Fotoğraf: İHD Amed / Twitter
Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) Diyarbakır Şubeleri ile Diyarbakır Tabip Odası 26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü’nde kentteki İnsan Hakları Anıtı’nda ortak bir açıklama yaptı.
İnsan hakları savunucularının da katıldığı açıklamada konuşan Diyarbakır Tabip Odası Başkanı Elif Turan Birleşmiş Milletler’in 1987’de yürürlüğe giren ‘İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme’sini hatırlattı.
“Türkiye’nin de altına imza attığı bu Sözleşme, insanın sahip olduğu onur ve değeri korumak için işkenceyi mutlak olarak yasaklar” dedi. İşkencenin hiçbir koşulda istisnası olamayacağını söyledi. Buna karşın işkencenin, dünyanın pek çok ülkesinde devletler tarafından toplumlara karşı insanlık dışı bir cezalandırma ve yıldırma aracı olarak kullanıldığını ifade etti.
Türkiye’de işkencenin Cumhuriyet tarihi boyunca sistematik bir şekilde bir devlet pratiği olarak sürdürüldüğünü söyledi. Turan şunları söyledi:
“Maalesef Türkiye’de işkence ve diğer kötü muamele sadece askeri darbeler döneminde değil tüm cumhuriyet tarihi boyunca sistematik bir devlet pratiği olarak varlığını korumuştur. Ancak ekonomiden toplum sağlığına kadar ülkenin tüm meselelerini güvenlik sorunu haline getiren mevcut siyasal iktidarın her geçen gün daha da artan baskı ve kontrole dayalı yönetme tarzı sonucu günümüzde tüm ülke adeta işkence mekânı haline gelmiştir.
“Veriler mutlak yasağa ve insanlığa karşı bir suç olma vasfına rağmen işkencenin Türkiye’nin en başat insan hakları sorunu olduğunu ortaya koymaktadır. “İşkenceye sıfır tolerans” sözü tarihsel ve olgusal olarak koca bir yalandan başka bir şey değildir.”
"En riskli mekan cezaevleri"
Turan, gösteri yapma özgürlüklerini barışçıl biçimde kullanarak atanmış rektörü protesto eden Boğaziçi öğrencilerinden, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına itiraz eden kadınlara ve LGBTİ+’lara, sendikalı oldukları için işlerinden atılan ve hak arayan işçilere, topraklarına sahip çıkan köylülere karşı yapılan muameleleri hatırlattı. Bu durumun “cezasızlık politikası”ndan kaynaklandığını dile getirdi:
“İşkence ve diğer kötü muamele uygulamalarının her açıdan yoğun olarak yaşandığı cezaevleri, Covid-19 salgını ile birlikte ülkenin yaşamsal açıdan en riskli mekânları haline gelmiştir.
“Adalet Bakanlığı tarafından salgın gerekçe gösterilerek alınan önlemlerle hapishanelerde mahpusların zaten kısıtlanmış olan hakları daha da kısıtlanarak işkence ve diğer kötü muamele boyuna varan yeni bir ‘normal’ yaratılmıştır."
"Etik ve hukuk kurallarına uygun davranılmalı"
İşkenceyi önleme/durdurma yükümlülüğünün öncelikle devlette olduğunu söyleyen Turan, taleplerini şöyle sıraladı:
• İşkencenin ülkemizde bu boyutta olmasının en temel nedeni işkence yasağının mutlak niteliği ile bağdaşmayan çok ciddi bir cezasızlık kültürünün varlığıdır. Her şeyden önce sıradan bir kural haline getirilmeye çalışılan cezasızlık politikalarına son verilmelidir.
• Her düzeyde yetkililer işkenceyi ve işkenceciyi öven, teşvik eden söylemlerden vazgeçmeli, uluslararası mekanizmaların tavsiyeleri doğrultusunda işkence uygulamaları kamuya açık bir şekilde kesin olarak kınanmalıdır. • Gözaltı koşullarında usul güvenceleri eksiksiz olarak uygulanmalıdır.
• Gözaltı süreleri kısaltılmalıdır.
• Mevcut Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) kaldırılmalı OPCAT ve Paris İlkelerine uygun tümüyle bağımsız bir ulusal önleme mekanizması oluşturulmalıdır.
• İşkencenin belgelenmesi ve raporlandırılması bir BM belgesi olan ‘İstanbul Protokolü’ ilkelerine göre yapılmalıdır.
• İşkenceye ilişkin iddialar hızlı, etkin, tarafsız bir şekilde soruşturulmalı, bağımsız heyetlerce araştırılmalı, adli yargılama süreçlerinin her aşamasında uluslararası etik ve hukuk kurallarına uygun davranılmalıdır.
(HA)