Tanıl Bora’nın yazdığı ve bugün Birikim Dergisi’nde yayımlanan yazının bir bölümünü bianet okurlarıyla paylaşıyoruz.
İsrail gayrınizamî harp aygıtının, Hizbullah örgüt üyelerinin çağrı cihazlarını bombaya çevirerek gerçekleştirdiği katliam, çok açık, hayranlıkla karşılandı. Kısmen açık, çoğu gizli bir hayranlık… Fehim Taştekin, Gazeteduvar’da, saldırının bilhassa “İsrail’in destekçilerini bir kez daha hayran bıraktığını” yazdı. Halk TV dış politika yorumcusu Mustafa K. Erdemol ise, “en karşıtlarının bile ‘hayranlık’ duyup övüyor olmaları”ndan bahsetti. ‘En’ karşıtları olması gerekmez, İsrail’in işgal politikalarına karşı çıkanlar arasında, bu “operasyona” hayranlık beyan edenler çok. “İsrail istihbaratından şov” diye başlık çıkarıyorlar mesela. Gazze davasını “Anadolu’nun savunması” olarak gören iktidar mahfillerinin ‘jeocu’ mütehassısları da, elbette şiddetle kınarken, elbette surat asarken, “operasyonun” dehşetengizliğinden duydukları heyecanı gizleyemiyorlar. “Jeopolitik-jeostratejik kabiliyet”e dudak ısırıyorlar.
***
Otuz yıla yakın zaman önce, Filistin yine yine ateş altındayken, “İsrail'e imrenmek” diye adlandırmıştım bu yaygın hissiyatı.[1] Devlet Aklı’nın ve milliyetçiliğin imrentisinden söz ediyorum. İsrail rejiminin “millî güvenlik siyaseti”ne, istihbarat performansına, gayrı nizamî harp azgınlığına, devletlû ve milliyetçi muhitlerde, –olanca İsrail karşıtlıkları ve olanca antisemitizmleriyle–, öteden beri, bir hayranlık vardır. Kana kancı devlet öççülüğüne, imhacı caydırıcılığa, bilumum askerî-teknolojik ‘jeocu’ kabiliyetlere bayılırlar. İnsan hakları, savaş suçu kavramlarını lâf olarak bile kaale almayan o pervasızlığı kıskanırlar.[2]
***
Daha yakında, 18 Ekim'de yazdığım bir yazıya pas atayım bir de... Hamas’ın saldırıları üzerine yazılmış bir cümle: “İsrail devleti, kıyıcı güvenlik devleti ve istisna rejimi operasyonlarıyla, ‘21. yüzyıl faşizmi’ diye bir şey varsa, onun ideolojik ve teknik know-how’ının öncülerinden olmuyor mu?"[3]
Oluyor. İsrail rejimi, küresel güvenlik devletinin rol modeli olarak temayüz ediyor. Gazze’deki soykırım eylemi, bunda bir adım. 17 Eylül’deki siber saldırı, yine yeni bir adım. Bu saldırının güvenlik ve gözetim ihtiyacına çaldırtacağı alarmlar, bütün dünyada siber-teknolojik alanda, 11 Eylül’ün (2001) anti-terör teyakkuzuna benzer sonuçlar doğurabilir.[4]
***
Tam da bu ay, İsrail rejiminin küresel güvenlik devletinin inşasındaki kilit rolüne ışık tutan bir kitap yayımlandı: Avustralyalı gazeteci Antony Loewenstein’ın Filistin Laboratuvarı – İsrail İşgal Teknolojilerini Dünyaya Nasıl İhraç Ediyor? adlı kitabı (çev. Özlem Özarpacı. Metis Yayınları, İstanbul 2024). Kitabın güncelliği, önsözünde Hamas’ın 7 Ekim saldırısını konu edecek kadar taze. Bu saldırının yarattığı şaşkınlığı, İsrail yönetiminin “teknolojik üstünlüğün verdiği kibir” içinde olmalarıyla açıklıyor. Bu gafleti, ABD istihbarat aygıtının 11 Eylül öncesi “bazı emareleri” gözden kaçırmasına benzetiyor. 11 Eylül benzetmesi, Loewenstein’ın kitabında da var. 11 Eylül’de geçilen dönüm noktasını, ABD’nin “bitmek bilmeyen ‘terörle mücadele’” mantığını benimsemesi –ve dünyaya yayması, diye eklemek lâzım– olarak tanımlıyor.
“Bitmek bilmeyen ‘terörle mücadele’,” İsrail rejiminin de düsturu, Loewenstein’ın belirttiği gibi. O, apartheid ve ebedî terörle mücadele ‘konsepti’ ile belirlenen bu rejimi Netanyahuculuk diye tanımlıyor.
Yazının tamamını okumak için tıklayın. (TB/TY)