İsmet Berkan'ın 21 Kasım tarihinde Radikal'de yayınlanan yazısı 1968 hareketinin bugün hatırlanması oldukça mühim iki mücadelesini gündeme getiriyor. Biri Martin Luther King Jr. ve liderliğini yaptığı medeni haklar mücadelesi ile Kara Panterler özelinde Amerika'daki siyahların mücadelesi, diğeri de Türkiye'deki 1968 Kürt Hareketi. Berkan köşe yazısında bu hareketlerden ilkini (Afrikalı-Amerikalıların mücadelesi) anıyorken, ikincisini hatırlamamak/unutmak gibi ters bir açıdan bilerek/bilmeyerek kuruyor.
Öte yandan Berkan'ı bu meseleleri bir hayli yalın ele almakla eleştirmek bir köşe yazısının sınırları sebebiyle haksızlık olur elbette. Ancak bu köşe yazısı vasıtasıyla bize yaptığı hatırlatma edimi bugünün Türkiye siyasi atmosferini anlamak ve tartışmak açısından oldukça önemlidir ve gereklidir de. Berkan'a göre King'in sivil itaatsizlik yöntemi Kara Panterler'in şiddete dayalı siyasetini Amerikalı siyahlar nezdinde marjinalize etmiştir. Yazının ana teması ise Kürt siyasetinin bugüne dek bir Martin Luther King çıkaramaması ve şiddeti ezel-ebed bir siyasi mücadele yöntemi olarak benimsemesidir. Berkan'ın Amerikalı siyahlarla Türkiye'deki Kürtlerin mücadelesine dair yaptığı bu analojinin ahistorikliği bir yana, yazı oldukça ciddi genellemelere de dayanıyor. Bu nedenle birkaç maddi düzeltme ve ekleme yapmak oldukça yararlı olacak.
Kara Panterler ve Martin Luther King
Her iki hareketin –Martin Luther King ve Kara Panterler– ortaya attığı siyasi proje oldukça farklıdır. Öncelikle Kara Panterler'e biraz değinmek gerek. Meşru Müdafaa için Kara Panter Partisi (Black Panther Party for Self-Defense) Huey Newton ve Bobby Seale tarafından Kaliforniya Oakland'da Ekim 1966 tarihinde kuruldu.
1964–65 yıllarında tüm Amerika zaten kaynıyordu. 1965 Watts İsyanı siyahların ırkçılık ve polis şiddetine karşı gösterdikleri bir tepkiydi. Tabanda bu tür bir siyasi eylem varken Martin Luther King'in sivil itaatsizlik söylemi, 1965 yılında öldürülen Malcolm X'in oldukça radikal söylemine göre oldukça kan kaybetmişti bile.
İşte Parti böyle bir siyasi atmosfer içinde sadece bilhassa X'in şiddet yanlısı söyleminden etkilenmemiş, aynı zamanda Marx, Mao ve Lenin'den de feyiz almış olan yirmili yaşlarındaki bu gençler tarafından kurulmuştu. Parti'nin meşru müdafaadan kastettiği belki en başta siyah "gettolarında" silah taşıma serbestisi ve siyahlara yönelik polis saldırılarına şiddetle yanıt vermenin meşruluğuydu.
Ancak partinin popülerliğini sadece basit bir şiddet söylemine bağlamak hata olur. Bugün bile Kara Panterler hayata geçirdikleri mahalle hizmetleriyle hatırlanıyorlar. Örneğin mahallelerde kurdukları mutfaklarda binlerce siyah ilkokul çocuğu her gün okula gitmeden önce kahvaltı yapma şansı buldu. Bilhassa Amerika'da Kara Panterlere dair ciddi bir külliyat ve mirasına dair çok ciddi tartışmalar var.
Tüm bunları ve Kara Panterlerin tarihini bu yazının sınırları içinde vermek tabii ki mümkün değil ancak partinin en önemli yanının sadece silahlı şiddeti savunan "terörist" bir parti olduğunu hatırla(t)manın, bu tür alternatif stratejilerini görmemizi de engelleyeceğini belirtmek gerek.
Dahası 1964–66 yılları arasında milyonlara ulaşan üye sayısıyla Parti, sadece siyah cemaatiyle de sınırlı kalmadı. Bir yandan lider kadro örneğin Cezayir gibi kurtuluş mücadelelerine(1) destek ve sempatilerini açıklayıp delegeler yollarlarken, öte yandan Amerika'da diğer "azınlık" gruplarına (Çinliler, Porto Rikolular vs.) rol modelliği yaptılar. Dolayısıyla bırakın Siyah cemaat nezdinde marjinalize olmayı (olsa olsa FBI tarafından çökertilerek yok edilmiştir), onların da ötesine geçen bir ses oldular ve bugün bile hatırlanmaktadırlar.
Kürt hareketi
Bu nedenle Medeni Haklar Hareketi ile Kara Panterler karşılaştırması ve bu karşılaştırma üzerinden Kürt hareketinin "doğal' bir şekilde ezel-ebed şiddete meyilli olarak resmedilmesi kendi tarihimizin hiç de şiddet içermeyen alternatif anlarını görmemizi de engelleyecektir. Kara Panterler örneğinde olduğu gibi bu tür anları hatırlamak bu açıdan oldukça önemlidir. Şiddetin Kürt hareketi içerisinde her daim bir mücadele yöntemi olarak benimsendiği varsayımının biraz eşelendiği vakit meseleyi Osmanlı'daki Kürt Beyleri ayaklanmalarından alarak Cumhuriyet dönemi Kürt İsyanları ve oradan da PKK'ya bağlanan bir kronolojik dizgeye dayandığı görülecektir.
Bu anlamda örneğin İsmail Beşikçi'nin 1967 yılında yazdığı Doğu Mitingleri kitabı birçoklarınca pek de dikkate alınmaz. Beşikçi bu kitabında 1967 yılında o dönem basında yarattığı yankı ve Doğu'ya ve sorunlarına çektiği ilgiyle önemli bir toplumsal hareket örneği olan "Doğu Mitingleri"nden bahseder.
Bu Mitingler bilhassa Türkiye İşçi Partisi (TİP) içinde örgütlenmiş "Doğulu" genç siyasetçilerin inisiyatifi altında doğu ve güneydoğunun altı şehrinde düzenlendi. Bu mitingler sayesinde, 1930'lardan itibaren sesi soluğu kesilmiş olan Kürt hareketi, ilk kez olarak ayaklanma dışında bir kitlesellik yoluna gidiyordu. Ancak bu mitinglerin belki de en önemli özelliği Kürt hareketinin ilk kez sosyalist bir söylemi de barındırıyor olmasıdır. "Kitleler", "Doğunun geri kalmışlığı" temasını işleyen bu mitinglerde bir yandan Doğu ile Batı arasındaki gelişmişlik farkını, işsizliği ve ağa-şeyh sömürüsünü protesto ederlerken, diğer yandan (her ne kadar açıkça adı geçmese de) Kürtlerin maruz kaldığı devlet baskısına karşı tepkilerini de ifade ediyorlardı."(2)
Doğu mitinglerini hatırlamanın önemi
Bu mitinglerin bugünkü konjonktürde DTP ile ilgili tartışmalarda ve Berkan'ın köşe yazısı bağlamında yeniden hatırlanması şiddetin Kürt hareketindeki tek ve yegane strateji olmadığını göstermesi açısından önemli. Önemli, zira meseleyi "Terörist diyor musunuz, demiyor musunuz?" gibi sadece günlük politik tartışmalar içinden ve bilhassa Berkan'ın köşe yazısında gördüğümüz üzere Kara Panterler/Medeni Haklar/DTP - şiddet/sivil itaatsizlik gibi ahistorik analojiler üzerinden yapmak meseleyi basite indirgemek olacaktır. Tüm bu ayrı ayrı anları ve kavramları kendi tarihsel bağlamları içinden okumak bizlere bugün neyi hatırlamamız gerektiğinin bilgisini verecektir.
Eğer Kürt meselesine bir çözüm getirmek istiyorsak bu tartışmaları böyle bağlamından kopuk ve salt ikilikler üzerinden değil böyle bir hatırlama/hatırlatma pratiğinden yola çıkarak yapmamız gerekir. Sorular aslında çok basit ama yanıtlarını vermek açık ve samimi bir tartışma ortamı gerektiriyor. (AG/TK)
* Azat Gündoğan, Binghamton Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Doktora Öğrencisi
(1) Bu arada dönemin Türkiye hükümetinin Cezayir meselesinde NATO’da Fransa lehine oy kullandığını da hatırlamak gerek.
(2) Azat Zana Gündoğan (2007), “Kemal Burkay,” Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Sol, Cilt 7