Demokrasi ve insan hakları alanlarındaki reform sürecinde, öncelikle Anayasa gözden geçirilecek . Sadece yasal düzenlemeler değil "uygulamalar" da bu amaçlar ile uyumlu olacak...
1. ULUSAL PROGRAMA GÖRE İŞKENCE NASIL ÖNLENECEK?
Ulusal Programın (2.1.3) bölümünün başlığı "İşkenceyle Mücadele" dir. Programa göre " Türk Hükümeti, işkenceyle mücadele konusunda kararlıdır. Bunun için, eğitimden başlayarak işkence olaylarının aydınlatılması ve sorumlularının cezalandırılmasına kadar uzanan yasal ve idarî önlemleri güçlendirmiştir. Bu bağlamda son dönemde alınmış başlıca önlemler şunlardır:
Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği'nin etkin bir şekilde uygulanması ve uygulamanın sıkı bir biçimde denetlenmesini sağlamak üzere Haziran 1999'da bir Başbakanlık genelgesi yayımlanmıştır. Ağustos 1999'da Türk Ceza Kanunu'nun işkence ve kötü muameleyle ilgili maddeleri değiştirilerek, işkence ve kötü muamelenin tanımı uluslararası sözleşmelere uygun şekilde yeniden yapılmış, cezalar artırılmış, ayrıca gerçeğe aykırı rapor düzenleyerek işkenceyi gizleyen sağlık personeline cezalar getirilmiştir.
Aralık 1999'da Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun kabul edilmiş ve böylece kamu görevlileri hakkında soruşturma ve takibatın süratlendirilmesi mümkün olmuştur.
Buna rağmen ortaya çıkan ve Hükümetimiz tarafından hiçbir şekilde müsamaha edilmesi mümkün olmayan işkence ve kötü muamele olaylarının önlenmesi için, ilgili bakanlıkların yanı sıra, yeni kurulan Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı'na da görev verilmiştir.
İşkence ve kötü muameleyle mücadelenin güçlendirilmesine yönelik bir dizi yasa ve mevzuat değişikliği yapılması planlanmıştır. Bu doğrultuda kısa vadede,Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu ve Tüzüğü, Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu ve Yönetmeliği, Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu ve Tüzüğü'nün gözden geçirilmesi, Adli Tıp Kurumu'nun modernizasyonu çalışmalarına başlanması öngörülmektedir.
Orta vadede ise, Yeni Türk Ceza Kanunu'nun, Yeni Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun yasalaşması; İnsan hakları ihlâllerine meydan verilmemesi için güvenlik güçlerine gerekli eğitimin verilmesi ve ihlâllerin yoğun olarak yaşandığı ortamların teknolojiden daha fazla yararlanılarak etkin denetimi için malî kaynak tahsisi olanaklarının araştırılması, İşkenceye uğradığı kanıtlanan kişiye karşı bu fiili işleyenlerin müşterek ve müteselsil hukukî sorumluluğunun yasa hükmüne bağlanması hedeflenmektedir "
2- TBMM İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU ESKİ BAŞKANI
SEMA PİŞKİNSÜT'ÜN SUÇU
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Eski başkanı Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bir "fezleke" hazırlandığı tüm basında yer aldı. Adalet Bakanı ile Sema Pişkinsüt arasındaki karşılıklı konuşmalar haberlerde yer aldı. Okuduk.
Fezlekeye göre, Pişkünsüt'ün Komisyon başkanı iken cezaevinde görüştüğü kişilerin kimliğini bildirmeyerek "suçun işlenmesinden sonra failine yardım" suçunu işlediği iddiasıyla dokunulmazlığının kaldırılması isteniyordu.
Fezlekede " Tutuklu ve hükümlülerin beyanları alt alta yazılarak rapor adı altında kamuoyuna duyurulmuş, bununla da soruşturmalarda işkence yapıldığı imajı yaratılmıştır" denilerek TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun 1998-2000 yıllarını kapsayan soruşturma, kovuşturma , yargılama, ceza ve infazı hakkındaki raporun Erzincan ve Erzurum'la ilgili bazı bölümleri fezlekeye eklendi. Komisyonun eski Başkanı hakkında düzenlenen Fezlekeye göre tutuklu ve hükümlülerin isimleri belirtilmediğinden işkence suçunu işleyenlere yardım ve yataklık yaptığı iddiasıyla TCK'nin 296'ıncı maddesine göre yargılanabilmesi için dokunulmazlığın kaldırılması istendi.
3- GELECEĞİMİZE IŞIK TUTAN FEZLEKE VE
GEÇMİŞ TARİHİMİZDEKİ İŞKENCE SİCİLİYLE İLGİLİ İKİ RAPOR
Şimdi biraz gerilere gidelim. İşkence konusunda Türkiye'nin geçmiş siciline göz atarak 2001 yılında böyle bir "Fezlekenin" neden düzenlendiğini anlamaya çalışalım. Türkiye ile ilgili iki işkence raporu neydi?
Avrupa Konseyi tarafından 26.11.1987 tarihinde imzaya açılan "İşkencenin Önlenmesi Avrupa Sözleşmesi" 01.02.1989 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye 25.02.1988 tarih ve 3411 sayılı "İşkencenin ve Gayri insani ya da Küçültücü Ceza veya Muamelenin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun" ile Sözleşmeyi onaylamıştır. Onay belgesi 26.02.1988 tarihinde depo edilmiştir.
Avrupa Konseyi Sözleşmesinin 1'inci maddesine göre; " İşkence ve insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya davranışın önlenmesi için bir Komite kurulacaktır (bundan sonra Komite olarak anılacaktır) Komite incelemeler, ziyaretler yapmak yoluyla, özgürlüklerinden yoksun bırakılan kişilere yapılan muameleleri araştırmaya, eğer mümkün ise bu kimselerin işkence ve insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya davranışlardan korunmalarına yardımcı olmaya çalışacaktır"
Bu tanımlar İnsan Haklarının ve Ana Hürriyetlerinin Korunmasına Dair Avrupa sözleşmesinin 3 üncü maddesinden yapılan alıntılarla oluşturulmuştur. Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin 3. maddesi ise "yasak" maddesidir. Yani, işkence, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya ceza yasaklanmıştır. Bu madde yani işkence yasağı yine aynı sözleşmenin 2.maddesinde düzenlenen yaşam hakkı ve kişi güvenliği ile özgürlüğü hakkını düzenleyen 5.maddesi hükümleri ile ilintili bir maddedir.
İşkencenin Önlenmesi Avrupa Komitesi özellikle "yargı dışı" bir koruyucu sistem olarak kurulmuş olup faaliyetleri gizlidir. Olayların tümünü yerinde izleme yetkisi vardır. Ziyaretlerini önceden bildirmek zorunda değildir ve kişilerin özgürlüklerinden yoksun bırakıldıkları her yerde inceleme yapabilir. Komite, Sözleşmeye taraf devletlerden kendisi ile işbirliği yapmayan, işkenceyi önlememekte direnen veya yeterince aktif olmayan devletlere ilişkin raporlarını "alenileştirme" yetkisine sahiptir.( Prof. Dr. M. Semih Gemalmaz. İnsan Hakları Hukukunun Genel Teorisine Giriş. Beta Yayınları İstanbul 1998 sayfa 268) "Kamuya Açıklama" olarak nitelendirilen "alenileştirme" öncelikle Avrupa Konseyi çevresine ve uluslararası kamuoyuna açıklamadır. 1989 yılı Kasım ayı ile 1996 yılı Mayıs ayı arasında sadece bir kez başvurulan Komitenin "Kamuya Açıklaması"na muhatap kılınmış olan ülke Türkiye'dir.
Komite; Ankara, Diyarbakır polis merkezleri ve sorgu merkezlerinde, Diyarbakır Jandarma Sorgu Merkezinde, Ankara Merkez Kapalı Cezaevinde, Malatya ve Diyarbakır cezaevlerinde, İstanbul Emniyeti ve emniyet ilçe müdürlüklerinde ve çeşitli yerlerde yaptığı incelemelerin yanında TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu'nu ziyaret etmiş ve İçişleri Bakanlığından bilgiler de almıştır.
Komite; Türkiye'de işkence ve kötü muamelenin yaygın biçimde uygulandığını duyurmuş ve bir dizi önlem alınması konusunda öneriler getirmiştir. İşkencenin önlenmesi konusundaki öneriler arasında, bu tür insan hakkı ihlalinin önlenmesi için etkili ve yeni yasal önlemler alınması, hukuku uygulamakla yükümlü olan yasa uygulayıcılarının ve görevli tüm personelin eğitilmesi gerektiği raporda yer almıştır.
Savcıların daha etkin olması, adli tıp raporu veren hekimlerin bağımsızlığına ilişkin güvence sağlanması, yasa uygulayıcı veya görevli personelin tasarruflarının etkin biçimde gözetim ve denetimini yapacak bağımsız çalışan bir mekanizmanın kurulması ayrıca önerilmiştir.
Türkiye'nin işkence sicilini oluşturan birinci rapor budur...
BM Genel Kurulunun 39/46 sayılı kararı ile 10.12.1984 tarihinde Birleşmiş Milletler İşkencenin Önlenmesi Sözleşmesi kabul edilmiş ve BM İşkencenin Önlenmesi Komitesi kurulmuştur. Türkiye sözleşmeyi 25.01.1988 tarihinde imzalayarak 2.8.1988 tarihinde onay belgesini depo etmiştir. Sözleşme sistemi içindeki en ağır yaptırımlardan birisi sistemli işkence ve kötü muamele yapıldığı duyumları alındığında, o taraf devlet için Komitenin bir soruşturma yapması ve gizli yürütülen bu usul çerçevesinde elde edilen bulguların şartları oluştuğunda Komite tarafından yıllık raporunda yayınlanarak "alenileştirilmesi"dir. (BM İşkencenin Önlenmesi Komitesinin Etkinlikleri: Kasım 1991-Nisan 1994 Dönemi ve Türkiye Soruşturması Sonuçlarının Duyurulması. Doç. Dr. M. Semih Gemalmaz. İnsan Hakları Yıllığı Cilt 17-18 1995-1996 TODAIE Yayınları Ankara Sayfa 121. Daha geniş bilgi için bakınız. Yaşam Hakkı ve İşkence Yasağı. M. Semih Gemalmaz. Kavram Yayınları İstanbul 1994)
Komite, Türkiye hakkında yürüttüğü soruşturma sonuçlarına ilişkin özet bulguları Kasım 1993'de alınan "alenileştirme" kararına bağlanarak hem yıllık raporuna geçirilmiş ve hem de ayrı bir metin olarak yayınlanmıştır. Raporda "Nihai Görüşler" olarak; Türk yetkililerinin tatminkar işbirliği içinde bulundukları, Sözleşme hükümlerinin uygulanmasını temin amacıyla ve Türkiye'de insan hakları durumunu iyileştirmek için alınan önlemler ve Komite tavsiyelerine uygun çabalar için Türk yetkililerini kutlamaktadır. Ancak Komite "bu Taraf devlette işkence uygulamasının varolduğu ve sistemli yapıldığı hususunu teyit eden, bir dizi ve temelli/inandırıcı işkence iddialarını almayı sürdürmektedir(parag.58)."
Şimdi konumuzu doğrudan ilgilendiren bulgulara göz atacak olursak Raporda şöyle saptamalar vardır:
" Ayrıca, hukuku uygulamakla görevli olanlar ile sorgulama ve soruşturma tekniklerini yürütmekle görevli personel, işkenceye karşı eğitilmelidir. Hükümet, bu bağlamda, polis ve jandarma görevlilerinden bir bölümünün, özellikle Avrupa Konseyi üyesi devletlerce gönderilerek sorgulama yöntemleri konusunda eğitimden geçirildikleri bilgisini sunmuştur.(parag.44-45).
Komite, bu konuda kamu görevlilerinin eğitimine yönelik herhangi bir programın, işkencenin,sadece ağır cezalarla karşılanması gereken bir suç eylemi olmadığı ve fakat yanı sıra, bunu bizzat yapanlar kadar onların amirleri bakımından da aşağılayıcı ve utanç verici bir eylem olduğu hususlarını öne çıkartması görüşündedir (parag.46) (......) Her ne kadar, hükümet işkencenin önlenmesi konusunda girişimlerde bulunuyorsa da, halihazırda süregitmekte olan durum, İçişleri Bakanlığı'na bağlı çeşitli birimlerde işkencenin sistemli biçimde uygulandığıdır. Bir yanda, işkenceyi önlemek üzere yetkililer tarafından alınan önlemler ve buna yönelik niyet açıklamaları; öte yanda ise, İçişleri Bakanlığı birimlerinde bu uygulamanın süre gitmesi arasında açık bir tutarsızlık bulunmaktadır. (parag.51)" (Doç. Dr. M. Semih Gemalmaz. Age. İnsan Hakları Yıllığı Cilt117-18 / 1995-1996 Ankara Sayfa 142-143 )
Türkiye'nin işkence sicilini oluşturan ikinci rapor budur...Acaba, üçüncü, dördüncü veya beşinci raporlar var mıdır? İçinde bulunduğumuz durumun saptanması bakımından TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu çalışmalarına göz atmak 2001 yılında düzenlenen "Fezlekenin" anlaşılması için yararlı olacak. Komisyon Eski Başkanı Sema Pişkinsüt ne yaptı?
Komisyon 1998- 1999 Çalışma Raporu yayınlanmıştır. Ayrıca bu raporun yanında " Soruşturma Kovuşturma Yargılama Ceza İnfazı Erzurum Raporu 1988 ve 2000" , yine aynı başlık altında " Erzincan Raporu", "Tunceli Raporu", " Şanlıurfa Raporu" ile " Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi raporu 1988-2000" "Soruşturma ve Kovuşturma İstanbul Raporu 2000" olmak üzere insan hakları ihlalleri konusunda ayrı ayrı Raporları yayınlanmıştır.Bu raporlardan bir kaç saptamaya değinmek gerekirse : " 3.SONUÇ : İşkence gördüklerini söyleyen tutukluların, Kadıköy Yeldeğirmeni Karakoluna ait mekan ve kişi tanımlamalarına ilişkin anlatımlarının ile Heyetimiz gözlemlerinin bire bir örtüştüğü saptandı"
"B. Gaziosmanpaşa Küçükköy Şehit Tevfik Aslan Polis Karakolu.
SONUÇ : Tutuklu ifadelerinde tarif edilen mekanlar ile Heyetimizin gözlemlerinin hemen hemen aynı olduğu saptandı. Nezarethane defterinin 2000 yılı öncesi kayıtlarının arşive kaldırılmış olduğu bildirildi. 2000 yılı içerisindeki kayıtlarda karakol hakkında iddiaları olan tutuklu çocukların isimlerinin bulunduğu görüldü.
"Askı" da dahil, su bidonu, araba tekerlekleri gibi bazı malzemeler ve ses geçirmemesi için özel çabayla hazırlanmış bir oda keşfedilmiştir. Heyetimize yanıltıcı bilgiler verilmiştir ve bu oda saklanmak istenmiştir. Heyetimizde, kötü muamelenin ve hatta işkencenin yapıldığı konusunda kanaat oluşmuştur. Görevlilerin tutum ve davranışları kanaatimizin bu yönde oluşmasını güçlendirmiştir" (Soruşturma ve Kovuşturma İstanbul Raporu 2000. TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporu. Sayfa 13 ve Sayfa 43)
Bu raporlarda göze çarpan en ilginç saptamalardan birisi ise aynen şöyledir:
" DENETİM : "Farklı tarihlerde, farklı kovuşlarda, farklı çocukların aynı görevli kişilerden kötü muamele gördükleri yönünde iddialarının son derece açık ve yoğun olmasına rağmen idari tahkikat yönünden işin özüne inilmemiştir. Yargı süreci ise makul süreyi aşmış ve sonuçlanmamıştır. Özetlemek gerekirse; 1988 yılında açılmış olan bir kamu davasının iki yıldan fazla bir süredir hala sürüyor alması dikkat çekicidir. Adliyelerin yükü, ülkemizde yaşayan herkes tarafından bilinmektedir. Davanın görüldüğü mahkemelerin de, bir yılda baktığı dosya sayısının 3000 olduğu öğrenilmiştir. Ancak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde belirtilen "Adil Yargılanma Hakkı" çerçevesinde mütalaa edilmesi gereken, davaların en kısa sürede ve sürüncemede bırakılmadan sonuçlandırılması ilkesi konusunda Adalet Bakanlığınca iyileştirme çalışmalarının yapılması gerekliliği kaçınılmaz görünmektedir.
"Her ne sebeple olursa olsun bu görevin yapılmaması ve bu yetkilerin kullanılmaması asla mazur görülmemeli ve vahim bir görev zaafı sayılarak soruşturulmalıdır. Konunun üzerinde sapma gösterilmeden siyasi kararlılıkla gidilmelidir. Kamuoyunda bu konudaki asıl görev ve yetkilerin Valilik ve Başsavcılık makamlarına ait olduğu net olarak bilinememektedir. Bu sebeple, maalesef dikkatler genellikle alt ve orta kademelerde yoğunlaşmaktadır. Bu sorun ülkemizde önemli bir yer tutmaktadır." (TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi Raporu 1988 ve 2000 Sayfa 33-34)
Türkiye'nin işkence sicili hakkında TBMM bünyesinde kurulu Komisyon da üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı ve diğer "raporları" yazmış oldu. Ama Pişkinsüt hakkında "Fezleke" düzenlendi ve isimler istendi. Vermediği için "yasadışı örgüt"ler gibi konuşan kişi olduğu bu ülkenin adalet işlerine bakanlar tarafından kamuoyuna açıklandı.
Bu raporların altını çizdiği ülkemiz gerçeği bakımından yapılan şikayetleri ve yargıya intikal eden sayıları bilmekte yarar var. Ülkemizin adaletinde işkence, gayri insani muamele veya onur kırıcı davranış nasıldır ve sayısı kaçtır?
Türk Ceza Yasası'nın işkence ve efrada sui muamele (kötü muamele) yapıldığı iddiasıyla 1999 yılında cumhuriyet savcılıklarına 314 başvuru yapılmıştır. 2 bin 851 devlet memuru hakkında da adli soruşturma başlatılmış ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nün yaptığı incelemelerin sonucunda, işkence ve kötü muamele ile ilgili olarak açılan adli soruşturmaların çoğunun suçlanan personel lehine sonuçlanması dikkat çekicidir.
Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü yetkilileri, cumhuriyet başsavcılıklarına ulaşan iddialar ve mahkemelerde görülen davalarla ilgili çalışma yaparken İçişleri de aynı iddialarla ilgili olarak personele yönelik soruşturmalar hakkında bilgi vermiştir.
Araştırmaya göre, TCK'nin ''işkence'' yi içeren 243. ve ''efrada sui muamele''yi(kötü muamele) içeren 245. maddelerine göre 1999'dan 2000 yılının Mayıs ayına kadar cumhuriyet başsavcılıklarına 314 şikayet başvurusu yapılmıştır. Bu başvurulardan 160'ı hakkında dava açılmış. Yine aynı dönem içinde mahkemeler 23 mahkûmiyet kararı vermiş.
Emniyet Genel Müdürlüğü'nün inceleme sonuçları ise işkence ve kötü muamele iddiaları üzerine açılan adli soruşturmaların suçlanan personel lehine sonuçlandığını ortaya koyuyor. 1 Ocak 1995-31 Aralık 1999 arasında yapılan incelemede işkence iddiasıyla toplam 577 personelle ilgili adli soruşturma açılmış, bunlardan 107'siyle ilgili ''meni muhakeme'' kararı verilmiş.
İşkence iddiasıyla yargılananlardan ise sadece 10'u hüküm giyerken 68 memur hakkında da takipsizlik kararı verilmiştir. (Cumhuriyet 22.06.2000 "314 işkence başvurusu" LEVENT GENCELLİ Haberi.)
4- İŞKENCE YAPMAK VEYA HAK İHLAL ETMEK KAÇ PARA ?
Gündem 2000 belgesinde Avrupa Komisyonu, Türkiye'deki politik durum hakkında yaptığı değerlendirmede Topluluk müktesebatıyla uyumlu mevzuat hazırlama ve uygulama kabiliyeti olan bir idareye sahipti olduğunun altını çiziyordu.
Son yasal değişikliklere rağmen, Türkiye'nin kişi haklarını ve ifade özgürlüğünü destekleme konusundaki sicili, AB'deki standartların bir hayli gerisinde olduğu ve terörizm ile mücadele edilirken hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına saygı göstermek için daha fazla çaba harcaması gerektiği açıkça ifade ediliyordu.
"Devam eden işkence, kaybolma ve yargısız infaz olayları, hükümetin bu tür şeylere son vermeye kararlı olduğunun resmî ağızlardan defalarca beyan edilmesine rağmen, resmî makamların, güvenlik kuvvetlerinin faaliyetlerini izleme ve kontrol etme yeteneğinin sorgulanmasına neden olmaktadır." şeklindeki saptama Raporun en çok ilgi çeken bölümlerinden birisiydi.
Raporda işaret edilen satırbaşlarına göre; Türkiye, Medenî ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi haricinde, insan haklarının korunmasıyla ilgili en önemli sözleşmeleri onaylamıştır. Türkiye, İşkenceye Karşı BM Sözleşmesi'ni ve İşkencenin ve Diğer Gayrı İnsanî veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Önlenmesi için Avrupa Sözleşmesi'ni onaylamıştır. Türkiye, 4, 6 ve 7 sayılı Protokoller haricinde, İnsan Haklarının Korunması için Avrupa Sözleşmesi'ni de onaylamıştır. Türkiye, ölüm cezasını mevzuatında tutmaya devam etmektedir fakat bu ceza 1984'ten beri uygulanmamıştır.
1987'den bu yana, Türkiye'deki bireyler, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çerçevesinde sahip oldukları hakların ihlal edildiğini düşünüyorlarsa, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurmak hakkına sahiptirler. Ocak 1990'da Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bağlayıcı yargı yetkisini kabul etti.
Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na Türkiye'den yapılan başvuruların sayısı 1995'te 258, 1996'da 612 ve 1997'de 427 oldu.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 1996'da 5, 1997'de 8 ve 1998'de 9 başvuru hakkında Türkiye hakkında hüküm verdi. Bununla beraber, Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu nezdinde dava açılmasına engel olduğu için mahkum edilmiş olan tek ülkedir.
1 Kasım 1998'de 11 Nolu Protokolün yürürlüğe girdi. Protokol, insan hakları ihlallerini denetleyen, Strasbourg mekanizmasında önemli değişiklik yaptı. AİHM tam zamanlı çalışır hale geldi. Ön denetim organı Avrupa İnsan Hakları Komisyonunun (AİHK) kaldırıldı.
15 Şubat 1999 itibarıyla AİHM önünde Türkiye aleyhine 1924 dava vardı. 1290 davayla İtalya ikinci sıradaydı. 902 davayla Polonya üçüncüydü. Türkiye'ye karşı davalarda ise hak ihlalleri; yaşama hakkı (106), işkence (109), kişi güvenliği (129), adil yargılama (232), düşünce, din ve vicdan özgürlüğü (128) ve toplantı ve örgütlenme özgürlüğü (10) şikayet başvurusu olarak sıralanmıştı.
1999 yılı biterken Adalet Bakanlığı Uluslar arası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü 15 Aralık 1999 tarihi itibariyle "İnsan Hakları Dosyası" başlığıyla gösterdiği AİHM' NE yapılan başvuruların ayrıntılı dökümünü vermişti.
Bu döküme göre 8 Ekim 1999 tarihi itibariyle AİHK ve AİHM' NE Türkiye aleyhine 3880 başvuru yapılmıştır. 2250 tanesi Güney Kıbrıslı Rumların başvurularıdır. Türkiye aleyhine yapılan bireysel başvuruların dışında Danimarka'nın bir devlet başvurusu olmuş, Güney Kıbrıs Rum kesiminin dördüncü defa yaptığı bir devlet başvurusunda bulunduğu bu dökümde yazılıdır. Divan ve Delegeler Komitesi tarafından 46 karar çıkmıştır. Bunlardan 4 tanesi Türkiye lehinedir. 42 tanesi ise Türkiye aleyhinedir . 6 başvuru dostane çözümle sonuçlandırılmıştır.
Dışişleri Bakanlığından alınan verilere göre toplam 3880 başvurunun konusu ve nitelikleri şöyledir:
1 Güney Kıbrıs Rum Kesiminden Yapılan Başvurular 2250
2 Kamulaştırma bedellerinin geç ödenmesi 455
3 Köy yakma ve boşaltma 418
4 İşkence ve gözaltı süresinin uzunluğu 350
5 Kayıp-Faili Meçhul ve Yaşama Hakkı 134
6 Adil yargılanma 94
7 Düşünce ve İfade özgürlüğü 75
8 Yüksek Askeri Şura Kararlarıyla TSK'den uzaklaştırılan subaylar 62
9 Mülteci başvurusu 22
10 Sendika hakkı ve parti kapatma 13
11 Devlet başvurusu 2
12 Yürürlükte olmayan kanun uygulaması 2
13 Aile hayatı ve konut hakkı 3
16 Haziran 1999 tarihi itibarıyla AİHM önünde bulunan 9 bin 979 davanın yaklaşık beşte birini Türkiye'ye karşı yapılmış şikayet dosyaları oluşturuyordu. Türkiye'ye ilişkin bu dosyaların sayısı 2 bin 115'i bulmuştu. Davaların odaklandığı konular ise adil yargılama, düşünce özgürlüğü, kişi güvenliği, işkence, yaşama hakkı, örgütlenme özgürlüğü olarak kendini göstermişti.
(AİHM) 1999 yılı Temmuz ayında Türkiye aleyhine yapılan başvurulardan 15 dosyayı karara bağlayarak davaların hepsinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ihlal edildiğine belirterek Türkiye'yi 1 milyon 708 bin Fransız Frankı (yaklaşık 110 milyar lira) tazminat ödemeye mahkum etti.
15 davadan 13'ünde Türkiye'nin ifade özgürlüğünü garanti altına alan AİHS'nin 10. maddesini ihlal ettiğine karar verildi. Mahkeme, yargılama sonrası bazı davalarda 10. maddenin yanı sıra 6. maddenin de ihlal edildiğini saptadı. Adil yargılamayı öngören 6. maddenin ihlaline gerekçe olarak da DGM'ler gösterildi. DGM'lerin yapısı TBMM tarafından kabul edilen Anayasa ve yasa değişikliği ile değiştirilmiş olsa da geçmişteki başvurular nedeniyle Türkiye'nin tazminat ödemesi karara bağlanıyordu.
İfade özgürlüğünün ihlali ile ilgili 13 dava dosyasının dışındaki iki davada ise Sözleşmenin 13. maddesi ile yaşama hakkını koruyan 2. madde ve işkenceyi yasaklayan 3. maddenin ihlal edilmiş olduğuna karar verilerek Türkiye tazminata mahkum edilmişti.
Yapılan bu başvurular nedeniyle 26 Temmuz 1999 tarihi itibariyle Avrupa İnsan Hakları mahkemesi tarafından Türkiye aleyhine çıkan 46 kararın ihlal edilen hakka göre nitelikleri şöyledir:
1 İfade Özgürlüğü 15
2 Yaşama Hakkı 7
3 İşkence ve Kötü Muamele 6
4 Adil Yargılama 6
5 Gözaltı süresinin uzunluğu 4
6 Ev ve köy yakma 3
7 Parti Kapatma 2
8 Kamulaştırma 2
9 Mülkiyet hakkı 1
8 Ekim 1999 tarihi itibariyle AİHK önünde varılan dostane çözümler sonucunda 578.570 ABD $ karşılığı 160.495.318.000.-TL ödenmiştir.
Yine Dışişleri Bakanlığı verilerine göre toplam olarak 107.426.815.Türk lirası, 344.020 Fransız Frangı, 27.000 İngiliz Sterlini AİHM kararlarına göre ödenen tazminatlardır.
Aynı tarih itibariyle toplam olarak ödenecek tazminat bedelleri ise 798.643 USD, (yaklaşık 429 milyar lira) 1.314.923 Fransız Frangı (yaklaşık 108 milyar lira) ve 181.035 İngiliz Sterlini (yaklaşık 156 milyar lira) olmuştur.
15.12.2000 günlü Milliyet gazetesinde "Jandarma, AİHM' DE 18 davayı kaybetti" başlığıyla bir haber yayınlandı. Haber aynen şöyleydi:
"Ankara Jandarma Bölge Komutanlığı Harekat Eğitim Şube Müdürü Kıdemli Albay Fevzi Yıkılmaz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde Türkiye aleyhine açılan beş bine yakın başvurunun jandarmayla ilgili olan 20 tanesinden 18'inde aleyhte karar çıktığını açıkladı. Jandarma Komutanlığı'nca düzenlenen "İnsan Hakları" seminerine katılan Yıkılmaz şu bilgileri verdi:
"Jandarmayla ilgili 179 başvurudan 159'u için dava açıldı. 20'si sonuçlandı. 18'i Türkiye aleyhinde, ikisi lehte sonuçlandı. Bugüne kadar ödenen 2.8 trilyon liralık tazminatın 1.1 trilyonu jandarmayla ilgili."
21 Mayıs 2001 günlü TGC Bizim Gazete'in haberine göre Türkiye aleyhine yapılmış beş bin başvuru bulunduğu haberde yer alıyordu. Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk Anap İstanbul Milletvekili Emre Kocoğlu'nun AİHM' DE Türkiye'ye karşı yapılan başvurular ve ödenen tazminatlarla ilgili soru önergesine verdiği yanıtta;
* Türkiye aleyhine 2.250 başvurunun Güney Kıbrıs Rum kesiminden,
* 1500 başvurunun ise Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayanlar tarafından yapıldığını bildirmişti.
Adalet Bakanlığı tarafından verilen yanıta göre;
* Kırk başvuru "kabul edilemez" bulunmuş ve 45 başvuru da kayıttan düşürülmüştü.
* AİHM'si 108, Delegeler Komitesi ise 10 dava hakkında karara vardı.
* Bu davalardan 101'i Türkiye aleyhine, yedisi ise Türkiye lehine sonuçlandı.
* İki başvuru için de kayıttan silme kararı çıktı.
* 37 başvuru ise dostane çözümle bitirildi.
Adalet Bakanlığı verilerine göre, Türkiye aleyhine sonuçlanan davalarda 179 milyar 560 milyon 885 bin Türk Lirası, 171 bin 124 İngiliz Sterlini, 139 bin 249 ABD doları ve 890 bin 281 Fransız Frangı tazminat ödendi. Yine Türkiye 764 bin 112 İngiliz Sterliğini, 1 milyon 528 bin 281 ABD Doları, 786 bin 924 Alman Markı ve 9 milyar Türk lirası tazminat daha ödeyecek.
Aradan daha bir aylık bir süre geçmeden 11.06.2001 günlü Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan habere göre AİHM' DE Türkiye aleyhine yapılan başvurulardan dolayı devam eden 141 davadan 131'inde Türkiye yaklaşık 4.5 milyon İngiliz Sterlini, 706 bin Amerikan doları, 8 milyon Fransız Frankı ve 60 bin Mark tazminat ödemeye mahkûm edildi. Bu verilerde Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Mesut Yılmaz tarafından veriliyordu.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz, FP Afyon Milletvekili Sait Açba 'nın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne Türkiye aleyhine yapılan başvurulara ilişkin sorularını yanıtlarken verdiği bu rakamlardan başka Türkiye aleyhine 1990 yılından bu yana 2 bin 700 dava açıldığını da bildirdi. Ayrıca AİHM tarafından Türk Hükümeti'nin bilgisine sunulan 701 davada ise 4 bin 15 kişi hak ihlaline uğradıkları gerekçesiyle Türkiye aleyhine başvuruda bulundu. Ancak, hükümetin bilgisine sunulmamış olan 2 bin davada başvuran sayısının kaç kişi olduğunun bilinmediği, bu davalardan birini Güney Kıbrıs Rum yönetimi, 598'ini Türk vatandaşlarının 103'ünü de yabancıların açtığı bildirildi.
Türk vatandaşlarının açtığı davaların konuları açısından dağılımı şöyle: ''Kamulaştırma bedellerine itiraz, köy yakma ve boşaltma olayları, yaşam hakkının ihlali (Kayıp şahıslar ve faili meçhul adam öldürmeler), işkence, kötü muamele ve haksız gözaltına alınma, gözaltı süresinin uzunluğu, düşünce ve ifade özgürlüğü, adli yargılanma hakkının ihlali, Yüksek Askeri Şûra kararları, uzun yargılama (Dev-Yol başvuruları), parti kapatmalarla ilgili başvurular, diğer başvurular (Dernek kurma ve toplantı özgürlüğünün ihlali, mülteci başvuruları gibi).''
Başvuranların genellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin birkaç maddesinin ihlal edildiğini iddia ettikleri için, dava konularına ilişkin sağlıklı rakamsal verilerin olmadığı, ancak davalar arasında kamulaştırma davaları ile ifade özgürlüğü davalarının önemli yer tuttuğu bildirilen davalardan 10'unun Türkiye lehine, 131'inin de aleyhine sonuçlandığı bildirilen yanıta göre Türkiye tarafından ödenen para cezaları şöyle: ''582 bin 897 dolar, 7 milyon 839 bin 610 Fransız Frankı, 1 milyon 568 bin 883 İngiliz Sterlini, 57 bin 639 Alman Markı, 11 milyar 633 bin 400 Türk Lirası." İşlemleri süren başvurular içinde " 2 milyon 896 bin 514 İngiliz Sterlini, 123 bin 520 ABD Doları, 75 bin Fransız Frankı ödenecek.''
5- ASIL SUÇ FAİLLERİ İŞKENCEYE GÖZ YUMANLARDIR
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer IKV Genel Kurulu toplantısındaki konuşmasında AB ile aramızdaki ilişkilerin geri dönülemeyecek bir aşamaya girdiğini söylerken haklıydı. Ulusal Program'da öngörülen ekonomik, yönetsel ve hukuksal alanlardaki değişikliklerin hızla gerçekleştirilmesini sağlamamız gerekmektedir. Türkiye, öncelikle insan hakları alanında evrensel normlara uyum sağlamak ve uluslararası sözleşmeler karşısında Anayasa ve yasa kurallarını gözden geçirerek, sözleşmelerde öngörülen evrensel ölçütleri hukukuna kazandırmakla yükümlüdür.
İnsan hakları, iç hukuk konusu olmaktan çıkmış, uluslararası hukuk konusu durumuna gelmiştir. İnsan haklarına ve temel özgürlüklere saygı, tüm çoğulcu demokratik toplumların paylaştığı bir değerdir. Ulusal Programda öngörülen insan hakları alanındaki yasal değişikliklerin hızla gerçekleştirilmesi ve bu çalışmalarda Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletler çerçevesinde kabul edilmiş sözleşmelere olabildiğince uyulması çok önemlidir. Ölüm cezasının Türk Ceza Yasası'ndan çıkarılması, işkence uygulamasının ya da söylentilerinin ortaya çıkabildiği gözaltında bulundurma süresini kısaltacak yasal değişikliklerin yapılması ve düşünceyi açıklama özgürlüğünün sınırlandırılmasında, Batılı ülkelerde olduğu gibi "açık ve mevcut" tehlike ölçütünün aranmasını gerektirecek yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi yararlı olacaktır. Cumhurbaşkanı bunları söylüyor...
İşte geçmiş işkence sicilimizdeki sabıka kayıtlarımız yanında, "işkence" konusunda araştırma yapan ve rapor hazırlayan TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu eski Başkanı hakkında "Fezleke" düzenlemek aslında onur kırıcı bir tavırdır. Hak ihlallerini kendilerine verilmiş hak olarak görenlerin hukuka aykırı eylemlerini bir yana bırakıp; işkence olgusunu belirleyenler hakkında düzenlenen "fezlekelerle" onları cezalandırmayı isteyerek hukukun üstünlüğünü benimsemiş devlet olunamaz.
İşkence yasağının ihlali ile ifade özgürlüğü ve diğer hak ihlalleri bakımından hepimizin cebinden ödenen "kaç paraların" asıl sorumluları kimlerdir? Asıl soru budur. Asıl suç failleri; cebimizdeki paraları tazminat olarak ödemekte sakınca görmeyenlerle, bağışlanmayacak işkence suçunun failleri olmakta ısrarlı davrananlardır.