İsrail'in Lübnan saldırılarında 19. gün: BM Barış Gücü'ne ikinci saldırı
Uluslararası toplumun çağrılarına rağmen, İsrail ordusu Lübnan’a yönelik kara ve hava saldırılarını sürdürüyor. İsrail, BM Lübnan Geçici Barış Gücü'nün merkez karargâhını iki gün içinde ikinci kez hedef aldı.
İsrail’in 23 Eylül’de Lübnan’a başlattığı hava saldırıları on dokuzuncu gününe, 1 Ekim’de başlattığı kara operasyonları ise on birinci gününe girdi.
İsrail ordusu, başta Beyrut’un Dahiye bölgesi olmak üzere, Lübnan’ın çeşitli bölgelerine hava saldırılarını sürdürürken, Güney Lübnan’da da çatışmalar şiddetleniyor.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) dün gerçekleştirilen Lübnan oturumunda konuşan BM Siyasi İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Rosemary DiCarlo, “İsrail’in Lübnan’ı bombalamayı sonlandırmasını ve ülkedeki kara kuvvetlerini çekmesini istiyoruz” dedi.
Hizbullah, İsrail ordusunun farklı noktalardan ilerleme girişimlerini tanksavar ve roket atışlarının yanı sıra pusularla engellemeye çalışıyor. İsrail ordusu ise kara saldırılarını Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Barış Gücü’nün (UNIFIL) Nakura’daki merkez karargâhı yakınlarında yoğunlaştırdı.
İsrail ordusu, Hizbullah’ın UNIFIL pozisyonlarının çevresinde faaliyet gösterdiğini iddia ederek, “çatışmaların yoğunluğundan kaynaklanan tehlikelerden kaçınmak için” UNIFIL’e beş kilometre kuzeye çekilmesini ‘tavsiye etti.’
*Nakura’daki UNIFIL merkez karargâhının konumu. (Harita: UNIFIL)
UNIFIL’e iki günde iki saldırı
Lübnan Ulusal Haber Ajansı’na (NNA) göre, İsrail ordusu Nakura’daki UNIFIL merkez karargâhının ana girişini top mermisiyle hedef alırken, bir gözlem kulesini de ‘Merkava’ tankı ile vurdu.
Haberde, merkez karargâhta maddi hasar oluştuğu ve tank atışıyla gerçekleştirilen saldırı sonucunda Sri Lanka taburundan iki askerin yaralandığı kaydedildi.
Video: El-Arabiya’ya göre, Nakura’daki UNIFIL merkez karargâhına yönelik topçu saldırısının ardından bölgede dumanlar yükseliyor.
Beyrut merkezli El-Ahbar Gazetesi, saldırıda yaralanan iki askerden birinin durumunun ağır olduğunu ve İsrail’in yoğun topçu bombardımanına devam ettiğini bildirdi.
UNIFIL, dün (10 Ekim) İsrail saldırıları sonucunda iki Barış Gücü askerinin gözlem kulesinden düşerek yaralandığını açıklamıştı.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 1701 sayılı kararı, 2006 Lübnan Savaşı’nı sona erdirmek amacıyla 11 Ağustos 2006’da kabul edildi.
İsrail’in yanı sıra, ABD’nin öncülük ettiği bazı Batılı devletler ile Suudi Arabistan ve Katar yaptıkları ortak açıklamada 1701 sayılı karara atıfta bulundular. Bu devletler, kararın özellikle iki maddesinin uygulanmasını istiyor:
Hizbullah’ın silahsızlandırılması.
Litani Nehri’nin güneyinde, Lübnan ordusu ve BM Lübnan Geçici Görev Gücü (UNIFIL) dışında hiçbir silahlı gücün bulunmaması.
Ancak Hizbullah, varlık amacını doğrudan hedef alan bu maddeleri bugüne kadar kabul etmedi.
BM’den İsrail’e tepki
BM Genel Sekreteri’nin Barış Operasyonlarından Sorumlu Yardımcısı Jean-Pierre Lacroix, İsrail’in UNIFIL’e yönelik saldırılarına tepki gösterdi.
Anadolu Ajansı’nın haberine göre, BMGK’de Fransa’nın talebi üzerine yapılan Lübnan oturumunda konuşan Lacroix, İsrail’in ‘Merkava’ tankları ve iş makinalarıyla birçok bölgeye giriş yaptığını belirterek, “Barış güçlerimizin güvenliğine yönelik tehlike giderek artıyor” dedi.
İsrail ordusunun BM tesisleri yakınlarında askeri mevcudiyet kurmasını protesto ettiklerini kaydeden Lacroix, İsrail ordusunun UNIFIL’in statüsü ve personeli ile tesislerini korumak zorunda olduğunu vurguladı.
Hizbullah ile İsrail ordusu arasında 8 Ekim 2023’te başlayan düşük yoğunluklu çatışmalar, eylül ayı itibarıyla tam ölçekli bir savaşa doğru ilerliyor.
İsrail ordusu, 17-18 Eylül tarihlerinde Lübnan’da gerçekleştirdiği çağrı cihazı ve telsiz saldırılarının ardından Hizbullah’ın askeri liderlerini hedef alan suikastlar düzenledi ve 23 Eylül’de Lübnan’ın güneyine ve doğusuna yoğun hava saldırıları başlattı. 27 Eylül’de ise Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, Beyrut’a düzenlenen bir hava saldırısıyla öldürüldü. Buna karşın Hizbullah, İsrail’e roket ve füzelerle karşılık vermeye devam ediyor.
Lübnan makamlarına göre, Hizbullah’ın kullandığı iletişim cihazlarının patlatıldığı 17 Eylül’den beri 104’ü çocuk ve 194’ü kadın olmak üzere toplam 2 bin 169 kişi öldü, binlerce kişi yaralandı ve bombardımanlar nedeniyle ülke içerisinde yüz binlerce kişi yerinden oldu.
Ülkenin güney kesimlerinden başkent Beyrut’a ve kuzeye doğru göç dalgası devam ederken, Suriye’ye göç edenlerin de olduğu belirtiliyor.
Depremin merkez üssü Sagaing bölgesinde, 90 yıllık bir köprünün yıkıldığı, Mandalay ve Yangon şehirlerini birbirine bağlayan karayolunun hasar gördüğü kaydedildi.
Myanmar'da meydana gelen, 7,7 ve 6,4 büyüklüğündeki iki depremde can kaybının 1002'ye, yaralıların sayısının ise 2 bin 376'ya ulaştığı bildirildi.
Myanmar'daki askeri yönetimden yapılan açıklamaya göre, depremlerde şu ana kadar 1002 kişinin hayatını kaybettiği, 2 bin 376 kişinin yaralandığı tespit edildi.
Ayrıca depremin şiddetli hissedildiği Tayland'ın başkenti Bangkok'ta çöken yüksek katlı binanın inşaatında 6 kişi öldü, 22 kişi yaralandı.
Merkez üssü Myanmar'ın orta kesimindeki Sagaing bölgesi olan depremlerde yaşamını yitirenlerin sayısı 1000'i aşarken can kayıplarının daha fazla artmasından endişe ediliyor.
Manastır, baraj ve köprü yıkıldı
AA'nın geçtği habere göre, depremin en şiddetli hissedildiği, Myanmar'ın en büyük ikinci şehri olan Mandalay'de aralarında tarihi Budist manastırı Ma Soe Yane'nin olduğu çok sayıda binanın yıkıldığı ve altyapının zarar gördüğüne ilişkin görüntüler sosyal medyaya yansıdı.
Chirstian Aid yardım kuruluşu, sahadaki temsilcilerinin, şehirdeki bir barajın yıkıldığı ve alçak kesimlerde su seviyesinin yükselmekte olduğunu bildirdiğini aktardı.
Depremin merkez üssü Sagaing bölgesinde, 90 yıllık bir köprünün yıkıldığı, Mandalay ve Yangon şehirlerini birbirine bağlayan karayolunun hasar gördüğü kaydedildi.
Başkent Neypido'da da aralarında dini tapınakların olduğu yapıların depremde zarar gördüğü ifade edildi.
Askeri yönetimin Sözcüsü Tümgeneral Zaw Min Tun, depremin vurduğu bölgelerde hastanelerde acil kan ihtiyacı olduğunu belirterek, kan bağışı çağrısında bulundu.
BILD gazetesi, CDU-SPD heyetlerinin medya özgürlüğünü kısıtlamaya yönelik koalisyon planlarını açıkladı. Gazete, gelecek koalisyonun AfD'nin önünü kesme gerekçesiyle "gerçeğe aykırı bilginin kasten yayılması" suçu ihdas etme kararında olduğunu ortaya çıkardı.
CDU Genel Başkanı Friedrich Merz ve SPD Eş Genel Başkanı Saskia Esken koalisyon anlaşmasını duyurdukları basın toplantısına gelirken/ZDF
Almanya'da iktidarı devralmak üzere hazırlıklarını sürdüren Sosyal Demokrat-Hristiyan Demokrat (CDU-SPD) koalisyonun müzakere heyetinin Türkiye örneğini akla getiren bir medya denetim yasası üzerinde çalıştığı ortaya çıktı.
Almanya'nın yüksek satışlı günlük gazetesi Bild'in ele geçirdiğini haber verdiği "Kültür ve Medya" çalışma grubunun müzakere belgesine göre, ortaklar arasında sosyal medya üzerindeki baskının artırılması ve yalan haberlerin dizginlenmesi gerektiğine ilişkin görüş birliği var.
Daha önce heyetin araştırma raporunda "yanlış bilgi ve sahte haberlerin" demokrasiyi tehdit ettiği saptamasının yer aldığını hatırlatan Bild müzakere raporunda artık şöyle bir ifade yer almakta olduğunu yazdı: "Gerçeklere aykırı bilgilerin kasten yayılması ifade özgürlüğü kapsamında korunmayacaktır."
Koalisyon müzakerecilerinin buradan hareketle vardıkları sonuç şu: "Bu nedenle, bağımsız medya düzenleyicisi[nin], ifade özgürlüğünü açık yasal yönergeler temelinde korurken, bilgi manipülasyonuna ve nefret ve kışkırtmaya karşı harekete geçebilme[si gerekir]."
Bu, X gibi platformlar üzerindeki baskının artırılması ve belirli ifadelerin engellenmesi gerektiği anlamına gelir.
"Yalanlar yalnızca cezalandırılabilir olduklarında yasaktır"
Devletin kalkıştığı düzenlemeleri eleştiren hukukçular, tasarının hukuka uygunluğu ve uygulanabilirliği konusunda kuşkularını dile getiriyor.
Oldenburg Üniversitesi öğretim üyelerinden 62 yaşındaki Volker Boehme-Neßler "Yalanlar yalnızca, örneğin nefrete tahrik suçunda olduğu gibi, cezalandırılabilir olduklarında yasaktır. Aksi takdirde, yalan söylemeye izin verilir," diyor.
Hukukçu, yalanı neyin oluşturduğunun da yasal açıdan o kadar açık olmadığı düşüncesinde: "Bir olgunun beyan ve bir görüşün ifade edilmesinin neden müteşekkil olduğu basit bir soru değildir. Mahkemeler genellikle ifade özgürlüğünü çok geniş yorumlar." diyor.
Boehme-Neßler ayrıca "nefret ve tahrik" terimlerinin kullanımını da bunların "yasal terimler [olmaması]" gerekçesiyle şöyle eleştiriyor: "İlke olarak, Almanya'da nefretin yayılması ifade özgürlüğü tarafından korunur. 'Tüm politikacılardan nefret ediyorum' gibi bir ifade cezai açıdan suç oluşturmaz."
"Asılsız haber" suçuna ilişkin uyarı
Augsburg Üniversitesi'nden 58 yaşındaki Hukuk profesörü Josef Franz Lindner de ayrıca "gerçeklere aykırı iddiaların kasıtlı olarak yayılması ne cezalandırılabilir ne de yasadışıdır" diyor. "Bunun tek isitisnası Holokost ile olandır".
Lindner uyarıyor: "Yapılabilecek tek şey genel bir 'gerçeğe aykırı haber' suçu icat edilmesine karşı uyarmak olabilir. Bu, eninde sonunda her tartışmalı açıklamayı cezai kovuşturmaya uğrama riskine maruz bırakacaktır."
Washington'ı kızdırma olasılığı
Bild planın ayrıca Beyaz Saray'da sorun yaratma olasılığı üzerinde duruken ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance'ın Münih'teki ünlü konuşmasında bu politikayı sert bir şekilde kınadığını ve Avrupa hükümetlerini aynı yolda devam etmemeleri konusunda uyardığını anımsatıyor.
Vance ayrıca X'in (eski adıyla Twitter) sahibi olan Trump'ın danışmanı Elon Musk tarafından da destekleniyor. Musk bu tartışmalar sırasında AfD lideri Alice Weidel ile X'te bir söyleşi yaparak görüşlerinin Almanya ve tüm dünyaya yayması için de aracı olmuştu.
Değişik müvekkilleri adına internet gönderilerinin silinmesine düzenli olarak itiraz eden avukat Joachim Steinhöfel, "CDU/CSU ve SPD müzakerecilerinin planları, federal seçimlerde AfD'yi aktif olarak destekleyen Musk'a karşı bir misilleme ve aşırılıkçı ifadeleri kısıtlama kararlılığı olarak okunuyor" diyor.
Steinhöfel'e göre, belgenin "istenmeyen sosyal medyayı sindirme" gibi açık bir amacı var. Ancak medya düzenleyicisinin bu gibi "eylemlerinin anayasal bir hukuki temeli" yok.