Orta öğrenimimi Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nde, Üniversiteyi İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde tamamladım. Mezuniyet sonrası intisap ettiğim İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı'nda doktora konum olarak, bir idari birim olarak Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinde çalışmayı seçtim.
Amerika Birleşik Devletleri'ndeki New York Üniversitesi'nde yaptığım lisansüstü çalışmalar sırasında ve doktoramı tamamlamamı izleyen zamanlarda akademik çalışmalarımı Türkiye ve dünyadaki din ve devlet ilişkileri üzerine ve siyaset bilimi, hukuk, siyaset sosyolojisi perspektifleri ile sürdürdüm. Diyanet İşleri Başkanlığı üzerindeki ilk ve en kapsamlı çalışma olması açısından, bu konuya yoğunlaştığım 1980'lerin ikinci yarısından itibaren Diyanet yetkilileri ile ilişkilerim akademik çerçevede yoğun oldu. Aynı şekilde, Türkiye'deki ve hatta dünyadaki çeşitli dinsel yapılanmalarla akademik çalışmalarım nedeniyle irtibat halinde bulundum.
Doktora çalışmamı tamamladığım 1990'ların başlarından itibaren, çalışmakta olduğum din-devlet ilişkileri konusunun gittikçe önem kazanması da nedeniyle, yalnızca ulusal ve uluslararası çeşitli akademik ortam ve kurumlardan değil, medya kuruluşlarından da teklifler aldım. Düşünsel çizgisine katılmasam da, bu önerilerin her birini kabul etmeyi akademik bir görev addettim. Dolayısıyla pek çok gazete, televizyon kanalı, radyo gibi mecralarda akademik çalışmalarımın sonuçlarını ve bu sonuçlar hakkındaki görüşlerimi ifade ettim. Altını çizmek isterim ki, bu ifadeleri her zaman formel eğitimini almış olduğum hukuk ve akademik olarak yoğunlaştığım sosyal bilimler çerçevesinden hareketle ettim. Nitekim, mevcut yargı sürecinde bana suçlama olarak yöneltilmiş olan televizyon kanalındaki ifade de, hukuki ve akademik bir değerlendirmedir.
2015 senesinde Samanyolu TV'den almış olduğum öneriyi kabul ederek bir dizi tartışma programında konuk akademisyen olarak bulundum; bu programlara adet üzere ödenen telif ücreti, kanalın hesaplarının bulunduğu Asya Bank nezdinde gıyabımda açılmış olan hesaba yatırılmıştır. Bu hesapta başka benim hiçbir şahsi hareketim bulunmamıştır; yalnızca yatırılmış olan paraları çektim; daha önce de bu banka ile benim hiçbir hesap ilişkim olmadığı mahkemenize gelen hesap bilgilerinden de anlaşılmaktadır.
ByLock olarak adlandırılan programı basındaki haberlerden duydum; daha önce böyle bir programın varlığından dahi bihaberdim. Hiçbir zaman şahsi telefonumda böyle bir program bulunmadı; ancak konuştuğum şahıslarda bu programın bulunup bulunmadığı hakkında elbette hiçbir bilgi sahibi olmam da mümkün değildir.
2014 yılında CHP'den almış olduğum teklif üzerine 2015 Şubat'ında dekanı bulunduğum İstanbul Doğuş Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi'ndeki görevimden istifa ettim. Nisan ayında parti tarafından milletvekili adayı olarak aday gösterilmeyince, bundan sonra tarafıma yapılan akademik teklifleri değerlendirdim. Aralarında şartlarıma en uygun olan İzmir Gediz Üniversitesi rektörü Prof. Seyfullah Çevik tarafından yapılmış olan teklifi kabul ederek 2015 Ağustos'unda göreve başladım.
Tekrar etmek isterim ki, Rektör Seyfullah Çevik beni bizzat telefonla aramış, yol giderlerim karşılanarak İstanbul'dan İzmir'e iş görüşmesi için davet etmiştir. Üniversite nezdinde bu tercihin, gerek medyadaki görünürlüğüm gerek ulusal ve uluslararası akademik dünyadaki itibarım nedeniyle olduğunu düşünüyorum. Rektör Prof. Seyfullah Çevik dahil o gün Gediz Üniversitesi Rektörlüğünde bulunan hazirunun her biriyle ilk kez tanıştım. Daha önce de belirttiğim gibi, derhal o gün yapılan teklif üzerine, ikametgahım olan İstanbul'a dönüşümde eşimle yaptığımız genel bir değerlendirme sonucu koşullarımıza en uygunu olarak bu teklifi görerek kabulümü bildirdim ve önceden ifade ettiğim gibi, Ağustos 2016'dan itibaren haftada üç gün için yol ve İzmir'deki kalış masraflarım karşılanmak da üzere göreve başladım. 21 Temmuz 2016 tarihinde adı geçen üniversitenin insan kaynakları birimi tarafından gönderilen bir e-posta vasıtasıyla açığa alındığımı öğrendim. İddianamede bana yöneltilen suçlamalar göz önünde bulundurulduğunda, "FETÖ” olarak adlandırılan yapılanmanın finansmanı ile yürütülmekte olduğu iddia edilen bir üniversitenin tek açığa alınan öğretim üyesinin şahsım olmasını ironik hatta manidar buluyorum. Bu hukuksuz işleme karşı, 22 Temmuz 2016 tarihinde idari dava açtım; anılan dava derdest durumdadır.
Din-devlet-toplum ilişkileri meselesinin özellikle 1990'lardan sonra artan bir önem kazanması nedeniyle de, akademik çalışmalarımı, yalnızca ulusal değil uluslararası arenada da sürdürdüm. Dönem dönem Londra Üniversitesi gibi çeşitli saygın akademik kurumlarda öğretim üyeliği yaptım. Mesleğimin olgunluk aşamasına geldiğim şu dönemde de almakta olduğum pek çok teklifi, ailevi nedenlerle, özellikle de sağlık olarak bakıma muhtaç bulunan annemin yanında bulunmayı tercih etmem nedeniyle kabul etmedim. Oxford Üniversitesi, Londra Birkbeck Üniversitesi bunlardan yalnızca ikisidir. Yukarıda adı geçen üniversitedeki görevimin sona ermesinden sonra bu teklifleri değerlendirebilecekken, belirttiğim gibi annemin rahatsızlığı nedeniyle Türkiye'de kalmayı tercih ettim. Ekim 2016 tarihinde, Avrupa Birliği bünyesinde yürütmekte olduğum bir proje toplantısına giderken, havaalanında şahsıma uluslararası seyahat yasağı konmuş olduğunu öğrendim.
Süregelmekte olan bu yasak gerek ekonomik şartlar, gerek akademik ihtiyaçlarım nedeniyle, tarafıma telafisi güç ve hatta imkansız zararlar doğurmuştur ve doğurmaya devam etmektedir. Fakat daha da acısı, haksız ithamlar ve usule aykırı tutuklama kararı neticesi tutuklanmam dolayısıyla annem tek çocuğu olan bensiz 3,5 ay geçirdi. Sayın mahkemenizin 30 Mart 2017 tahliyeme karar vermesi ile son beş ayını yanında geçirme fırsatım oldu ve annemi 31 Ağustos 2017 tarihinde kaybettim.
Bu davada sanık olarak bu ithamlarla yargılanmak ve tutuklanmak ne kadar büyük bir haksızlıksa, annemin yanında o 3,5 ay olamamak da o kadar büyük bir acıydı.
20'li yaşlarımda başladığım akademik çalışmalarımın tümü halen adli kolluk tarafından el konulmuş olan bilgisayarımda bulunmaktadır. Bu uygulamanın sürmesi bir akademisyen için düşünsel yaşam kaynaklarının kurutulması anlamına gelmektedir. Yalnızca bilgisayarımın değil, back-uplarından da aynı nedenle yoksun kılınmanın, herhangi bir kişinin benzer araçlarından yoksun kılınmasından çok daha vahim etkiler doğurduğu aşikardır. El konulan bilgisayar, telefon, iPad ve vs elektronik aygıtlarımın içeriğinden birer kopya örnek alınarak bu elektronik aygıtlarımın tarafıma verilmesi yönündeki aylarca önce avukatım aracılığıyla yapmış olduğum başvurum da henüz neticelenmiş değildir.
Yukarıda kısaca açıklanan gerekçelerle,
Sonuç olarak; benim için bir işkenceye dönmüş bu davada öncelikle beraatime hükmedilmesini, haliyle yurtdışı yasağımın kaldırılmasını ve adli kollukta bulunan tüm aygıtların tarafıma iadesini yüksek mahkemenizden saygılarımla arz ve talep ederim. (TS/EA)