici savaştayız, kendimizi yok olmaktan koruyoruz" dedi. Britanya ve Fransa ile işbirliği yaptığını hayatının son gününe kadar kabul etmedi.
Bu duruma çok sinirlenen bir matematikçi arkadaşımla birlikte İsrail'in Britanya ve Fransa ile işbirliği yaptığını kanıtlamak üzere bir kitap yazmaya karar verdik. 1956'da yazmaya başladık, 1962'de bitirdik. Kimse kitabı basmak istemedi. Kendi kendimize bastık. Sansür kurulu kitaba onay vermedi. Kitabı sansür kurulunun izni olmadan dağıttık. 1956'da tüm Ortadoğu uzmanları bu gerçeği reddetti. Tarihte geriye giderek 48'e geldik ve orada olanları keşfettik.
Filistinlileri yersiz bırakma planı
Neyi keşfettiniz ?
BM Filistin'i ikiye ayırmıştı, bir kısmını İsrail'e bir kısmını ise Filistin'e vermişti. Fakat Filistinlilerin devleti hiç kurulmadı. Çünkü 1948 savaşı sırasında Ben Gurion Ürdün'le gizli bir anlaşma yapmıştı; BM tarafından Filistinlilere verilen bölgenin yarısını İsrail'e yarısını Ürdün'e olmak üzere kendi aralarında paylaştırmışlardı. Böylece Filistinlilerin yaşayacakları hiçbir yer kalmamıştı. Sorunun asıl nedeni buydu.
Siyonistler topraklarını almış ve Filistinlileri başından savmaya kalkmıştı. Siyonistler 1920'lerde Filistin'e geldiklerinde, Nablus, Akko, Nasıra'da Filistinliler yaşıyordu. Herkes "Ne? Filistinliler mi?"' diyordu. "Yok öyle biri!". Biz "var"diyorduk.
Tüm İsrail okul kitapları, yazarlar, entelektüeller hepsi birden Filistinlilerin 1948'de yok olduğunu söylüyordu, "Bir kısmı Lübnan'da ve Ürdün'de mülteci olarak yaşıyor, bir kısmı da İsrail vatandaşı oldu" diyorlardı.
Sorun İsrail'le Ürdün arasında değildi; tam tersi, İsrail'le Ürdün aynı taraftaydı. Çünkü her ikisi de Filistinlilerin topraklarının yarısını çaldı. Sorun, Mısır'la, Suriye ve Lübnan'la da değildi. Siyonist sömürgecilikle Filistin'in yerli halkı arasındaydı. Herkes bunun tam bir saçmalık olduğunu söyledi o zaman bize. Golda Meir parlamentoda "Filistinli diye bir şey yoktur" demişti.
Sizin artık aktif olamayan bir grubunuz vardı ve Mazpen isimli bir dergi çıkartıyordunuz. Amacınız neydi?
56'dan sonra ABD, Britanya ve Fransa'ya sert çıktı ve Nasır büyük bir politik zafer kazandı. İsrail Sina'dan çekildi. Her şey boşunaydı. Aynı yıl Stalin hakkında söylenenlerin doğru olduğu, milyonlarca insanı öldürdüğü, binlerce dürüst devrimciyi öldürdüğü doğrulandı ve bu komünist dünyada büyük bir şok etkisi yarattı. Ben de partiden ayrıldım.
Ve kendi grubumuzu kurduk, Mazpen yani Pusula. Merkezi bir hükümetin ülkeyi yönetmesini değil, sendikaların ulusal düzeyde seçimleriyle işçi federasyonundan oluşan bir komitenin yönetime gelmesini istiyorduk.
Ayrıca Filistin'de Filistinliler olduğunu söylüyorduk ve İsrail'in onlara topraklarını iade etmesi ve tazminat ödemesi gerektiğini söylüyorduk. Herkes bize gülüyordu 1962'de.
1967 savaşı
Beş yıl sonra 1967 savaşı oldu. İsrail Mısır'ı, Ürdün'ü, Suriye'yi yenilgiye uğrattı ve tüm Sina Yarımadası'nı işgal etti; tüm Filistin, Golan Tepeleri ve Gazze ile birlikte Ortadoğu'da küçük bir imparatorluk haline geldi. Tam bir zafer sarhoşluğu hakimdi İsrail'de. Ancak bunun geçeceğini ve İsrail'in işgal ettiği tüm topraklardan çekilmek zorunda kalacağını o zaman da söylüyorduk.
Şu anda İsrail Filistin'in tek işgalcisidir. O sıralarda kitabı birlikte yazdığım arkadaşımın annesi arayıp "Oğlum olduğun için senden utanıyorum" demişti, üç yıl sonra arayıp özür diledi. İsrail'de insanlar bizi öldürmek istiyorlardı. Çünkü milliyetçi bir baş dönmesine karşıydık.
Peki 1973'teki savaş?
1973 savaşı olduğunda zafer sarhoşluğundan eser kalmamıştı. 70'te Golda Meir, "tamam barış" dedi ve Sina Yarımadası'nı geri vermek zorunda kaldı çünkü savaşı kaybetti. İsrail böyle bir şeye hiç hazırlıklı değildi. İsrailli askerler savaş tutuklusuydu Mısır'da; böyle bir şey daha Önce hiç olmamıştı.
İlk İntifada
Golda Meir, Moshe Dayan istifa etmek zorunda kaldılar. Bir yıl sonra Likud partisi geldi iktidara. 1987'de ilk İntifada oldu. İsrailliler ilk defa, televizyonda Filistinli kadınların İsrailli askerlere taş attıklarını ve ateş eden İsrailli askerlerden korkmadıklarını gördüler.
İşte o zaman anladılar işin aslının başka olduğunu. İsrailliler ilk defa o zaman anladılar sadece bir örgütle değil bir halkla karşı karşıya olduklarını. Bu ilk İntifada'dan çıkartılan dersti.
Ardından Oslo Barış Süreci geldi. O dakikaya kadar "Filistinlilere asla ayrı bir devlet kurdurmayız" diyen Rabin Oslo'da devlet kurmayı tartışabileceğini söyledi. Ölmeden birkaç ay önce meşhur sözünü söyledi "Biz boş bir ülkeye gelmedik."
Bunu söylemek onun için devrim gibi bir şeydi. Aslında Tel Aviv'den 15 dakika mesafedeki Yafa'daki 250 bin Filistinliden bihaber olduğunu söyleyemezdi herhalde. Ya da El Halil'de, Nablus'ta, Tiberias'ta, Yafa'da Gazze'de yaşayanlar Çinliler miydi?
Oslo'yu nasıl değerlendirdiniz?
Oslo Barış Süreci'nin samimi bir süreç olmadığını söyledik. Arafat Suudi Arabistan'dan gelen parayı yönetiyordu, FKÖ'nün parası yoktu. Arafat'ın kişisel bir hesabı vardı, parayı alıp almayacağı doğru davranıp davranmadığına bağlıydı. Birinci Körfez Savaşı'ndan sonra para kesildi. Arafat parasızlıktan Paris'teki FKÖ elçiliğini sattı maaşları ödeyebilmek için.
Arafat İsraillilere parasız kaldığını, kendisi olmazsa kimseyle görüşemeyeceklerini söyledi. İsrail Arafat'a para bulmak için çalışmaya başladı Shimon Peres bunun için ABD'ye bile gitti. Ama Arafat Oslo'da her şeyi sattı. Oslo'nun detayları hiç açıklanmadı, açıklansaydı Filistinliler öldürürdü Arafat'ı.
Rabin öldürüldü. Shimon Peres seçimleri kaybetti. Önce Netanyahu sonra da Barak geldi. Oslo Barış Süreci bir sonuç vermedi.
Şaron El Aksa'ya gitti, Filistinliler gelmemesini, bunun provokasyon olacağını söylediler. Dinlemedi. Aynı gün bir milyon kişi Fas'ta, Cakarta'da, Suudi Arabistan'da sokaklara döküldü. Suudiler hiç miting yapmamışlardı o güne kadar.
Daha sonra da Şaron'un planı geldi...
Yol Haritası 1967 sınırlarına dayanır. Tüm Arap ülkeleri İsrail'in varlığını kabul edecekleri bir anlaşma imzalayacaklardı. Şaron bunun lafını bile etmek istemedi.
2003'e kadar Gazze'den bir tek metrekare dahi vermeyeceğini söylüyordu. Ne oldu? Bush "ver" dedi. Köpek gibi yani... Otur derse oturur, kalk derse kalkardı. ABD'ye hiç "hayır" demedi. Her söylenene evet dedi sonra da son anda bir numara yapıp her şeyi karşı tarafın üstüne bıraktı.
"Şaron'un planı Hamas'ın başa gelmesini sağladı"
Bu numaralarından bir tanesi, İşgal Altındaki Topraklara katiller gönderip ılımlı Filistinlileri ortadan kaldırmaktı. Böylece uzlaşmazlar kalacaktı. Uzlaşmazlar kalırsa uzlaşmak gerekmeyecekti.
Hamas'ın başa gelmesini böyle sağladı. Bu Şaron'un planıydı. Seçim sonuçlarının bu şekilde olmasının kısmi sebebi, FKÖ'nün yolsuzluğa fazlasıyla karışmasıydı ve Hamas'ın bu anlamda dürüst olmasıydı.
Fakat daha önemli kısmı Şaron'un ılımlıları öldürüp meydanı radikallere bırakma planıydı. Şaron görüşme, anlaşma istemedi. Arafat sürekli görüşmeye açık olduğunu söyledi.
Çekilip Gazze'yi dışarıdan yönetme planı
Ve Gazze'den çekilerek Şaron tüm dünyanın gözünde büyük bir prestij kazandı. Şaron Gazze'den çekileceğini biliyordu eninde sonunda. Gazze'de 8 bin yerleşimci yaşıyordu ve onların güvenliğinin sağlanması çok ciddi bir ekonomik yüktü.
"İyisi mi biz çekilelim dışarı, Gazze'yi dışarıdan kuşatalım; zaten bize karşı koyacak silahları yok, bütün sınır kapılarının kontrolü bizim elimizde olacak. Elektrik, su keza öyle. Kimsecikler ölmeyecek, biz de Gazze'yi dışardan yönetmeye devam edeceğiz" fikri buydu.
Batı Şeria için de plan aynı
Şimdi benzer bir durum Batı Şeria için geçerli. Şaron hep tek taraflı çekilme istediğini söyledi, çünkü görüşmeler başlarsa bir barış anlaşması olabilir. Fakat İsrail barış istemiyor ki. "Biz onları parmaklıklarla çevirelim, bize tehdit olmasınlar" diyor, bunun için de tek taraflı çekilme gayet iyi bir çözüm. Olmert'in de planı bu.
Görüşmek istemiyor çünkü ödün vermek istemiyor. Yapılacak şey belli: Batı Şeria'nın yüzde 80'ini boşaltacak, en büyük yerleşimler kalacak; Ürdün Vadisi'ni boşaltmayacak ki, böylece doğu sınırını korusun. Ondan sonra oradakilere "Ayağınızı denk alın, yoksa..." diyecek.
Kadima ileri demek. Bu Hitler'in sloganıydı. "ne sağdayım, ne solda, ileriye giderim". Şaron işte bu kadar, tarih bilmeyecek kadar aptaldı.
Şu anda Olmert Şaron'un politikasını izliyor ve Filistinlilerle bir anlaşmaya gitmek istemiyor, çünkü 1967 öncesi sınırlarına dönmek istemiyor. Başta Kudüs'ü olmak üzere, Batı Şeria'nın tümünü Filistin'e vermesi gerekecek. İsrail halkı Olmert'in ve Şaron'un planının sonuçlarını görüyor şu anda. (TS/TK)
* El Ahram, Hizbullah'a göre İsrail'in elinde tuttuğu Lübnanlı tutuklu sayısının 2 bin olduğunu, bu sayının bağımsız kaynaklarca da doğrulandığını yazdı.