Sur’da tesadüfen tanıştığım Ruken, “Sizi anneme götüreyim, o her şeyi anlatır” demişti. Çatışmaların hâlâ devam ettiği Savaş mahallesinden İskenderpaşa’ya nasıl göç ettiklerini, neler yaşadıklarını anlatacak annesi. Ruken 22 yaşında olunca, eski, yoksul, üç katlı binanın merdivenlerini tırmanırken, doğrusu yaşlı bir anne bekliyordum. Ama Nihal Dağkuşu daha kırklı yaşlarında ve bilmeyenler kızlarıyla arkadaş sanacak kadar genç görünüyor. Utangaç bir gülümsemeyle, “Erken evlenince böyle oldu” diyor yedi çocuk annesi ve bir torun sahibi Nihal Dağkuşu.
Yan yana oturup sırtlarını duvara dayamış çocukları göstererek, “Bunlar son herhalde” diyorum. Nihal Dağkuşu Kürtçe ve çok hızlı anlatıyor çocukları, onu takip etmekte zorlanınca Ruken’den yardım alıyorum. Çocukların üçü de işitme engelliymiş.
Eve girerken “Merhaba” diye selamladığım çocuklar, cevap olarak sadece bakmışlardı. Nedeni buymuş demek, duymamış, anlamamışlar beni. Ama çocukların tek sorunu işitme engelli olmaları değilmiş, üçünün bir de kalp rahatsızlığı varmış.
Kalp pili iyi mi, kötü mü?
Mizgîn ve Amine işitme engellilere yönelik eğitim veren okula devam ediyor. Mizgîn’in çabuk yorulmasından, düşüp baygınlık geçirmesinden şüphelenen öğretmen, aileyi uyarıp “doktora götürün” diyor. Nihal Dağkuşu, “Üçünün de kalbi delikmiş” diyor, “İstanbul’da ameliyat yapmamız gerekiyor, pil takacaklar kalplerine.” Pil biterse çocukların kalbi durur endişesi taşıyor.
Kalp pili iyi mi kötü mü, bir süre bunu konuşuyoruz Nihal Dağkuşu ile. Çocukların İstanbul’daki “iyi doktorlara” görünmelerinde yarar var, bu konuda anlaşıyoruz.
Peki, çocukları ne zaman götürecekler İstanbul’daki iyi doktorlara? Bunu bilmiyor Reyhan Dağkuşu, çünkü paraları yokmuş. “Valilik yardım ediyor, dediler. Biz daha valiliğe gidemeden savaş başladı. Evimizi bıraktık, buraya kaçtık. Şimdi ne yapacağımızı bilmiyoruz.”
Çocuklar yan yana dizilmiş, konuştuklarımızdan hiçbir şey anlamadan bize bakıyorlar. Sesi kısılmış da olsa televizyon açık. Dikkatli bakınca, açık kanalda evlilik programı olduğunu fark ediyorum. Silah ve bomba sesleri hemen yan sokakta çatışma çıkmış gibi yakından geliyor.
Nihal Dağkuşu çocuklarını anlatmaya devam ediyor. Lisede okuyan Azize, aile göç edince okula gidemez olmuş. Yarıyıl tatili bitiyor ve okula gidip gidemeyeceği hâlâ belli değil.
“18 yaşındaki oğlumu da İstanbul’a, amcasının yanına gönderdim” diyor Nihal Dağkuşu. “Genç çocuk, başına ne gelir bilemedim. Korktum, gönderdim. Amcasının yanında tesisat işi yapıyor şimdi.”
17 yıl sonra yine göç
Nihal Dağkuşu, Hazro ilçesine bağlı bir köyden Diyarbakır’a göç ettiklerini anlatıyor. “Köylüler korucu olmayı kabul edince göç ettik. Korucu olmak yerine bir lokma ekmeğe razı olduk.”
Diyarbakır’a yerleşince inşaatlarda çalışmaya başlamış kocası. Diyarbakır’da iş bulamayınca, şehir dışında iş aramış. Yazları hangi şehirde iş bulursa oraya gidiyor, inşaat işlerinin durduğu kış aylarını ise Diyarbakır’da geçiriyor.
“17 yıl yaşadığım ev birinci kattaydı. Karanlık ve rutubetliydi, ama mutluydum orada. Komşularım vardı. Hepsi iyi insanlardı.”
Nihal Dağkuşu, konu ne zaman eski evine gelse gözleri dolarak, hasretle başlıyor anlatmaya. “Rahmetli Tahir Elçi vurulduktan bir gün sonra evimizi terk ettik. Bir daha da dönemedik.”
Suriçi'nde 15 mahalle var. Dokuz mahallede süren yasak, 3 Şubat günü tüm mahallelere genişletilmişti. Aynı gün öğle saatlerinde 9 mahalledeki yasağın kaldırıldığı duyuruldu. Böylece Suriçi'ni kuzey güney yönünde ikiye bölen Gazi caddesinin batı kısmında sokağa çıkma yasağı kalktı.
Cemal Yılmaz, Hasırlı, Savaş, Fatih Paşa, Cevat Paşa ve Dabanoğlu Mahallesi'nde 65 gündür sokağa çıkma yasağı uygulanıyor.
Çatışmaların en yoğun yaşandığı mahallelerden biri olan Savaş Mahallesi’ndeki evini, “Dört Ayaklı Minare’nin biraz ötesinde” diyerek tarif ediyor Nihal Dağkuşu. Barikatlar ilk kez bu bölgede kurulmuştu. Birkaç günlük sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı sırada evlerini terk etmemişiler. Tahir Elçi’nin öldürülmesinden sonra uygulanan yasak ise, iki ayı geride bıraktı. “Birkaç gün sonra biter dedik, yanımıza hiçbir şey almadan çıktık. Ama bitmedi, biz de burada kaldık.”
“Burada kaldık” dediği yer kızı Zeynep’in evi. İskenderpaşa mahallesinin dar sokaklarındaki küçük, yoksul, tertemiz ev. Zeynep, kucağında birkaç aylık kızı Gamze’yle bizi dinliyor. Ailesinin burada olmasından şikayetçi görünmüyor. Kocası da şikayetçi değilmiş. “Sur’da otururken evlerimiz karşı karşıyaydı. Yemeğimizi annemde yer, çayımızı orda içerdik” diyor, kocasının ailesiyle olan yakınlığını anlatmak için.
Mahalle hasreti
Sur’da yasak devam ediyor ve yasağın ne zaman biteceği belli değil. Nihal Dağkuşu göçle birlikte Diyarbakır’da ev kiralarının yükseldiğinden söz ediyor. “Ev tutsak ne olacak? Ne yatağımız yorganımız ne mutfak eşyamız var. Kiraya çıksak eşya alacak paramız yok.”
Rojava Derneği’nden gıda yardımı almışlar, “Damadımız burada kalmamıza bir şey demiyor, ama o da asgari ücretle çalışıyor, bu kadar insanı nasıl doyursun. Mecbur kaldık, derneğe gittik.” Bir koli gıda yardımı ne kadar idare edecek, o da bilmiyor. Sur Belediyesi’ne kendilerine düzenli yardım yapılması için başvuru yapmış, “Bekliyoruz” diyor.
Sur’dan gelen görüntüleri hatırlatıp, “Eviniz yıkılmış olsa ne yapacaksınız” diye soruyorum. Ruken araya giriyor, “Annem yıkılmış olsa da evi terk etmem diyor.” Nihal Dağkuşu, “Mahalleme dönmek istiyorum” diyerek komşularını anlatmaya başlıyor. Aynı binada oturup birbirini tanımadan yaşayıp giden insanların Nihal Dağkuşu’yu anlamayacağını düşünüyorum.
Ruken’in Sur macerası
Yasaklar başlamadan önce Ruken asgari ücretle satış elemanı olarak çalışıyormuş bir konfeksiyon dükkanında. Yasak başlayınca işsiz kalmış.
Ailesi ablasının evine yerleşince Savaş mahallesindeki evi terk etmemiş. “Evi korumak için kaldım” diyor Ruken, “Boşalan evlere hırsızlar giriyordu, ben kalırsam bir şey olmaz diye düşündük.”
Birkaç gün sonra yasağın kalkacağını, ailesinin geri döneceğini düşünüyormuş. Ama tam otuz beş gün tek başına kalmış evde. Evde yiyecek ne varsa onunla idare etmiş.
Umutla yasağın kalkmasını beklerken, barikatın arkasında bekleyen gençler uyarmış, “Çatışmalar yoğunlaşacak, buradan gitmelisin” demişler. “O zaman psikolojim tam bozuldu” diyor Ruken, “Evden çıkıp polislere doğru gittim, beni geri çevirdiler, çatışmanın ortasında kaldım. Annemi arayıp ‘beni buradan alın’ dedim.”
Aile ısrarla emniyete gidip gelmiş, günler sonra mahalleden çıkabilmiş Ruken. “Polisler etrafımı sardı. Çantama, bilgisayarıma, her şeye baktılar. Para biriktirip aldığım botları sordular, parayı nerden buldun dediler. Şaşırtmak için hepsi birden soru soruyordu.”
Polislerin sorduğu barikatların ardındaki gençleri ben de soruyorum Ruken’e. “Görüyordum onları. Yüzleri kapalıydı. Kimseye zarar verdiklerini görmedim. Hatta Rojava’dan gelip mahalleye yerleşen bir aile vardı, onlara ekmek veriyorlardı. Bir defa da bir hırsız yakaladılar. Adam plazma televizyon çalmıştı. Televizyonu eve geri götürdüler, hırsızı da mahalleden kovdular.”
Barikatların ardında günlük hayatın sanıl sürdüğüne dair ipuçları veriyor Ruken. Çok az aile kalmış mahallede ve uzun kuşatma süresince birbirlerine daha yakınlaşmış, dayanışma içine girmişler.
Destek ihtiyacı
Sohbet uzuyor, kalp hastası ve işitme engelli çocuklar sessizce bize bakıyorlar. Dışarıdan patlama sesleri gelmeye devam ediyor ve televizyonda hâlâ evlilik programı var.
Sur’un dışına kadar beni geçirmek istiyor Ruken, ama biraz ilerledikten sonra büyük bir patlama sesi her tarafta yankılanıyor. Ardından silah sesleri… Silah seslerine alışık olsa da, geri dönmesini istiyorum Ruken’den. Beni geçirmek isterken başına bir şey gelmesinden korkarak...
Polis barikatını aşıp ‘güvenli’ bölgeye varıncaya kadar, Suriçi’nde ve bütün Diyarbakır’da binlerce benzer hikâyenin yaşadığını düşünüyorum. Dağkuşu ailesi gibi yoksulluğa ve her türden çaresizliğe boyun eğmeyen binlerce insan, büyük bir mahcubiyetle biraz destek bekliyorlar. (VE/HK)
Fotoğraflar: Vecdi Erbay, Manşet fotoğrafı: Anadolu Ajansı arşivi