Sermaye olmayınca...
Paraya ihtiyaçları vardı. Ellerindeki tek "sermaye" ise kendisiydi. Komşu köyden daha önce evlenip boşanmış Sabri Ö. talip oldu. O zamanın parasıyla 125 bin lira karşılığında evlendirildi, kendi tanımıyla "satıldı". Hamile kalıncaya dek bir kaç kez kaçıp baba evine gitti. Ama her seferinde geri gönderildi. 10 yıl içinde 5 çocuk doğurdu S..
İyi kötü geçiniyorlardı. Bölgede yaşanan olaylar nedeniyle, henüz çocuk yaştayken kendisini gözaltına alan askerlerden, daha sık görür olmuştu. 1993'te, Lice'nin yakılıp yıkıldığı olaylardan sonra gelen askerler, bu kez köyü boşaltmalarını istedi. Altıncı çocukları göç ettikleri Antalya'da doğdu. Kocası inşaatlarda çalışıyordu.
Kocası tutuklandı
Bir gün evlerini polis bastı. Bir PKK itirafçısının örgüt üyesi olduğunu söylemesi üzerine kocası tutuklanıp Nazilli'ye gönderilince S.Ö., İzmir'deki ablasının yanına göçtü çocuklarıyla birlikte. Kendisi için giderek daha da zorlaşan hayatı çiçek seralarında çalışarak ve görüş günleri kocasını ziyarete giderek geçiyordu. "Bundan daha kötüsü olamaz" diye düşünüyordu. Ama daha kötüsü olduğunu yaşayarak öğrendi.
Ve gözaltı
1997'nin Kasım ayında babasının hastalandığı haberi gelince Diyarbakır'a gitti alelacele. 5 Kasım günüydü. Otobüsten indiği gibi görümcesinin evine gitti. Bir çay iç, biraz dinlen dediler. Bir yatağa uzandı. Yorgunluktan kendinden geçti...
"Bir tekmeyle kendime geldim. Birisi 'Ayağa kalk ellerini başının üzerine koy' diyordu. Beni bir odaya sokup küfür edip dövmeye başladılar. 'Silahlar nerede? Kime getirdin' diye soruyorlardı. Bir saat kadar dövüp evin her yerini aradıktan sonra beni bir arabaya sokup emniyete götürdüler".
İşkence, tecavüz...
S.Ö., İzmir polisinin PKK'ya yönelik bir operasyonunda adı geçtiği için gözaltına alınmıştı. 3 gün gözaltında tutulup "sorgulandı". Tutuklanmasından çok sonra İstanbul'da bulunan Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu'na yaptığı yazılı başvurusunda "sorguda" başından geçenleri şöyle anlattı:
"Diyarbakır Terörle Mücadele Şubesi'nde bir odaya alındım. Gözlerim kapatılıp ellerim de arkadan bir iple bağlandı. Küfür edip dövüyorlardı. Sonra içlerinden birisi 'soyun' dedi. Yalvarıyordum ama sürekli gülüyorlardı. Kendisine 'komiser' diye hitap edilen birisi, 'Soyun be. Her gün senin gibi 100 kişi elimden geçiyor' dedi. Sonrasında ise eteğimi, gömleğimi ve iç çamaşırlarımı zorla çıkarttılar. Silahların yerini söylemezsem 'namusumun gideceğini' söylüyorlardı.
Birisi beni yere yatırdı. Göğüslerimi ve vücudumu yalıyordu. 'Kocan cezaevinde sen bu işleri özlemişsindir' dedikten sonra da tecavüz etti. Sonraki günlerde beni yine çırılçıplak soyundurup kollarımdan askıya aldılar. Islattıktan sonra ayak parmaklarım, göğüs uçlarım ve cinsel organımdan elektrik verdiler. Vücudumda ve cinsel organımda sigara söndürdüler. Askıdan sonra bir tekerin içine koyup havada döndürdüler ve yine elektrik verdiler. Yine bu tekerin içinde bulunduğum sırada da copla makattan ve vajinadan tecavüz ettiler."
İzmir'de de işkence
İfadesinde suçlamaları reddeden S.Ö. 7 Kasım günü, soruşturmanın merkezi olan İzmir Emniyeti'ne gönderildi. Burada 5 gün boyunca nasıl "sorgulandığını" şöyle anlattı:
"Sürekli olarak gözlerimi bağlı tuttular. Çırılçıplak halde kollarımdan askıya alındım. Tecavüzle tehdit edip elektrik verdiler. Soğuk suya tutuldum. Bir polis, beni çırılçıplak halde yere yatırdıktan sonra diğerleri fotoğraf çekti sonra da, 'eğer sana yapılanları anlatırsan bunu kocana gönderirim' dedi. Bana sürekli 'orospu' diye seslenip kerhanede çalıştıracaklarını söylüyorlardı."
İlk intihar denemesi
Gözaltına tutulduğu 5 gün boyunca, soruşturmada gözaltına alınanların hepsi birden, iki kez doktor kontrolüne götürüldüler. Bir kaç polisle birlikte toplu halde soktukları odada, doktorun "Darp cebir iziniz var mı?" sorusuna hep birlikte "yok" yanıtı veriyorlardı. S.Ö. İzmir'deki "sorgunun" dördüncü gününde bir kez daha ama bu kez mecburiyetten doktora götürüldü. Tecavüz travması yaşadığını belirten S.Ö., konulduğu hücreyi paylaştığı iki kadın uyurken battaniyenin şeritlerini sökerek yaptığı iple kendini parmaklıklara asmıştı.
Tutuklandı
S.Ö. gürültülere uyanan diğer kadınların bağırması üzerine nezarethane nöbetçisi polis tarafından kurtarılarak hastaneye götürüldü. Tedavisi yapılıp aynı gece emniyete götürüldü. 12 Kasım günü çıkarıldığı İzmir DGM'de de, TCK'nin 169. maddesi uyarınca, "yasadışı örgüte yardım yataklık ettiği" suçlamasıyla tutuklanarak Uşak Cezaevi'ne konuldu. Yanında en küçük çocuğu Ciğerhun da vardı.
Cezaevinde de intihar girişimi
S.Ö., ne gözaltısı boyunca götürüldüğü doktor kontrollerinde, ne de çıkarıldığı savcılıkta intihar girişiminde bulunmasına neden olan olayları anlatabilmişti.
Uşak Cezaevi'ne konulduğunun 5. gününde bu kez de hap içerek intihara kalkıştı. Kusmaya başlayınca koğuşta bulunan tutuklu bir hemşirenin çabasıyla yine kurtarıldı. Bu denemeden 2 ay sonra yine hap içerek intihara kalkışan S.Ö., bir kez daha kurtarıldı.
"Ya kocam duyarsa"
"Tecavüz edilmek çok ağır gelmişi bana. Kendimi kötü, kirli hissediyordum. Yaşadığım bunca şeyi hak edecek bir şey yapmadığımı söylüyordum kendi kendime. Yaşamak taşıyamayacağım kadar ağır bir yüktü sanki. En büyük korkum da başıma gelenleri kocamın duymasıydı. Beni böyle kabul etmezdi biliyorum. Ona dahi söyleyememek çok yıpratıcıydı. O yüzden ölmek istiyordum. Ama koğuştaki diğer kadınlar orada kaldığım 1.5 yıl boyunca beni hiç yalnız bırakmadı."
Kötü haberler bitmedi
S.Ö, hasta olduğu için ziyarete gittiği, ancak gözaltına alındığı için göremediği babasını 4 ay sonra kaybetti. 5 çocuğu ise "dışarıda" yaşam mücadelesi veriyordu. S.Ö için cezaevinde kötü haberlerin ardı arkası kesilmedi adeta. Köyünün yakıldığını da burada öğrendi. Kayınbiraderi yanan evlerinden ciddi yanıklar alarak kurtulurken, kayınpederinin gözaltında tutulduğu karakoldan ölüsü çıktı.
Suç duyurusu
Koğuştaki kadınların yardımları ve son denemesinde ağlayan çocuğuyla yüzyüze gelince intihar fikrinden vazgeçen S.Ö., Uşak'tan sonra kocasının sevk edildiği Burdur Cezaevi'ne gönderildi.
Burada koğuştaki diğer kadınların telkinleri üzerine Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu'na yazılı bir başvuru yaparak suç duyurusunda bulunulmasını istedi. Başvuru üzerine avukat Fatma Karakaş, 3 Şubat 1999'da, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'na Diyarbakır ve İzmir Emniyet Müdürlüğü'ndeki polislerle ilgili işkence ve tecavüz iddiasıyla suç duyurusunda bulundu.
Savcının ısrarı
Suç duyurusu üzerine incelemede bulunan dönemin Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, "Yapılan incelemede müştekinin iddialarını kanıtlayacak delillere rastlanmadığından soruşturmaya gerek kalmamıştır" yanıtı verdi.
Ancak Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı Ömer Faruk Yurdagül, Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi'ne başvurarak Okkan'ın kararına itiraz etti. itirazın yerinde görülmesi üzerine 15 Mayıs 2000'de Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 8 polis hakkında "Sanığa cürümünü söyletmek için işkence ve kötü muamele yapmaktan" 8 yıla kadar ağır hapis istemiyle dava açıldı.
Tecavüz iddiaları da yine işkence kapsamında değerlendirilerek ayrı suç maddesinden dava açılmadı. İzmir polisi ile ilgili de herhangi bir soruşturma açılmadı.
Tecavüz iddianameye yansıdı
Savcı İsa Altun'un hazırladığı iddianamede, sanıklar Hasan Şener, Kemal Kamış, Atilla Mert, Mehmet Ali Karakaya, Ali Güçlü, Cevat Çevik, Birol Sakallı ve Nuretin Şener'in neden yargılanması gerektiği şöyle dile getirildi:
"Sanıkların gözaltına aldıkları S.Ö'yü, gözleri bağlı olarak sorgu odasına aldıkları, hakaret ettikleri, elbiselerini zorla çıkarttıkları, göğüslerini ve vücudunu yaladıkları, çırılçıplak bir halde askıya aldıkları, vücudunda sigara söndürdükleri, göğüs ve parmak uçları ile cinsel organına elektrik verdikleri, tekerlek içine sokarak havada döndürdükleri ve müştekinin vajina ile makatına cop soktukları, çıplak bir halde ıslatıp rüzgara tuttukları doktor raporları ve tüm hazırlık evrakı kapsamından anlaşılmıştır."
Tehditler başladı
S.Ö. 2000 yılında yürürlüğe giren Şartlı Tahliye Yasası'ndan yararlanarak cezaevinden çıktıktan sonra İzmir'e çocuklarının yanına gitti. Ayda bir kez de Burdur Cezaevi'ndeki kocasını görmeye gidiyordu. Bu arada Türkiye İnsan Hakları dokorlarınca psikolojik tedavisi sürüyordu. İzmir Tabip Odası uzmanlarınca hazırlanan ve Diyarbakır'daki dava dosyasına da giren raporda da yaşadığı işkence ve tecavüzle ilgili iddialarını doğrulayan psikolojik travmalar yaşadığı belirtildi. Hayatı biraz düzene girer gibi olmuştu ama bu kez de, işkence davası açtığı için polisler tarafından tehdit edilmeye başlandı.
Ölüm tehdidi
"Davadan vazgeçmem için eve tehdit telefonları geliyordu. Küçük oğlumu iki, büyük kızımı ise bir kez kaçırıp tehdit ettiler. Bununla ilgili de suç duyurusunda bulundum. Bir gün İzmir'deki avukatımın bürosundan çıkarken sivil polislerce bir arabaya zorla bindirilerek kaçırıldım. Ormanlık bir alana götürüldüm. Cinsel tacizde bulunup tecavüzle tehdit ettiler. Sonra davadan vazgeçmezsem öldüreceklerini söylediler. Kafama silah dayadılar. Kaybedecek bir şeyim yoktu. 'Yaşayan ölü oldum zaten, öldürün' dedim. Beni biraz tartakladıktan sonra bıraktılar."
Avrupa el atınca
Bu olaydan sonra Uluslararası Af Örgütü'nün hakkında acil eylem çağrısı yaptığı S.Ö'nün yaşadıkları yabancı basın aracılığıyla Avrupa'da da duyuldu. İngiltere'de yayımlanan The Guardian sayfalarında S.Ö'nün yaşadıklarına yer verirken, BBC News de olayı yansıttı. Kısa süre sonra İçişleri Bakanlığı'na bağlı iki müfettişin İzmir'e gelerek şikayetini dinlediğini belirten S.Ö. bir daha rahatsız edilmedi.
Polisler beraat etti
Ama, işkence ve tecavüzle suçlanan sekiz polisin yargılandığı davanın 2002 Mart ayında yapılan karar duruşma sanıkların beraatiyle sonuçlandı. Mahkeme, kendileri tarafından görevlendirilmediği için resmi bir hüviyeti olmadığını belirttiği İzmir Tabip Odası'nın raporunu geçersiz sayarak beraat kararı verdi.
Avukat Karakaş, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun Manisalı Gençlere yine İzmir Tabip Odası'nın verdiği raporları delil sayarak verdiği kararı hatırlatarak temyiz başvurusunda bulundu. S.Ö. ise en küçüğü 9 yaşında olan 6 çocuğuyla birlikte halen İzmir'de yaşamaya devam ediyor. (MZ/BB/NK)